63981836-TURK-DUNYASI-EL-KİTABI.pdf

April 7, 2017 | Author: hakanas | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download 63981836-TURK-DUNYASI-EL-KİTABI.pdf...

Description

R

(

TÜRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTİR

Yayınlan: 121 Seri: I

Sayı:

L

TÜRK DÜ B~;

EL •

COĞR -

| ' İkinci Baskı ANKARA -1992

Bu eser gerçekleştirilmiştir.

*ın desteği ile

Sözbaşı Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, kuruluş tarihi olan 1961'den bugüne kadar yayınladığı yüzden fazla eser, tertiplediği sempozyum ve konferanslar yanında aylık ve ilmî dergileriyle kültür ve medeniyet meselelerimizi aydınlatmaya çalışan bir kurutuştur. Okuyuculara sunduğumuz üç ciltten ibaret Türk Dünyası El Kitabı bahse konu araştırmaların en hacimiisidir.

ISBN : «75-456-047-1 (TK. No) ISBN : 975-456-048-x(1.Cilt) Türk Kültürünü Araf tırma Enstitüsü,

\

Yayınlayan

Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü 17. Sok. No: 38 08490 Bahçelievler / ANKARA Tel: 213 31 00-213 41 35

Birinci Baskı

1976

İkinci Baskı Baskı Sayısı

10.000

Dizgi, Baskı

Sistem Ofset Matbaacılık Umlted Şirketi Ankara, 1992

j

Eserin ilk baskısı tek cilt olarak 1976 yılında yayınlanmıştı. Büyük bir ihtiyaca cevap verdiği için yurtiçinde ve yurtdışında ilgi ite karşılandı ve kısa zamanda mevcudu tükendi Enstitümüz Bilim Kurulu eseri; Seride hazırlanacak El Kitabı'na temel kaynak vazifesi görmesi düşüncesinden hareketle plânlamıştı. Ancak, kültür tarihimizin zenginliği Be meselelerinin azameti plâna sadık kalınmasına engel oldu. Araştırmaların uzu/ıft* veya kısalık gibi düşüncelerle hudutlandırıl-maması bundandır. Yeni baskıda plân ve görüşte ilk yayından uzaklaşmış değildir. DH, tarih ve coğrafya gbi alanlarda kolay değişmeyen bilgiler ilk baskıdaki yerlerini muhafaza etti. Nüfus, &tetfsff/c ve haritalarda bazı değişme ve gelişme gösteren konular yeniden /şfencff. Edebiyata, sanat ve fikir hayatına dair yeni müstakil araştırmalarla Türk Dûnyası'nm -fiusyatte son siyasi ve iktisadf hareketlerin çıkışına kadar- meselelerine bakış yeni bir ufuk kazandı. Toplanan bilgi ve etütleri faydacı bir görüşle üç dit halinde toplamamız tamdan doğdu. Eserin huduttan dışında kalmış daha birçok konularm mevcudiyetini biliyoruz. Enstitümüz Bilim Kurulu'nun hazırladığı plâna göre 12&tük kütö-yat halinde düşünülen eser, ileride tek bir B Kitabı olarak da okuyucuya sunulacaktır. Enstitümüz, Türk kültür ve medeniyeti alanlanndaki top/ü çatışmaların bk denemesi mahiyetindeki bu kitabın ilk baskısında emeği geçenleri hatırlar, bugün aramızdan ayrılanları rahmette anarken, yeni yayına vücut veren meslekdaşlarımıza ve hususiyle büyük emeği geçen Prof. Dr. Abdülhalûk Çay'a şükranlarını sunar. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü

İÇİNDEKİLER Birinci Bölüm TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

Giriş..................£;„.„..............................„»..................g............m&&&.........-»-•& % I. Törtı Ülkelerinin Tabiî Coğrafyası (Ahmet ARDEL).........................................7 II. Türk Dünyasının Demografik ve EkonomikYapısma Toplu Bir Bakış (Nadir DEVLET)....................................55 1. nemngrafir

..jı-y^ı. ftşa^fe

,.;«,_____________.........„...................«..............*.SB

*-* Ekonomi........................................afifti........................................................91 İkinci Bölüm TÜRK TARİHİ..........Jı Ç|»T iı■ ı■rTTt]İl|^iıjlıjL»■ Vıt»ı..............................»...-âLi-JM Giriş (İbrahim KAFESOĞLU)...............................................................................111 K

Asya Türk Devletleri (İbrahim KAFESOĞLU),......,................._____..........111

1. Hun İmparatorlukları (İbrahim KAFESOĞLU)............................................ 111 2. Tabgaç Devleti (İbrahim KAFESOĞLUJL.........................*...££&&..........125 3. Göktürk Hakanlıkları (İbrahim KAFESOĞLU).NOîftfcSfij.......-3*.........«... 12? 4. Uygurlar (İbrahim KAFESOĞLU)........».»„„....................$fiS...............«... 145 5. Kırgızlar (İbrahim KAFESOĞLU^^.^**^...............^Mfc.,.....J,ja*üu£»„t... IS) &TDrgişler (İbrahim KAFESOĞLU) ^k......................4&U.......................... 1fl0

7. Karluklar (İbrahim KAFESOĞLU) „.,.,.,.____,„..................................«,.....154 8. Oğuzlar (İbrahim KAFESOĞLU).............................................................. 156

9. Kimekler (M. Kemal ÖZERGİN)......-........................................................156 II.

Doğu Avrupa Türk Kavim ve Devletleri......................................................175

Giriş (Akdes Nimet KURAT)....____..................İL.................................................. î?§ Doğu Avrupa'daki En Eski Türk Kavimleri

1. İskitler, Sarmatiar, Roksolan ve Yazığlar................................................176 2. Hunlar ve Atöla, (Akdes N. KURAT) *«*»--...........................................177 3. Avarlar (Akdes N. «URAT)........•—ımpr................vm..........................."*** 4. Hazar Kağanlığı...................................................................................«171 5. Peçenekler, Uz (Oğu*)'tar ve Kumaniar............................................-""tR* 6. Kama (Çulman) Bulgarları Devleti..„.,«.„.„,...................«^.........^«^.»Ill

IH . Küttür ve Teşkilât (İbrahim K A FE SĞLU O )..................................................187 1. B ozkır Kültûrö'nön M enşei M eselesi .....................................................188 2. Sosyal Yapı...........................................................................Himltü 3. B ozkır Türk lli'nde Te şkilât.................................................................. 201 4. Din ..,„....«,„,„.........................................................i................................208 5. İktisadî H ayat........ .....................................................,......................216 6. E debî Kültür ve Sanat .............................................................................222 7. Düşünce ve Ahl âk .................................................................................. 228 W . İlk Türk-İslâm SiyasîTeşekkülleri İ(brahim K A FE SĞLU O )....................... 237 1. Türklerinİslâm iyet'e G şi...; iri ..............................„,...............................237 2. A bbasiler Zam ında an Türkler (E âk)......................................................238 tr 3. K arahanl ılar (E rdo ğan M E RÇ İL)............................................İM fMİV:> 240 4. G azneli D evleti İbrahim ( K A FE SĞLU O ).....................i&&y&+f^w4fr„2A6 V.

S elçuklular İbrahim ( K A FE SĞLU O )..........................................................247 1. Büyük S elçuklu İm paratorlu ğu.................................jğüfa.....................247 2. Irak ve H orasan S çuklular el ı...................................................................283 3. K irm an S çuklular el ı............................*Ö ® »1A5*« »>**^^*^....................283 4. Suriye Selçukluları.......................«w-l&........^tv^^^a^^,,................284 5. A nadolu Sel çuklu D evleti (H akk ı D . Y ILD IZ) ........mmmri$&....................284

V I. O rtadoğu'da K urulmşuTürk D evletleri (A nadolu » iran, S uriye veısır................................................................291 M 1. D oğu A nadolu ve İzm ir Türkm en B eylikleri İbrahim ( K A FE SĞLU O )..............291 2. Atabeylikler (İbrahim KAF^ĞLUkww.^»«~.~™ ?95 297 3. A nadolu Beylikleri (Eğan rdo M E RÇ İLJ.................YtinmrLL'ı'M'^:.......... 4. D elhi Türk S ultanl ığı (ibrahim A FE SĞLU O )...,^-. .......................^.............323 5. Mısır ve Suriye'de Kurulmuş Türk Devletleri (M.C.Ş^abeddlnTEKlNDAGj^.*w............",„'»..................................»İ27 6. H arezmşahlar D evletiİbrahim ( K A FE SĞLU O ).........................................336 7. K arakoyunlular (Abdulhal ûk ÇA Y ).........................................................344 8. A kkoyunlular (A bdulhal ûk ÇA Y ).................................'..J;.......................348 V II. İsiâmî Türk D evletlerindeültür K ve Teşkilât (İbrahim K A FE SĞLU O )................351 1. Hüküm ranlık.............................................Ü?T.................■...............362

2. Teşkilât.......................................\................................................358 3. H alk ve Toprak ...............................................................................362 4. D iril H ayat .....................................................................................364 5. Felsefe ve Bilim ............................M................................................370 6. E debiyat ........................................................................................376 7. S anat............................................................................................377 8. İmar Faaliyetleri..............................................„„............................378 9. Türk H ususiyetleri ............„............M....................%..........„...............379 V II. O rta A sya veıpçak K B ozkırlarında K urulm şu Türk D evletleri (Ahm et TE İR )...........,....................................383 M 1. Türk-M oğol im paratorlu ğu ve D evam ı (A hm et TEİR M )........„................«..385 2. AH m O rdu Devleti (A kdes Nim et KU..............................................400 R A T) 3. K azan H anl ığı (A hm et TEİR M ) ........... .........................„.......................409 4. Astırhan H anl ığı (R eşid Rahm eti AR A...........".....................................415 T) 5. Kasım Hanlığı (A hm et TEİM R )...............„......................„....................417 6. Km m H anl ığı (H afflİN A LC IK.............................................................420 ) 7. N ogay H anl ığı (Ahm et TEM İR )............................................................435 8. Sibir (Sibirya) Hanlığı (A.N. KURAT- A.TEMİR)....................................437 IX. Ondördüncü Yüzyıldan Sonra Orta Asya'da Kurulmuş Türk Devletleri (İbrahim KAFESOĞLU)...............................447 LTimurlular Devleti.......................fi|......-.........................................^7 2. O rta A sya'daürkfefr T ....................................................\..................448 3. K aşgar-Turfan H anl ığı.....................................................«............«.450 4. H ind-Türk İm paratorlu ğu................................~.................................451 X.

O sm anl ı İm paratorlu ğu...............................................................•.......457 1. O sm anl ı İm paratorlu ğunda Kûltör ve Teşkilât (H alilİN A LC IK...................457 ) 2. O sm anl ı D evleti'ntn S iyas î Tarihi (F.Çetin D ER İN )..................................477 3. O sm anl ı İm paratorlu ğum da Y enile şm e H areketleri (Eroüm endKUR AN ) .......................................................»— «»....................................*W

XI. Türkiye C um huriyeti Tarihi (C engiz O R H O N LU —.—............. )....... —507 XII. K uzey Kıbrıs Türk C um huriyeti (H . Fikret A LA....................................529 SKA)

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

Birinci Bölüm

Türk Ülkelerinin Coğrafyası

1

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

3

Giriş Türkler'in İlk Yurdu Ve Yayılış Sahaları Türkler'in göçlerden önce oturduğu topraklar meselesi geçen asırdan beri münakaşa edilen bir mevzudur. Batılı bilginlerden çoğu meseleyi kendi meşgul oldukları ilim dalları bakımından ele aldıklarından bu hususta çeşitli neticelere varmışlardır. Tarihçiler, Çin kayıtlarına dayanarak, Altay dağlarını Türkler'in anayurdu kabul ederken (Klaproth, 1824; Harnmer, 1832; Schott, 1836, Castrân, 1856; Vam-bery, 1885; Oberhummer, 1912), etnologlar İç Asya'nın kuzey bölgelerini, antropologlar Kırgız bozkırı - Tanrı dağian arasım, san'at tarihçileri kuzeybatı Asya sahasını (Strzygowsky, 1935), bazı kültür tarihçileri Altaylar Kırgız bozkırları arasını (Menghin, Koppers, 1937) veya Baykal Gölü'nün güneybatısını-göstermişler; bazı dil araştırıcıları da Altaylar1 ın veya Kingan silsilesinin doğu ve batısının (Radloff, 1891; Ramstedt, 1926) Türk anayurdu olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Bütün bunlara bakarak eski Türk yurdunun coğrafî sınırını çizebilmek az çok mümkün olmakla beraber, belirli ve daha dar bîr bölgenin tâyini müşkül görünmektedir. Bunun sebebi Türkler'in daha iye zamanlardan itibaren geniş bir sahaya yayılmış bulunmaları ve kültürlerini uzaklara kadar götürmeleri olsa gerektir. Bununla beraber ciddi "dil* araştırmaları bu sahanın Altay - Ural dağları arasına alınmasına, hattâ Hazar denizinin kuzey ve kuzeydoğu bozkırlarının Türk Anayurdu olarak tesbitine imkân vermektedir. Çünkü M.Ö. il. bin ortalarına ait bazı dil yadigârlarının ortaya koyduğu gibi» Türkler'in etrafa yayılmalarından önce hem eski Ural'lı kavimlerle, hem de Hind Avrupa dillerini konuşan Ârî'lerle temas edebilmeleri -Urallılar'ın bölgenin kuzey ve kuzeybatısında, Ari'lerin de Mâverâünnehir'in kuzey sahasında yaşamaları dolayısıyla- ancak bu coğrafi kesimde mümkün olabilirdi. Orta Asya'da Kiselev ve Çernikov vb. tarafından yapılan arkeoloji araştırmaları M.Ö. II. binden daha önceki Türk yurdunu tesbitte mühim ip uçları vermiştir. Kuzey Aitaylar'ın hemen batısında (Minusinsk bölgesi) ortaya çıkarılan Afanasyevo (M.Ö. 2500 -1700) ve Andronove (M. ö. 1700 - 1200) kültürlerinden bilhassa ikincisinin temsilcileri olan ırk, mongoloid olmayan, brakisefal Türk ırkının proto tipi idi.

f

4

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Çok eski zamanlarda başlayan anayurttan ayrılma hareketleri, fasılalarla, binlerce*yıl devam etmişfi^MÖ. vukubulan büyük Türk göçlerinin tarihleri kesinfikle bilinmemekte beraber bazı tesbitler yapılabilmektedir. Meselâ yukarıda zikredilen Uraliî - Türk - Ârî komşuluğunun M.Ö. 1500'lerde olması muhtemeldir. M.Ö, 1500 -1000 arasında bir kısım Türkler Uzak Doğu'da yaşıyorlardı. Kuzey Çin'de ve bugünkü Moğolistan'da Türkler'in mevcudiyeti daha gerilere Neolitik çağa kadar takip edilebilmektedir. Türkler'den bîr kol olan Yakutlar İle Çuvaşlar'ın ana kütleden ayrılması ve Yakutlar'ın Doğu Sibirya'ya doğru yönelmeleri çok eski bir tarihte vukubulmuş olmalıdır; zira dilleri "ana Türkçe'den en ayrı düşen Türk kavimleri bunlardır ve bilhassa Yakutça bugün en çok değişen bir lehçedir. Diğer taraftan Türkler'den bîr kısmının da M.Ö. 1300 -1000 arasında Türkistan'da bulunduklarına dâir işaretler vardır. W. Eberhard'a göre, buraya dışarıdan gelen Hind - Avrupalıların bölgeyi kendi hâkimiyetlerine geçirdikleri anlaşılmaktadır. Türkler'den bir kütlenin de batıya yönelerek Volga Nehri etrafındaki düzlüklerde (M.Ö. VI.- III. asırlar) "İskitler* i!e birlikte yaşadıkları tahmin edilmektedir. Hindistan'ın Indus - Pencâb havalisine doğru ilk Türk hareketi, bir tahmine göre, M.Ö. I. bin başlarına tesadüf eder. Daha eski tarihlerde Türkler'in Iran yaylası üzerinden Mezopotamya'ya inmiş olmaları da muhtemeldir. Milâttan sonraki Türk göçlerine katılan boylar ve zamanları hakkında ise açık bilgilere sahip bulunuluyor: Hunlar Avrupa'ya (375 ve müteakip yıllarda) ve Kuzey Hindistan'a (Ak-Hunlar). Oğuzlar, Orhun bölgesinden Seyhun Nehri kenarlarına (X. asır) ve sonra, Mâverâünnehir üzerinden İran'a ve Anadolu'ya (XI. asır), Avrupa Hunları Orta Asya'dan Orta Avrupa'ya (VI. asır ortası), Bulgarlar Karadeniz kuzeyinden Balkanlar'a ve İtil (Volga) nehri kıyılarına (641 'i takip eden yıllarda), Macarlar'la birlikte bazı Türk boyları, Kafkaslar'ın kuzeyinden Orta Avrupa'ya (830'dan sonra), Sabirler Aral'ın kuzeyinden Kafkaslar'a (V. asrın ikinci yarısı), Peçenek, Kuman (Kıpçak) ve Uz (Oğuzlar'dan bir kol)'lar Hazar Denizi kuzeyinden Doğu Avrupa ve Balkanlar'a (IX - XI. asır), Uygurlar, Orhun nehri bölgesinden İç Asya'ya (840'i takip eden yıllarda) göç etmişlerdir. Bunlardan bilhassa Hun ve Oğuz göçleri, hem uzun mesafeler katetmek suretiyle yapılmış, hem de çok mühim tarihî neticeler vermiştir. Bu göçler, yeni vatan kurma maksadını güden büyük çapta fütuhat vasfındadır. Tarihte Türk yayılmalarının diğer bir şekli de 'sızma* diyebileceğimiz yoldur ki, bazı kalabalık boylardan ayrılan grupların veya ailelerin veya sağlam yapılı gençlerin yabancı devletlerde hizmet almaları suretinde belirir. Bu şekilde dahi Türkler'in katıldıkları topluluklar içinde üstün bir kabiliyet göstererek askerî kuvvetlere veya siyasî hayata hâkim oldukları, hattâ bazan devlet kurdukları bilinmektedir (Meselâ Mısır'da, Hindistan'da). Türkler'in gerek "fütuhat", gerek "sızma" vasfında olsun etrafa yayılmaları şüphesiz her zaman kolay cereyan etmiyor, bazan pek şiddetli çatışmalara sebep oluyordu W, bu durum, ağır darbelere maruz kalan yabancılar tarafından Türkler'in sevimsiz karşılanmalarına yol açıyordu. Aslında İyi, haksever ve âdil insanlar olmalarına rağmen Türkler hakkında söylenen hayal mahsulü türlü ithamların sebebi de bu olmalıdır. Eski dünya kıt'alannda görülen geniş Türk yayılmalarının pek ciddi sebeplere dayanması gerekir. Tarihte göçler mevzuunun araştırıcıları, en İptidaisi dahil hiçbir

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

5

kavmin kendiliğinden ve keyif için yer değiştirmediğini, oturulan topraktan ebediyen aynlmanın bir insan için çok müşkül olduğunu ve göçlerin ancak bir takım zaruretler yüzünden vukua geldiğini göstermişlerdir. Tarihî kayıtlarda Türk göçlerinin de iktisadî sıkıntı, yani Türk anayurt topraklarının geçim bakımından yetersiz kalması sebebiyle olduğu belirtilmiştir. Büyük ölçüde kuraklık (meselâ Hun göçü), nüfus kalabaltklığı ve mer'a darlığı Türkier'i göçe mecbur etmiştir. Toprağın artan nüfusu oesleyemez hale gelmesi yüzünden dar ziraat alanları dışında, ancak hayvan yetiştirebilen Türkler'in tabii bir hayat sürebilmek için çeşitli gıda maddeleri, giyim eşyası vb. gibi başka iktisadî vasıtalara da ihtiyaçları vardı. Bunlar, iklimi elverişli, tabiat servetleri zengin ve o çağlarda pek az nüfuslu civar bölgelerde mevcut idi. Bunu Batı Türkleri'nin tarihinde de görmek mümkündür. Meselâ, Anadolu'nun Selçuklular tarafından iskân edilmesi (XI - XII. yüzyıllar) ve XIV. yüzytön ikinci yarısından sonra Osmanlılar'ın Rumeli'ye geçişi bu şekilde bir nüfus kalabalığının yer değiştirmesi neticesi olmuştur. Türk tarihine dair kayıtlarda göçlerin ve akınların başlıca sebebi olarak zikredilen bu hususlar, yalnız, Türkler'in başka memleketlere yönelmelerini değil, bazan iktisadî ve ticarî bakımdan nisbeten daha fazla imkânlara sahip diğer Türk topraklarına intikaline de yol açmıştır. Böylece tarih? devirlerde Türkler'den tur kütle başka bir Türk zümresini arzuları hilâfına, göçe mecbur etmiştir (meselâ IX - XI. asır göçleri). Gerek bu şekilde, gerek yabancı ağır dış baskıya maruz katan (meselâ XI. asır Moğol K'i-tan hücumu) Türkler, tabiiyeti kabul edip istiklâlden mahrum kalmaktansa memleketi terk etmeyi tercih ediyorlardı. Bu durum, daha ziyade bozkır kavimleri için bahis konusu idi. Bununla beraber Türklerin birbiri arkasına çeşitli yönlerde yayılmalarını sağlayan başka âmiller de mevcuttur. Bunlardan biri, Türk maneviyatının sağlamlığıdır. Zaruret neticesi de olsa, bilinmeyen ufuklara doğru akmak, her an karşılaşılması aşikâr tehlikeleri göğüslemeğe hazır bulunmak ve aralıksız bir ölüm-kafım savaşı vasatında yaşamak, her millet için tabiî sayılacak bir durum değildir. Türkler'de açık şekilde müşahede edilen ve onların tarih boyunca hareketli bir topluluk halinde sürekliliğini mümkün kılan bu ruhi davranış, başarılar arttıkça daha da kuvvetlenmiştir. Bunun yanısıra her askerî muvaffakiyet de yeni bir siyasî hedefe yol açmış ve ülkeler zaptedildikçe yeni fetih arzuları kamçılanmıştır. Bu durum Türkler'de zamanla, dünyayı huzur ve sükûna kavuşturmayı gaye edinen bir fütuhat felsefesi ve her yerde âdil, insanları eşit sayan Türk töresini yürürlüğe koymak üzere bir cihan hâkimiyeti mefkuresi doğurmuşa benzemektedir. Astında bir bozkır halkı olan ve bozkırlarda doğup gelişen kültürün yaratıcısı bulunan Türkler'in, yayılma safhasında kendi kültürleri için yaşama ihtimalinin zayıfladığı sınırlarda durakladıkları, ormanlık, çok sıcak ve rutubetli bölgelere pek girmedikleri görülmektedir. Yabancı hayat tarzı, yabancı inanışların hâkim olduğu bölgelere nüfuz etmiş Türk zümrelerinin, oralarda fazla barınamadıklan ve çok kere varlıklarını kaybettikleri dikkati çekmektedir (Çin'de Tabgaçlar, Batı Avrupa'da Hunlar, Balkanlar'da Bulgarlar, Kuzey Hindistan'da çeşitli Türk devletleri vb. gibi). Bugün Türkler, kabaca batıda Balkanlar'dan, doğuda Büyük Okyanus*, kuzeyde Kuîey Buz Deft&Pnden güneyde Tibet'e kadar olan geniş bir sahada yaşarlar.



TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

f

Bu.geniş saha dahilinde Türkler, iki yerde büyük ve yeknesak topluluklar teşkil ederler. Bunlardan bin Türkiye, diğeri de batı kısmı Ruslar'ın, doğu kısmt Çinliler'in idaresinde olan Türkistan'dır. Bu iki birlik, aralarındaki intikali sağlayan ve kuzey kısmı Ruslar'ın, güney kısmı Iranfılar'ın idaresinde katan Azerbaycan ile beraber, Batı Trakya'dan Moğolistan hududuna kadar hemen hemen kesintisiz bir Türk nüfus sahası vücuda getirirler. Hudutlarını kabaca çizdiğimiz bu sahada Türkler'in topluca yaşadıkları diğer yerler Tatar, Başkırt ve Çuvaş boylarının ve Fin-Ugur kavimlerinin yaşadığı Idil-Ural bölgesi, Yakutistan ite Altay dağları - Baykal gölü arasındaki Altay, Hakas ve Tannu-Tuva bölgeleridir. Kesintisiz Türk nüfus sahası olarak sınırladığımız yerlerin dışında Türkler Yugoslavya'da, Makedonya ve Üsküp havalisinde; Polonya'da, Romanya'da Dobruca ve Basarabya'da, Bulgaristan'ın Deliorman, Mestanlı -Kızanlık, Filibe, Pilevne ve Varna bölgelerinde; Yunanistan'ın Batı Trakya; Irak'ın Kerkük havalisinde; Suriye'nin Azez, Münbiç ve Lazkiye bölgelerinde; Afganistan'da; bazı Ege adalarında ve Kıbrıs'ta yaşarlar. Bugün 68. yıldönümünü İdrâk ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti.tarihî bir gelişmenin mahsulüdür. Bunun, tabii bir neticesi olarak da, Türkiye bu topraklarda oturan insanların "ana vatan") vasfını kazanmış, hattâ yabancı boyunduruğu altında yaşayan soydaşları için de bir ümit ve iftihar kaynağı, gerçek bur ana vatan olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, engin Türk Tarihi İçerisinde kuruluşunu takip eden yarım yüzyıllık sureyi, çeşitli dış tehlike ve tehditlere rağmen savaşsız geçirmiş, bütün gücünü memleketinin imarına ve halkının refahına adamış, yeryüzündeki tek bir Türk devletidir. Hedef ve dileğimiz, Atatürk'ün mânevi rehberliğinde, birlik ve beraberlik içinde güzel yurdumuzu ve milletimizi daha mutlu günlere, çağdaş medeniyet seviyesinin de üstünde bir başarıya ulaştırmaktır.

I. Türk Ülkelerinin Tabii Coğrafyası Ahmet AnM Sayılan 150 milyonu aşan Türkler, yeryüzünde geniş bir sahaya yayılmışlardır. Bu saha» Kuzey Buz Denizi'nin (Arktik Okyanus) bir parçası olan Doğu Sibirya Denizi'nden Akdeniz'e kadar Avrasya (Avrupa-Asya) kıt'asını verevine kesmekte ve Idil-Ural bölgesinden Himalayalar'a kadar uzanan memleketleri içine almaktadır. Bu geniş sahanın göze çarpan umumi karakteri, kurak iklim bölgeleri (bozkır ve çöller) oluşu ve hâkim yüzey şekillerinin de, dağlara, yaylalara ve ovalara tekabül edişidir. Buralarda yaşayan Türkler'in hayat tarzları, bölgeden bölgeye bazı farklar göstermekle beraber, esas itibariyle ziraat ve hayvancılığa dayanmaktadır. Gerçekten, Doğu ve Batı Türkistan'ın alçak yaylalariyle, geniş ovaları ve bilhassa vahalarında hâkim geçim kaynağı ziraat olduğu git», Azerbaycan'da ve Anadolu'da, bu yerler, yani ovalar ve alçak yaylalar, ziraat sahalarıdır. Orta Asya'nın dağlık sahalarında ve bozkırlarında hayat tarzı geniş ölçüde hayvancılığa dayandığı gibi, Kafkasya'da, Azerbaycan'da ve Anadolu'nun dağlık yerlerinde de aşağı yukarı aynı karakteri göstermektedir. Görülüyor ki, yaşadıkları yerler arasında mesafelerin uzak olmasına rağmen, Türk dünyasının hayat tarzında bir birlik vardır. Türk Dünyası'nın çok bûyûk bîr kısmı Ön Asya İle Orta Asya'da yer almakta, ancak küçük bir kısmı Avrupa'da bulunmaktadır. Ayrı birlikler halindeki bu bölgelerin coğrafyası, ana hatlarıyla aşağıda gösterilmiştir. ön Asya ve Orta Asya Coğrafyasının Ana Hattan: Akdeniz'den Batı Pakistan'a, Orta Asya dağ ve ovalarından Kızıldeniz'e kadar uzanan sahada Ön Asya, kurak bölgeleri (çölleri ve stepleri), ovaları, yay şeklinde

6

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

yüksek dağları ve bunlar arasında yer alan yüksek yaylaları ihtiva etmektedir. Bunlar Kafkaslar. Toroslar, Elbruz dağları, Hindikuş ve Zagros dağları, İç Anadolu ve Doğu Anadolu yaylaları ile Iran yaylası, Rion ve Kura vadileri, Mezopotamya ovaları, Suriye ve Arabistan düzlükleridir. Ön Asya'da yüzey şekillen bakımından bir birlik yoktur. Her tarafta yükseklikleri teşkil eden dağlar, yaylalar ve ovalar gibi genç ve ihtiyar şekiller yan yana bulunu/. Kapalı ve açık havzalar da birbirini takip etmektedir. Burada büyük tabiî bölge birliği, belirttiğimiz tezatlar içinde kayboluyor gibi görünüyorsa da iklim onu perçinlemektedir. Gerçekten Ön Asya'da hüküm süren iklim neticesi birbiriyle ahenkli olmayan unsurlar arasında bir yakınlık meydana gelmiştir. Ön Asya'da kurak iklimlerin muhtelif çeşitlilikleri tesirlerini gösterir. Kuraklık, Akdeniz ve bilhassa Karadeniz kıyılarına yaklaştıkça ehemmiyetini kaybetmektedir. Arap yarımadasının güneybatısında musonun tesiriyle yazın; Karadeniz'in doğu ve Hazar denizinin güney kıyılarında ise her mevsimi yağışlı bir iklim vardır. Bunun dışında kalan Ön Asya memleketlerinde kurak ve sıcak yazlar ve bazen şiddetli geçen yağışlı kışlarla kenefini gösteren çeşitli iklim tipleri hüküm sürmektedir. Her tarafta günlük (bilhassa yazın çöllerde) ve yıllık sıcaklık farkları fazla ve mevsimler arasındaki sıcaklık değişiklikleri belirlidir. Her yerde yaz mevsimi bitkilerin gelişmesinde bir duraklama devridir. Bahar mevsiminin yağışları bitkilere yeniden hayat verir. Yüzey şekillerinin çeşitliliği sıcaklıkları, yağış miktarlarını çoğaltıp, azaltmak ve yağışı kara çevirmek suretiyle bu umumî hatları daha belirli bir hale getirmektedir. Ege kıyılarından Afganistan'a, Hicaz'dan Horasan'a kadar geniş bir sahada aşağı yukarı aynı iklim şarttan hüküm sürmekte ve bununla alâkalı olarak aynı bitki manzarası, seyrek ve cılız, su kaybına karşı mücehhez bitkilerden müteşekkil topluluklar dağları ve ovaları örtmektedir. Görülüyor ki iklim, Ön Asya'da, yukarda kısaca bahis konusu edilen muhtelif unsurları birleştiren bir husus olarak ortaya çıkmaktadır. Birliği sağlayan iklimle tezadı yaratan yüzey şekillerinin terkibi ön Asya'da unsurlar arasında yeni bir bağ yaratmaktadır. Ön Asya memleketlerinde çukur sahalarla bunları çerçeveleyen yüksek dağ ve yaylalar arasındaki ehemmiyetli yükseklik farkları (Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde kıyı ovaları ile dağ sıraları arasında 2.000 m.'den fazla) dolayısiyle yazın çok sıcak olan çukur sahalardan yüksek yerlere, kışın da çok soğuk olan dağlardan ılık ovalara doğru mevsimlik iniş çıkışlar vardır. Suna insanlarla birlikte hayvanlar da katılmaktadır. Anadolu'nun batı kısmında Yörükler her sene sıcak yaz aylarında yaylalara çıkar ve sonbaharda da alçak ovalara ve vadilere inerler. Aynı şekilde iniş ve çıkış Doğu Anadolu dağları ile civar ovalar arasında da vardır. Buna benzer hareketler diğer ön Asya ülkelerinde de cereyan etmektedir. ön Asya'da esas itibariyle iklim ve yüzey şekillerinden ileri gelen bu mevsimlik yer değiştirmeler, bugün olduğu gibi tarihin her devrinde görülmüştür. Halen gittikçe ehemmiyetini kaybeden, hattâ bazı bölgelerde tamamen ortadan kalkan, İnsanlarla birlikte sürülerin yer değiştirmesi (göçebelik) ön Asya'nın tarih boyunca ar-zettiği en büyük hususiyetlerinden biridir. Ön Asya'nın ovalarıyle dağları arasındaki bu mevsimlik göçler, zaman zaman seyrini değiştirerek,

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

devamlı göçle-

9

re ve yayılmalara inkılâb etmiştir. Tarihte buna ait misâller çoktur. Ön Asya büyük istilâlar diyarı, geçici büyük imparatorlukların kurulduğu ve kavimlerin, medeniyetlerin yer değiştirdiği bölgelerdir. Kuzey ile güney, doğu ile batı arasındaki bu 'geçiş bölgesi, tabiî şartlan ve kaynaklarıyla, böyle bir duruma yol açmıştır. Orta Asya'yı, güneyde, Alp sistemine dahfl dünyanın en yüksek dağ sıfatenm teşkil eden Himalayalar'la, kuzeyde Sayan dağları ve Baykal gölü etrafındaki dağlar, batıda Hazar denizi ile, doğuda Büyük Kingan dağları arasında kalan geniş saha meydana getirmektedir. Bu geniş sahanın doğu parçası ile batı parçası arasında, bilhassa yer şekilleri bakımından, esaslı farklar vardır. Orta Asya'nın doğu kısmı yüksek dağlar, yaylalar ve bunlar arasında yer alan küçük-büyük bir takım kapalı çukurluklardan müteşekkil olduğu halde, batı kısmı kapalı denizlerle göllerden ve geniş ovalarla alçak yaylalardan meydana gelmiştir. Onun içindir ki, bazı coğrafyacılar, Orta Asya'nın yüksek dağ ve yaylalardan müteşekkil doğu kısmına 'Yüksek Orta Asya" derler. Ovalardan müteşekkil olan batı kısmı ise bu büyük bölgenin alçak kısmını meydana getirmektedir. Asya'nın bu kısmında Türk unsurlar hâkim olduğu için Orta Asya topraklanna, geniş mânada Türkistan denilmektedir. Böyle bir adlandırmada Orta Asya'nın Pamir ile Altay dağları arasındaki dağlık sahanın doğu kısmı Doğu Türkistan'ı batı kısmı Batı Türkistan'ı meydana getirmektedir. Yabancı bazı müellifler bu yerlerin bugünkü siyasî durumunu göz Önünde tutarak Doğu Türkistan'a Çin Türkistanı; Batı Türkistan'a da Rus Türkistanı demektedirler. Bu tâbirler tarihi bakımdan olduğu kadar ilmî bakımdan da hatalıdır. Filhakika halen bu bölgeler adlarını, üzerlerinde yaşayan milletin adından atmaktadırlar. Bu geniş bölgenin adı, aslında sadece Türkistan'dır ve coğrafî araştırmalardaki bölge taksimatına uyularak Doğu ve Batı Türkistan diye iki kısma ayrılmıştır. Bugün Rus işgali altında olmasına rağmen, Doğu Almanya için Rus Almanyası denmediği gibi. Birinci Cihan Harbi sonuna kadar Avusturya ve Almanya arasında paylaşılmış Çekoslovakya için de Avusturya Çekoslovakyası ve Alman Çekoslovakyası diye tâbirler kullanılmamıştır. Bu misâlleri çoğaltmak mümkündür. Aslında Rus Türkistanı, Çin Türkistanı gibi sunî bir ayırım yapanların maksattan, bu sahaların Türk ülkeleri olduğunu unutturmaktır. Ruslar'ın ve Çinlilerin daha da ileri giderek. Ruslar'ın Batı Türkistan'ı Sinkiang eyaleti diye adlandırarak Türkistan mefhumunu büsbütün ortadan kaldırmaya çatışmaları bu görüşümüzü kuvvetlendirmektedir. Büyük bir coğrafî birlik olarak "Orta Asya' tâbiri yerindedir. Diğer taraftan hâkim unsuru teşkil eden Türkler'in vatanı için Türkistan tâbiri de doğrudur. İstilâcı devletlerin kullandıkları tâbirler Türk Birliğini parçalayıcı, hattâ ortadan kaldırıcı mahiyettedir. Ön Asya ve Orta Asya'nın Yüzey Şekilleri: Güneyde, jeolojik tarihin pek eski devirlerinde katılaşmış ve üzeri tortullarla örtülmüş Ur ;kara parçası, kuzeyde geniş bir saha kaplayan bir jeosenklinalden (dağların, içinde teşekkül ettiği dar ve derin eski Akdeniz) yan basınçlarla meydana çıkmış olan dağ sıraları... Ön Asya'nın bir ucundan öbür ucuna kadar uzanan bu sahada yapı ve yüzey şekillerinin mahiyetine bunların tesir ve mukabil tesirleri hâkim olmuştur.

10

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Güneyde eski bir kara parçası olan Arabistan, Afrika plâtformunun devamıdır. Bu kıta çekirdekleri eski dağların aşınmasiyle meydana gelen düzlüklerdir. Buna karşılık bölgenin kuzey kısmında üçüncü zamanda meydana gelen büyük dağ sıraları mevcuttur. Eski Akdeniz'in kapladığı geniş sahada meydana gelmiş olan bu dağ zincirleri birbirine eklenerek Ege kıyılarından Karakurum dağlarına kadar uzanmaktadır. ön Asya'da bugünkü yüzey şekillerinin ilk taslağı III. Zamanın birinci devrinde (Eosende) meydana gelmiştir. Fakat öyle zannediliyor ki, hiç olmazsa Ön Asya'nın batı kısmında, bu devirde, meydana gelmiş olan kıvrımlar aşınarak düzleşmiştir. Yerli ve yabana jeologların araştırmalarına göre Anadolu, III. zamanın ikinci yarısında (Neojen'de) aşınma neticesi geniş bir dalgalı düzlük haline gelmişti. IH. Zamanın ikinci yarısında ve bilhassa III. Zaman sonu ve IV. Zamanın başlarında (Pliosen ve Kuaterner'de) husule gelen takımıyle yükselme, aşınmayı şiddetlendirerek yüzey şekillerini daha çok kenar dağlık bölgelerde gençleştirmiştir. Umumiyetle akarsuların yaptığı bu aşınmaya, Dördüncü Zamanın yağışlı - buzul devresinde yüksekliği 2.500 m.'yi geçen bölgelerde, mevziî buzulların aşındırmasını da ilâve etmek lâzımdır. Yukarıda bildirildiği şekilde meydana gelen sıradağlar, bütünüyle batı-doğu istikametinde uzanmakla beraber, yer yer sapmalar da göstermektedir. Bu hal, güneyde, eski kütlelerin (Arabistan gibi eski kıta çekirdekleri) kuzeye doğru ilerlemiş oimatarıyle ilgilidir. Meselâ Güneydoğu Anadolu'da Arap yarımadası - Suriye plâtformunun kuzeye doğru bir çıkıntı yapması neticesi Güneydoğu Toroslar kavsi, kuzeye doğru atılmıştır. Bazen de jeosenklinal içinde mevcut eski bloklar, arzettikleri mukavemet dolayısiyle, kıvrımların istikamet değiştirmelerine sebep olmuşlardır. İşte bu sebeplerden dolayı Ege denizinden Hindikuş'a kadar olan sahada uzanan dağların, yer yer yayıldıkları ve sıkıştıkları görülmektedir. ön Asya'nın batı kısmında kuzey ve güneyde uzanan dağ sıralan arasında bir bağlantı görülmemektedir. Anadolu'nun batı tarafında kıyı kısmında dağlar Çeşme yarımadası ile Sakız adasında güney - kuzey; Biga yarımadasında güneybatı - kuzeydoğu istikametinde uzanmaktadır. Aynı uzanış Gelibolu yarımadasında da görülmektedir. Ege bölgesinin iç kısmında dağların istikameti doğu - batı olup aralarında aynı yönde uzanan geniş ovalar vardır. Burada dağlara ve ovalara bu istikameti verdiren âmil kırıklardır. Bu yapı şekli Marmara bölgesinin güney ve güneydoğusunda da vardır. Bursa bölgesinde güneydoğu - kuzeybatı istikametinde uzanan dağ sıraları ite Kuzey Anadolu dağlarının güney kolu karşılaşmaktadır. Bu bölgenin kuzeyinde Kuzey Anadolu dağ kavisleri sıralanmaktadır. Hakikatte İç Anadolu'da kıvrımlı dağ kan/isleri, Balkanlar'ın ve Istrancalar'ın devamı olan, kuzey Anadolu dağ sıralarını Güney Anadolu dağ sıralarına bağlamaktadır. Kabaca Bursa bölgesinde birbirinden ayrılan Kuzey ve Güney Anadolu dag sıraları Ooğu Anadolu'da birleşirler ve sıkışırlar. Burası, bölge olarak Anadolu'nun en yüksek kısmıdır. Bunda, kırık hatları boyunca sıralanmış olan volkanların da mü» him bir rolü vardır. Van gölü ile Gökçegöf'ün doğusunda bu dağlar tekrar genişlerler ve şahsiyetlerini kazanırlar. Kuzey ve Güney İran'dan seyreden kotlar, Afganistan'da, takriben Kabil civarında birleşirler. Bu kollardan güneydekiler çok daha basit yapıdadır. Bunların ortasında Iran yaylası bulunmaktadır.

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

M

Mezopotamya ovalarına hâkim olan Zagros dağlan, bütünüyle, sade bir yapı arzetmektedir. Aynı yapı sadeliği güneydoğuda Mekran dağlarında da görülmektedir. Gerek Zagros dağlarında, gerek Mekran'ın doğusunda eski kütlenin (-batıda Arap bloku, doğuda Gondvvana) kuzeye doğru ilerlemesi neticesi kıvrımların yaptıkları kavislerin uzantısında karışıklıklar olmuştur. Mekran'ın doğusunda sıkışmış olan bütün dağ sıralan güney - kuzey istikametini alırlar. Kabil'in doğusunda birçok gruplar halinde balı - doğu, güneybatı - kuzeydoğu istikametinde devam ederler. Bu kısımda Sefid Kûh, Salt Range Ön Asya dağlarının en doğu kısmını teşkil eden silsilelerdir. . İran Azerbaycanı'nda dağ sıralarının uzantısı daha karışıktır. Buralar yapı bakımından Doğu Anadolu'yu andırmaktadır: Kuzeybatı - güneydoğu istikametinde etrafı yüksek dağlarla çevrili bir yayla; çöküntü olukları ite geniş sahaları kaplayan lâv akıntıları ve sönmüş volkanlar. Bu yapı şekli Eibruz'a kadar devam etmektedir. Bunun doğusunda Kuzey Iran dağlan, basit yapı şekliyle, Horasan'da Ntşabur ve Sebzevar'a kadar uzanmaktadır. Hazar denizinin doğusunda kuzeybatı - güneydoğu istikametinde uzanan büyük Balkan, Kopet dağ ve bunun güneyinde aynı istikamette uzanan Binalut, Puşti Kûh silsileleri sıkışarak yüksek Kûh-i Baba silsilesini meydana getirirler. Bunlar, kuzeydoğuda Hindikuş sıradağı halinde devam ederler. Bu kısımda yükseklik 7.000 m.'yi geçmektedir. Daha doğuda dağ kavisleri Himalaya silsilesi arasında devam eder. Kuzey Anadolu ve Iran silsilelerinin kuzeyinde yer alan Kafkas dağları, bazı müşterek hatları İte, Ön Asya sıradağlarına bağlanabilir. Yukarda bildirildiği gibi Hazar denizinin doğusunda kuzeybatı - güneydoğu istikametinde uzanan Büyük Balkan ve Kopet dağ silsilesi, Baku - Krasnodovsk denizaltı eşiği ile Kafkaslar'a, Kafkaslar da daha batıda Taman ve Kerç kıvrımları ile Kırım'a bağlanmaktadır. Kafkaslarla İran Azerbaycanı dağlık bölgesi arasında bulunan orta ve aşağı Kura havzası ve aşağı Araş oluğu Azerbaycan'ın en verimli sahasını teşkil eden bir çöküntü bölgesine tekabül etmektedir. Aip kıvrımlarını müteakip tesviye edilmeye başlanan Ön Asya, III. Zamanın ikinci yarısının ortalarına doğru, hafif dalgalı bir düzlük (peneplen) haline gelmişti. Bu zamanda, kenar bölgelerde denizler, iç kısımda göller geniş sahalar kaplıyor ve işgal ettikleri çanaklara birikintilerini bırakıyorlardı. Bundan sonra husule gelen takımıyla yükselmeler (epirojenik hareketler) yer yer, seviye farklarına sebep oldu. Fakat bölge katılaşmış olduğundan tektonik (tabakaların ufkiliğini bozan hareketler) hareketlerin büyük bir kısmı kendini kırılmalar şeklinde gösterdi. Bunların neticesi etrafı dağlarla çevrili çukur sahalar husule geldi. İstikametleri batı - doğu, kuzeybatı - güneydoğu olan çukur alanlar, Anadolu'nun her tarafında, Kafkasya'da, Iran Azerbaycanı'nda mevcuttur. Bu yerler, bahis konusu bölgelerin her tarafında hemen aynı özelliği haizdirler: Verimli topraklar, sulak yerler, beşerî ve iktisadî hayatın toplandığı merkezler; fakat buna mukabil şiddetli deprem sahaları, aynı zamanda, sık sık su baskınına mâruz kalan yerler. 81» Zaman sonları (Üst Neojen) ve IV. Zaman (Kuaterner)'da husule gelen şiddetli volkanizma neticesi lâvlar bu çukur sahaların bir kısmını doldurdu, bazılarının içmde bir takım setler meydana getirerek gerisinde büyük göllerin teşekkülüne yol

12

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

açtı. Meselâ Muş - Van çukurunu tıkayan Nemrut'un lâvları bunun doğusunda Van gölünün meydana gelmesine sebep olmuştur. Güney Kafkasya'da Gökçe göt, kuzeybatı * güneydoğu istikametinde uzanan büyük bir çukur alanın en alçak kısmını işgal etmektedir. Çukurun batı ve güneybatı kenar? 3.500 metreyi geçen volkanik kütlelerle (batıda Akdağtar, güneyde Soğanlı dağları) çevrilidir. Gerek bu dağlar, gerek bunların eteğinde yayılan lâvların husule getirdikleri setler, suların toplanmasına yol açarak Gökçe göl {yüksekliği 1.928 m.) ün teşekkülüne meydan vermiştir. ön Asya'nın bu kısmındakine benzer bir yapı Orta Asya'da vardır. Orta Asya'nın Türkler'le meskûn olan kısmı doğu - batı, güneybatı - kuzeydoğu istikametinde uzanan büyük çukur sahalarla kaplıdır. Bunlar, yükseklikleri 4.000 m.'yi geçen dağlarla çevrili olup ikisi çok ehemmiyetlidir: Fergana ve tok göl çanakları. Birincisi deniz seviyesinden 500 m. yükseklikte bir ovaya, ikincisi 1.500 m. yükseklikte bir göte tekabül etmektedir. Her ikisi de birer çöküntü sahası olup teşekkül zamanlan İti. Zaman sonu (Üst Neojen) ve IV. Zaman (Kuaterner)'dır. Orta Asya çukur sahaların» çerçeveleyen dağlar, mevziî olarak kırılmış, yükselmiş kısımlardır. Yükselme, SU. Zaman sonu (Pilosen) ve IV. Zaman (Kuaterner)'da olmuştur. Gerçekten bölge İli Zaman sonunda hafif dalgalı bîr düzlük halini almıştır. Bu devrin sonunda ve IV. Zaman başlangıcında bütünüyle yükselme (epirojenik) hareketleriyle bölge büyük yükseklikler kazanmıştır. Yükselme, bölgedeki buzullaşmadan evvel olmuştur. Orta Asya'nın bu dağlık sahasında iki tip yüzey şekli ayırdedilmek-tedir: Çukur sahalar ve dağlar. Beşer? ve iktisadî hayat alçak yerlerde toplanmış olmakla beraber, onlara bu imkânı veren, suyu sağlayan dağlardır. Anadolu'da olduğu gibi burada da bu çöküntü alanlarının en büyük mahzuru su baskınları ve depremlerdir. 1965'teki Taşkent depremi buna iyi bir delildir. Orta Asya yer şekilleri bakımından her tarafta aynı karakteri göstermez. Bilhassa Orta Asya'nın merkezî kısmı ile doğusunda dağlar, yaylalar ve ovalar birbirinin içine girmiştir. Yalnız alçak sahaları ihtiva eden batı kısmında ovalarla alçak yaylalar hâkimdir. Diğer tabiat şartlarından olan iklim, akarsular ve bitki örtüsü Üzerine esaslı tesirleri olması dolayısiyle evvelâ yer şekilleri kısaca gözden geçirilecektir. Doğu Türkistan'ı Batı Türkistan'dan ayırün ve yer yer kuzeybatı güneydoğu, batı - doğu, güneybatı - kuzeydoğu istikametlerinde birtakım yaylar çizen dağ sıralan kuzeyden güneye doğru şöyle sıralanmaktadır: Kuzeybatı güneydoğu istikametinde uzanan Tarbagatay dağlan ve bunların güneyinde de Aladağlar. Bu iki dağ sırası Orta Asya dağlarının kuzey yaylarını teşkil etmektedir. Üzerlerinde 4.000 metreyi geçen birçok zirveler vardır. Bu dağ sıralarının güneyinde Tanrıdağ-iarı'na ait sıralar bulunur; Çungarya Aladağı, Kungei Aladağı, Terskei Aladağı, Talaş Aladağı. 5.000 metreyi geçen birçok zirveleri ihtiva eden bu dağlar Türkistan için bir su hazinesidir. Sır Derya ve İli, bu dağların yüksek zirvelerinde mevcut olan büyük buzulların eriyen sularıyla beslenmektedir. Tanrıdağları ile Büyük Altaylar arasında çöl ve bozkırları ihtiva edBrt Çungarya havzası bulunur. Sir Derya'nın kaynak kısmını meydana getiren Narin suyu ile Amu Derya'nın kaynak kısmı arasında kalan dağ sıraları (Alay dağları, Zerefşan dağları, Türkistan dağları, Hisar dağları) Orta Asya dağlarının orta yaylarım meydana getirirler. Bu dağlarda 5.000 metreyi geçen birçok zirveler

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

ve bunların üzerinde müteaddit buzullar vardır.

13

Çatkal dağlan ile Alay dağlan arasında bir çöküntü sahası olan Fergana havzası bulunmaktadır. Bu havzanın beşerî ve iktisadî değeri çok büyüktür. Altay dağları Be Pamirler etrafında güneybatı - kuzeydoğu, batı.- doğu ve kuzeybatı güneydoğu istikametlerinde uzanan ve 7.000 metreyi geçen yüksek zirveleri İhtiva eden sıralar Orta Asya dağlarının güney yaylarını teşkil ederler. Güneydoğuya doğru uzanan dağlar (Altın dağları) Tibet havzasını güneyden çerçevelemektedir. Hakikatte bu dağlar, bahis konusu havzanın, güney kenarında yaylar çizmektedir. Bunların arkasında batıda Karakurum, doğuda Üstün ve Arka dağlar aynı istikamette yaylar meydana getirirler. Orta Asya dağlar; kuzeyden güneye doğru gidildikçe, kıvrılma tarihleri bakımından, yenileşmektedir Baykal gölünün güneyindeki dağlar Kaledonien (I. Zamanın ilk yarısı) ve Hersinyen (I. Zamanın ikinci yarısı) yaşta kıvrılmalar oldukları halde, Himalayaiar Aip sistemine dahildir. Yaşları ne olursa olsun bu kıvrılmalarda hâkim istikamet doğu - batıdır. Bu hat, iklimlerin dağılışı, bitki örtüsünün tabiatı, insanların ve medeniyetlerin yayılış» üzerinde büyük tesirler icra etmiştir. Orta Asya dağlarının Altaylar'a kadar olan. kısmı ile Tibet yaylası ve bunun kuzey kenarındaki dağlar eski kütleler olup teşekküllerinden Üçüncü Zamanın ortalarına kadar aşınmış ve sonra yükselmişlerdir. Şu halde bu dağlar, yüksek irtifalarına rağmen, esasında, ihtiyar dağlardır. Yükselme kütle halinde olmayıp geniş dalgalı kıvrımlar şeklinde tecelli etmiştir. Şöyle ki, yüksek kısımlar dağ sıralarını, alçak kısımlar da oniar arasında kalmış olan kapalı çukurlukları meydana getirmişlerdir. Bu sonuncuların başltcaları Tarım. Fergana, Gobi

Şekil 1 - Fergane depresyonu (havzası). Orta Asya dağları arasında yer alan havza 300 uzunluğunda ve ortalama olarak 100 km. geotştiğindedir. Kapladığı saha 22.000 km2'c

çanaklardır (Şekil 1).

14

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Ön Asya ve Orta Asya'nın İklim Şartları s Anadolu'nun kıyı bölgeleri, bilhassa Karadeniz kıyılarıyla İran'ın Hazar kıyıları ve Yemen bölgesi bir tarafa bırakılacak olursa, Asya kıtasının batı kısmıyla Orta Asya'nın her tarafında (yüksek dağlar müstesna) step ve çöl iklimleri hâkimdir. Bu hal, meteorolojik ve coğrafî sebeplerden ileri gelmektedir. Gerçekten ön Asya ve Orta Asya'da, senenin büyük bir kısmında, yüksek basınç rejimi hâkimdir. Bu rejimin hüküm sürdüğü bölgelerde yağış İhtimali çok azdır. Diğer taraftan Asya'nın bu kısmi Okyanuslardan uzaktır. Aynı zamanda büyük bir kısmının (İç Anadolu, kan yaylası ve Orta Asya çanakları gibi) etrafı yüksek dağlarla çevrilmiştir. Bunlar okyanus ve denizlerden gelen nemfi rüzgârların yağış getirmelerine mâni olurlar. Bölge iklimini daha iy? anfıyabilmek fçfcü-'iklfm unsurlarına bir göz atmakta fayda vardır. Sıcaklık: On Asya ve Orta Asya, yaz mevsiminde, kıtanın en sıcak kısımlarıdır. Bunda coğrafî enlem kadar step ve çöl bölgelerinin geniş oluşunun da tesiri vardır. Gerçekten bu bölgelerde atmosferdeki su buharı, kıyı bölgelerine nazaran, az olduğundan güneşten gelen ışınlar atmosferin üst tabakalarında tutulamamakta ve toprak civan fazla ısınmaktadır. Bu sebeple yaz sıcaklıkları çok yüksektir. Sıcaklık, umumî olarak, Manın batı kısmında güneyden kuzeye doğru coğrafî enlemin tesiri altında azalır; fakat, batıdan doğuya doğru denizin tesirinin azalmasıyla artar. Mutlak azamî sıcaklık çöl bölgelerine isabet eder. Orta Asya'da Tirmiz (48,5°) ve Luk-şon (48°) şimdiye kadar kaydedilmiş olan en yüksek mutlak azamî sıcaklıktaki yerlerdir. Yazın, kıta içinin fazla ısınmış olması dolayısiyle, Orta Asya dağları, yüksek kısımlarına kadar yaşamaya elverişlidir. Meselâ 38° 11' kuzey enleminde bulunan Parntrisk Post 3.653 m. yüksekliği haiz olmasına rağmen Temmuz ortalaması 13,5° Ön Asya ve Orta Asya kış mevsiminde güneş ışınlarının eğik gelmesi, günün kısalması ve aynı zamanda kuzeyden gelen soğuk hava kütlelerinin tesiriyle soğuktur. Orta Asya'da Sibirya üzerinden esen kuzey rüzgârları, diğer mevsimlerde olduğu gibi, kışın da hâkimdir. Ön Asya ve Orta Asya'da kış mevsiminin uzunluğu ve şiddeti, güneyden kuzeye doğru artar. Yazın ide; mevsimin uzunluğu ve sıcaklıklarının şiddeti, kış mevsiminin uzunluğu ve şiddeti nisbetinde değildir. Batı Türkistan'da yaz, Akdeniz kıyılarındakinden daha sıcaktır. Basınç ve Rüzgârlar: ön Asya'da Akdeniz kıyılariyfe iç kısım iklim bakımından birbirinden farklıdır. Bunda, diğer âmillerin yanısıra, basınç ve rüzgârların rolü olduğu muhakkaktır. Gerçekten Ön Asya'da basınç merkezleri İte bunların istikamet verdikleri hava kütleleri geniştir ve nisbeten sabittir. Akdeniz havzasının aksine Ön Asya'da, ^mevsiminde yüksek, yaz mevsiminde ise alçak basınç hâkimdir. Kışın ön Asya'da hâkim olan sibirya yüksek basıncıdır. Buradan gelen hava kuru ve soğuktur. Bazan Arap yarımadası üzerinde bir sırt meydana getiren Büyük Sahra yüksek basıncı, bahis konusu yüksek basınçla

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

15

Her iki yüksek basınç merkezi arasından, sonbahar ve ilkbaharda, batıdan doğuya doğru hareket eden alçak basınçlar geçer. Bunların mühim bir kısmı Akdeniz'de meydana gelmektedir. Sonbahardan itibaren Akdeniz havzasının kuzey kısmı gezici alçak basınçların güzergâhını teşkil eder. Bunların faaliyetleri kışa doğru artar ve bunun neticesi olarak bütün kış mevsiminde yağışlar meydana gelir. Yaz mevsiminde ise kutup havasının kuzeye doğru çekilmesiyle havza tropikal hava kütlelerinin tesiri altında kalır, gezici alçak basınçlar bu havzaya sokulamaz ve bu yüzden Akdeniz havzası ve Ön Asya yazın yağmur almaz. Yazın ön Asya'da Batı Pakistan'dan Irak'a kadar uzanan sahada bir alçak basınç sahası vardır. Bu mevsimde kuzey ve kuzeybatıdan esen rüzgârlar hâkimdir. Doğu akdeniz havzasından Mısır çölüne doğru esen ve İlkçağdan beri bilinen bu rüzgârlara Etezyen rüzgârları denir. Bu rüzgârların tesiri memleketimizde de hissedilmektedir. Aynca Ön Asya kıyılarında, gündüzleri havayı serinleten deniz meltemleri görülür. Memleketimizde bunun en güzel misali İzmir'de denizden esen imbat rüzgârıdır Yağış: ön Asya ve Orta Asya bazı kıyı bölgeleri (Anadolu'nun Karadeniz, Ege Denizi ve Akdeniz kryı dağlık bölgeleri ile Hazar Denizi'nin güney kıyıları) hariç, 25C - 500 mm. arasında yağış almaktadır. Çevrenin yağışlı oluşu denizlere yakınlık ve yükseklikle alâkalıdır, iç kısım bazı yüksek dağlık bölgeler hariç kuraktır. Memleketimizde etrafı yüksek dağlarla çevrili İç Anadolu ve Doğu Anadolu havzaları az yağışlı step sahalarıdır. Bunlar gibi iran'ın iç kısmı ve Hazar denizinin doğusunda kalan geniş saha da çöldür. Doğu Akdeniz'de teşekkül eden gezici alçak basınçlar doğuya doğru hareketlerinde, kıyı dağlan bir engel teşkil etmediğinden Suriye1 de Halep bölgesindeki yaylalar bolca yağış alırlar (yıllık ortalama yağış miktarı 400 600 mm. arasında). Doğuya doğru denizden uzaklık ve yüzey şekillerinin silikleşmesi dolayısıyla yağış azalmaktadır. Buna rağmen 'Verimli Hilâl'in güney kısmı 200 - 400 mm. arasında yağış alır. Ön Asya'nın batı kısmında yağışlar, mahiyet itibariyle, Akdeniz yağışlarıdır. Yalnız Karadeniz kıyılarında kurak mevsim yoktur. Ön Asya'nın Karadeniz ve Hazar kıyıları bir tarafa bırakılacak olursa diğer yerlerinde ya saf Akdeniz yağış rejimi (soğuk mevsimi yağışlı, yaz mevsimi kurak) yahut bozulmuş Akdeniz yağış rejimi görülür. Orta Asya'nın batı kısmında (Batı Ttirkistan) vaziyet böyledir. Meselâ yıllık ortalama yağış tutarı 135 mm. olan Buhara'da yaz mevsimi tamamen kuraktır. Batı Türkistan'da yağış mevsimi kış ve ilkbahardır. Yağış âzamim ilkbahar başlangıcıdır. En yağışlı ay Mart ayıdır. Hazar'ın ötesindeki yerlerde tamamıyla açık güriterîh sayısı 140 olduğu hâlde, kapalı günler 59'dur. Batı Sibirya'da vaziyet buradakinin aksidir: 132 tamamiyle kapalı güne karşılık açık olan gön sayısı 47'dir. Ön Asya va Orta Asya'da İklim Tipleri: Ön Asya'nın batısında (Ege Denizi kıyıları îte Türkiye'nin güney kıyılarında) Akdeniz ikilimi hüküm sürer. Ege kıyılarında yaz mevsimi. Batı Akdeniz havzasında olduğundan daha sıcaktır. Meselâ İzmir'de beş ayın. (Mayıs - Eylül aylarının) ortalama sıcaklığı 20°'nin üstündedir. En sıcak ay Temmuz'dur (izmir'de 27.6°). Görülüyor ki İzmir'de yaz aylarının sıcaklığı tropikal iklimlerin sıcaklıkları kadar ve hattâ daha yüksektir. Burada yaz mevsimi barız surette kurak geçer. Hazirandan Eylül sonuna kadar 4 ay zarfında düşen yağmur miktarı ancak 36 mm.'dir. Bütün Akdeniz havzasında olduğu gibi Ege'de,

16

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Güney Anadolu'da ve Suriye kıyılarında da soğuk mevsim yağış mevsimidir. Bununla beraber kışın hissesi sonbahar ve ilkbaharınkilerden daha fazladır. Güney Anadolu kıyılarında hakiki Akdeniz iklimi hüküm sürmektedir. Ancak Akdeniz ovalan Batı Anadolu'ya nazaran biraz daha sıcaktır. Bu husus coğrafî sebeplerden ileri gelmektedir. Gerçekten Toroslar'la çevrilmiş olan bu ovalar kuzeyden gelen soğuk rüzgârlara karşı mahfuzdur. Kıbrıs iklimi de esas itibariyle Akdeniz ikliminin kontinental tipidir. Yalnız burada kışlar biraz daha mülayimdir. Akdeniz delimi doğuya doğru gidildikçe bozulmakta ve çöl iklimine bir geçiş görülmektedir. Anti Lübnan'ın doğusunda başlayan çöl (Suriye çölü) Mezopotamya'ya kadar uzanır. Bu geçiş iklimine Akdeniz step iklimi denir; yani, mübalâğalı kontinental bir tip olup sıcaklık farkı ehemmiyetlidir ve mutlak kuraklık en az 6 ay devam eder. Memleketimizin güneydoğusunda da "Akdeniz Step İklimi" hâkimdir. Urfa'da olduğu gibi yıllık sıcaklık farkı çok fazladır. Yazlar çok sıcak, kışlar çok soğuktur. Yıllık yağış tutarı 445 mm. kadardır. Yaz mutlak denecek derecede kuraktır. Buna tekabül eden bitki örtüsü bozkır (step)'dır. Buradan güneye doğru gidildikçe, yavaş yavaş çöle (Suriye çölü) geçilir. ' Akdeniz step âdimi Doğu Anadolu'da ve Zagros dağlarında (yükseklik ve dağ-'Jık kütlelerin mevcudiyeti dolayısiyle) kesintiye mâruz kalmakta, fakat bunların eteğinde, bilhassa iran Azerbaycanı'nda, tekrar kendini göstermektedir. Bahis konusu step iklimi Kuzey iran'da, Horasan'da ve Afganistan'da devam etmektedir. Bu step iklimlerinin kuzey ve güneyindeki geniş sahalarda muhtelif tip çöller yer almaktadır. Şöyle İd, Ön Asya'da Arap yarımadasının iç kısmı ve aşağı Irak, Sahra iklimi tipi sıcak çöller grubum dahildir. Çöl, 35° kuzey enlemine kadar ilerlemektedir. Güney İran'da Basra körfezi kıyılan ve Mekran dağlan sıcak çöllerin çok şiddet kazandığı yerlerdir. Yağmurlar çok azdır. Meselâ kıyıda Jask (25° 47' kuzey entemi)'m bütün yıl aldığı yağış miktarı, ortalama olarak 110 mm. civarındadır. Burada yağış sonbahar sonu ve ilkbahar başlangıcında görülür. Nisandan Ekim sonuna kadar hemen hemen hiç yağmur yağmaz. İran'ın iç kısmı (Kevir'ler ve Lûtlar) kumlu, çatallı ve tuzlu göllerle kaplı soğuk çöllerdir. Bununla beraber buralarda yazın sıcaklık 45° ye kadar çıkar. Iran yaylasının orta kısmından kenarlara doğru gidildikçe ilkbahar yağmurlarının hâkim olduğu steplere geçilir. Isfahan, Tahran ve Meşhed'de en fazla yağış Mart ayındadır. Bu yerlerde yaz mevsimi hemen hemen kuraktır (Güneydoğu Anadolu ve Orta Irak'taki yağış rejiminin bir değişik şekli olan bozulmuş Akdeniz yağış rejimi). Horasan dağlan ve Hindikuş silsilesinin öte taralında yer alan alçak yaylalarla ovalarda tekrar çöl iklimi hüküm sürmeye başlar. Orta Asya'da yüksek dağlarla, bunların arasında yer almış bulunan irili ufaklı çanaklar birbirinden farklı iklim hususiyetlerini haizdir. Umumiyetle yüksek dağlar daha yağışlıdır, buralar yer yer ormanlarla kaplı olup otlakları ihtiva etmektedir. Halbuki aralarında bulunan havzalar çok az yağışlıdır; step ve çöllerle kaplıdır. Asya'da çöl rejiminin çok geniş bir saha dahilinde kendini göstermesinde: 1) Deniz-

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

17

lerden ve okyanuslardan uzaklığın, 2) Yağış getiren rüzgârlara bir mania teşkil eden ve yaz musonunu tutan bir dağlar şeddinin mevcudiyetinin, 3) Kışları şiddetli olan kuşakta soğuk mevsimin tabiî kuraklığını arttıran bir yüksek basınç rejiminin müşterek tesirleri vardır. Mezopotamya, Iran ve Türkistan'dan geçmek özere Arap yarımadasından Mançurya'ya kadar uzanan bir çöl kuşağının mevcudiyeti bu suretle izah edilir. Bu çöl kuşağı yalnız Ûn Asya ve Orta Asya'da dağlarla kesintiye uğramaktadır. Hazar denizinin doğusunda ve Aral denizinin (bazı atlaslarda göl) çeviren alçak yaylalarla ovalarda İran'ın iç kısmındaki iklimden daha az sert ve kışlan yağışlı otan iklimden farklı bir İklim vardır. Bölgede arızî olan yağışlar, kuzey ve güneyde, ayrı ayrı mevsimlere düşer. Güneydekiler Akdeniz'in kış ve ilkbahar yağışlarıdır. Merv'de Ocak'tan Nisan'a kadar yağış tutarı 79 mm. kadardır. Kuzeydekiler ise, kığı şiddetti olan kuşağın kara iklimi bölgelerinde olduğu gibi, daha ziyade yaz yağmurlarıdır. Bölgenin her tarafında, coğrafî enlem ne olursa olsun, sıcaklık farkı dan ma ehemmiyetlidir. Yaz mevsimi çok sıcaktır. Coğrafî enlemi 37° olan Merv'de Temmuz ortalaması 30,2Oldir. Hakiki bir kış mevsimi vardır. Kış, güneyden kuzeye doğru şiddetlenir. Coğrafi enlemi 41° olan Hive'de Ocak ortalaması -4,7° dir. Aral gölünü güneyden çeviren ovalarda şiddetli rüzgârlar kum fırtınaları meydana getirir. Bundan başka kuzeyde kar fırtınaları görülür. İşte Kısaca tasvir edilen bu çöl iklimi tipine, de Martonne, Aral tipi der. Bu, soğuk çöl iklimlerinin ara tipidir. Doğu Türkistan'da ve Gobi'de kış mevsimi daha şiddetlidir. Tibet'in yüksek yaylalarında, hemen hemen bütün sene, kış vaziyeti mevcuttur. Bu yaylalarda bir dağ çölü iklimi hüküm sürmektedir. Orta Asya'nın alçak kısımlarında mevcut iklimlerin müşterek vasıfları kuraklık (bu bölgelerin yıllık ortalama yağış miktarı 200 mm.'nin altındadır), çok yüksek yaz Sıcaklıktan, çok ehemmiyetli günlük ve yıllık sıcaklık farkı, çok ehemmiyetsiz nisbî nem ve şiddetli buharlaşmadır. Bu hususlar gösteriyor ki, Orta Asya'nın alçak kısımlarında kara çöl iklimleri ile buna mütemayil step iklimleri hüküm sürmektedir. Orta Asya çölleri, umumiyetle, orta kuşak çölleri grubuna dahildir. Takriben 30° ye 50° kuzey enlemleri arasında uzanan çöl ve stepler sahasının kuzey ve güney kısımları, yağış ve sıcaklık rejimi bakımından, birbirinden farklıdır. Şöyle ki, aşağı yukarı 42. paralelin kuzeyinde kalan bölgede (Üst Yurt yaylasında, Aral gölü bölgesinde, Güney Kazakistan'da), kışları dondurucu, yazları kavurucu olan bir kara iklimi vardır. Kışların şiddeti hakkında bir fikir vermek için Arat denizinin 5 ay müddette donduğunu söylemek kâfidir. Yağış, hemen hemen senenin bütün aylanna müsavi bir şekilde dağılmış gibidir. En kurak mevsim kıştır. Bu tip çöl iklimine kara çöl iklimi denebilir. Bu paralelin güneyinde kalan kısımda kışlar, kuzeyde olduğu kadar şiddetli değildir. Yıllık yağış tüten kuzey kısmındakine nazaran, daha azdır. Buhara'nm bir sene zarfında aldığı yağış ancak 135 mm.'dir. Yaz mevsimi mutlak denecek derecede kuraktır. Haziran'dan fyfül sonuna kadar, hemen hemen M$ yağrnor yağmaz. Yağış rejimi Kuzey Sahra'nın yağış rejimine çök1 benzediği Işift Güney Türkistan'daki (Türkmenistan ve Özbekistan'ın alçak tasımlan, Karakum çölü ve Amu Derya'nm orta ve aşağı mecrası) bu çöl iklimine bazı coğrafyacılar, ^ deniz çöl iklimi der.



TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

87

Doğu Türkistan'ın alçak kısmını teşkil eden Tarım havzasında bir kara çöl iklimi vardır. Etrafı yüksek dağlarla çevrilmiş olan Tarım havzasının en alçak kısmında, takriben 300.000 krn^lik bir sahada, Taklamakan çölü yer almaktadır. Civar okyanus ve denizlerden 2.200 km. kadar uzak olan Tarım havzasının orta kısmı çok kuraktır. Burada, gökyüzü umumiyetle az bulutludur. Bulutlar, batıdan ve bilhassa, güneybatıdan gelir. Yağış, gerek yağmur gerek kar şeklinde olsun, az düşer. Senede yağışlı telâkki edilebilecek gün sayısı 20'yi bulmaz. Her defasında düşen yağış miktarı gayet azdır. Tanrı dağlarının kuzey tarafı güney tarafından 5 ilâ 6 misli daha yağışlıdır. Gerçekten bu dağların kuzey eteğinde yer alan Urumçi, senede ortalama olarak, 262 mm. yağış aldığı halde Kaşgar'ın yıllık ortalama yağış miktarı ancak 4İ mm.'dir (Şekil 2).

mm

19

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

efor. Fakat hiçbir tarafta bu kadar yağtş, sulama olmaksızın, ziraate kâfi gelmez. Doğu Türkistan'ın kışları serttir. Kaşgar'da termometrenin -25 dereceye kadar düştüğü vâkidir. Aynı yerde 35 senelik rasatlara göre Ocak ortalaması -5.8 derecedir. Fakat ilkbaharda sıcaklar birden yükselmeye başlar (Şekil 3). Nisan ayı ortalaması 17.3 derecedir. Bu ayın bazı günlerinde sıcaklığın 30 dereceyi aştığı vâkidir. Yaz aylan, irtifa ve yüksek dağlara yakınlık dolayısiyle, o kadar sıcak geçmez, Kaşgar ve Yarkent'in Temmuz ortalamaları 27.5 derece civarındadır (Şekil 4). Bununla beraber sıcaklık, yaz aylarında, 35 dereceye kadar çıkmakta ve hattâ geçmektedir, çok yüksek sıcaklıkların fazla olmayışı irtifa (Yarkent 1270 m.) ve yüksek dağlara yakınlık dolay ısıyladır. Çölde, kumulla kaplı bölgelerde sıcaklık kışın 5 ilâ 6 derece daha düşük, yazın da o kadar daha fazladır (Şekil 3,4).

•e

KA$GAR

Z7«

Ki9

24-

KAŞGAR 30-.

27-

21*

'

«4

ttj m

18=

15-

n

/5'

,2-

12-

9-

9-

j frl

r~ı

6""■

3'

63O

fâ*mm*/&

V/ //&/

Şekil2 -Kaşgar'ın yağış rejimi. Sütunlar yağısın mevsimler arasındaki dağılışını göstermektedir.

Orta Asya'nın batı kısmı (Batı Türkistan) ile doğu kısmı (Doğu Türkistan) arasında yağış bakımından da fark vardır. Şöyle ki, Doğu Türtöstan, Moğolistan ve Tibet'te soğuk mevsim umumiyetle kurak; sıcak mevsim {ilkbahar sonu ve yaz) yağışlı; halbuki Batı Türkistan'da aynı enlemlerde (Hazar denizinin doğusunda Buhara'ya kadar olan alçak sahalar) bilâkis, yaz ayları tamamen kurak ve soğuk mevsim (bilhassa kış ve ilkbahar başlangıcı) yağışlıdır. Böylece Doğu Türkistan'da yaz musonunun, Balı Türkistan'da da Akdeniz'in;uzak tesirleri görülür. Gerçekten Yarkent'in güneyindeki dağların etekleri ile Altın dağları,

oT6>

.'

o. a .

yazın oldukça yağmur

M M .

"■

H. T. A £. Ek

İt A.

Şekil 3 - Kaşgar'ın sıcaklık rejimi. Hülâsa, Orta Asya'nın batı ve doğu kısımlarında coğrafî enlem, yükseklik göz önünde tutularak bazı mevzi? iklim tipleri ayırt edilebilir: a) Gerek batıda» gerek doğuda yüksek enlemlerde yağış, alçak enlemlerde bulunan ovalardakinden daha fazladır; fakat miktar 250 mm.'yi aşmaz. Ayrıca kurak mevsim yoktur. Yağışta, soğuk mevsimde, hafif bir azalma vardır. Yazlar, güneydeki ovalara nazaran daha sıcak; fakat kışlar daha soğuktur, bu tip iklim çöl ve çölleşmeye yüz tutmuş stepler iklimi olup Kazakistan'da kendini gösterdiği için buna Kazakistan iklimi demek yerinde olur. Misal: Semipalatinsk (Şekil 5).

20

TÜRK DÜNYASI EL KİTABİ

•c

YARKENT

Jl

Z7-

mm zı

.—ı

î^îtfaû

ta. ISIZ*

' '[■• I

9 6 3 0'

• 4

0y

&

a

Şekil 4 - Yarkent'in sıcaklık relimi.

•c

SEMIPALATİNSK

\ mm.

\

• 50 45 40

'4

'30 25 20 75

V ıo 5 -/ff«

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

21

H

W

S

Şekil 5- Semlpalaönsk'in ikltm diyagramı. Sıcaklık kesik çtegHle, yağış sütunlarla gösterilmiştir.

I

:■-

b) Bunun güneyindeki cıvalarda (Hazar denizi ile Aşağı Amu Derya ve Sir Derya arasındaki saha -yani Karakum ve Kızılkum- umumiyetle daha az yağışlı (200 mm.'den az), yaz mevsimi mutlak denecek derecede kurak ve ziraatın katî surette Bulamaya ihtiyaç gösterdiği bir çöl iklimi vardır. Türkmenistan ve Özbekistan ovalarında hâkim olan bu iklim tipine mahalli bir ad vererek Batı Türkistan iklimi «temek yerinde olur. Bu iklime misâl olarak Merv civarında Bayram Ali verilebilir (Şekil 6,7).

Şekil 6 - Bayram Ali'nin iklim diyagramı. Sıcaklık kesik çizgi ile. yağış sütunlarla gösterilmiştir.

c) Bu iklim tipi Doğu ve Güneydoğuda dağlık bölgeye doğru esas vasıflarını muhafaza etmekle beraber yükseklik dolayısiyie yıllık yağış miktarı adar (250 ilâ 500 mm.). Alay ve Hisar dağlarının batı etekleri, Batı Türkistan ikliminin irtifa dolayısiyie değişen bu tipine dahildir. d) Kûhistan ve Pamir dağlık bölgesinde, irtifa dolayısiyie, daha serin, daha nemfi ve yıllık yağışın sene içinde daha iyi dağıldığı bir dağ iklimi vardır. e) Doğu Pamir'de ve Taklamakan çölünü güneybatı ve güneyden çerçevefiyen dağlarla yüksek yaylalarda yüksek çöl iklimi mevcuttur. Buralar meskûn olmayan sahalardır. f) Doğu Türkistan'ın alçak kısımlarında (Tarım havzası *e Çungarya) çöl ve çöle mütemayil stepler vardır. Yukarda oldukça etraflı bir şekilde görüldüğü üzere Ta rım havzasının orta kısmını geniş bir çöl {Taklamakan Çölü) kaplamaktadır. Burada kuraklık Batı Türkistan'dakinden daha fazladır. Yıllık yağış tutarı çok daha azdır. Kış mevsimi daha soğuk geçer. Yazlar o kadar sıcak olmamakla beraber

sıcaklık

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

senelerce yağış almayı-

Şekil 7 - Taşkent'in iklim diyagramı. Sıcaklık, kesik çizgi ile .yağış sütunlarla gösterilmiştir. farkı, batıya nazaran daha fazladır. Bu iklime Doğu Türkistan iklimi denir. Bunun! da yön, coğrafî enlem ve irtifa unsurla/ının müdahalesi ile meydana gelmiş bir takım dereceleri vardır. Şöyle ki, çöl iklimi, Tarım havzasının ortasına doğru çok kurak ve kara tipinde olduğu halde, havzanın kuzey ye batı kenarında, vahaların bulunduğu dağlık kenara doğru, daha mutedildir. Buralarda yağış biraz daha artmakta ve yaz sıcaklığı nisbeten azalmaktadır. Arkadaki dağlarda (Tanrı dağlarının doğu etekleri}, yükseklik dolayısiyle Batı Türkistan'da olduğu gibi, yağış miktarı artmaktadır. Buralar ormanlar ve otlaklar sahasıdır. g. Tanrı dağlarının doğuya doğru meydana getirdiği uzun ve yüksek dağlık çıkıntı Tarım havzasını Çungarya'dan ayırmaktadır. Çungarya'da Kazakistan iklimini hatırlatacak bir İklim tipi vardır. Burası, bütünüyle, çöl olmaktan ziyade bir bozkır sahasıdır. Yalnız havzanın ortasına doğru bozkır, çöle mütemayil bir karakter ar-zetmeğe başlar. İklim Değişmeleri ve Kuraklık Meselelerine Umumî Bakış s Türkler'in yaşadıkları Ön Asya ve Orta Asya'nın şiddetli iklim bölgelerinde iklim unsurlarının (bilhassa sıcaklık ve yağış) seyri sabit olmadığı gibi, bunların tesiri altında bulunan alâkalı hâdiseler de (akarsuların akımları, boyları, göllerin ve iç denizlerin seviyeleri, bitki örtüsü gibi tabu hâdiselerle, insanların yer değiştirmeleri, hayat tarzları ve benzeri beşerî hâdiseler) birtakım değişmelere maruz kalmaktadır. Kürenin muhtelif bölgelerinde, bilhassa çöller, yarı çöller ve bozkırlar sahasında yapılan müşahedeler buralarda muhtelif devirlerde bir takım değişikliklerin meydana geldiğini ortaya çıkarf1ii§fir. Bu bozkır bölgesini

23

şı ve yağış rejiminde görülen bir değişme burayı çöl haline getirebilir. Afrika'da ve Asya'da tamamen kuruyan göller olduğu gibi, yağışlı ve kurak devrelerin birbirini takip edişi bu kıtaların bazı yerlerinde göl seviyelerinin yükselip alçalmasına yol açmıştır. Yağışlarda görülen bu değişiklikler, ziraî ve iktisadî hayatı yakından ilgilendirmektedir. Acaba hemen hemen her tarafta tesbit edilen bu değişmeler devrî midir? Musonlar Asyası'nda Hindistan'da 11 senelik bir devrîliğin meydana çıkarıldığı zannediliyor. Orta kuşakta buzullar, tropikal memleketlerin gölleri gibi cephelerinin ilerlemeleri ve gerilemeleri ite sıcaklık ve yağış değişmelerinin mevcudiyetini göstermektedirler. Brückner'e göre bahis konusu değişmelerin mevcut olduğunu gösteren bütün bilgiler, iklimin devrî değişmelerini meydana çıkarmak hususunda birleşmektedirler. Ona göre bu devre 35 seneliktir. Kurak ve yarı kurak bölgelerde bazı araştırıcıların müşahadeleri, onlarda, buralarda kıtaların tedriç? bir surette kuraklığa doğru gittiği intibaını uyandırmıştır. Meselâ Kuzey Afrika'da bozkır sahalarında ve çöle mütemayil bozkırlarda Romalılar devrinden katma harabeler, böyle bir intiba hâsıl etmektedir. Güney Afrika'da Kalahari'de çöl. Passarge'ye göre sahasını bozkırın zararına genişletiyor. Bölgede kaynaklar kaybolmakta ve Oranj nehrinin akımı azalmaktadır. Orta Asya'da Hazar denizinden Lob-Nor'a ve Umman denizinden Fergana'ya kadar uzanan geniş sahada arkeologların meydana çıkardıkları harabeler, {şuralarda parlak bir medeniyetin varlığını fakat sonradan bütün bunların ortadan kalkmış olduğu intibaını uyandırmıştır. Mazinin parlak devirleri ile bugünkü harabeler arasında göze çarpan tezat, geçen asrın tanınmış ilim adamları tarafından tarihî arızalar olarak değil, fakat zaman dahilinde devamlı surette tesirini gösteren tabiî bir sebebe bağlanıyordu. Orta Asya, tarihî zamanların başından beri tedricî bir kuraklığa sahne olmuştur. Kuraklık göçebelerin dolaştıkları araziyi daraltarak onları, sahalarının dışında kalan yerleşik âlemin üzerine atıyordu. Böylece buzul devirlerinin sonundan beri tesirini gösteren kuraklaşma büyük istilâların âmili olarak ortaya çıkıyordu. Bu görüşü tenkit edenler, devamlı kuraklık faraziyesinin Batı Avrupa'da buzul devri sonrası iklimlerinin tekâmülünde tesbit edilen değişmelerle pek bağdaşamadığını ileri sürmüşlerdir. Onlara göre, kuraklık faraziyesi zaman dahilinde çok mevzileşmiş tarih! hâdiselerin izahına uygun değildir. Bununla beraber kuraklığın devrî bir mahiyet kazanacağı farzedilebilirse bu faraziyeye yapılan itiraz kısmen değerini kaybeder. Bilindiği üzere Üçüncü Zamanla Dördüncü Zamanda görülen iklim değişmeleri, daha ehemmiyetsiz farklarla milâttan evvel II. ve I. binlerde, fakat dalma kuraklığa mütemayil olmak üzere, devam etmiştir. Ön Asya İle Orta Asya'nın Bitki Örtüsü ve Topraklan: Ûn Asya ve Orta Asya'da bitki örtüsünü teşkil eden toplulukların dağılışını gösteren bir haritaya bakılacak olursa, bu geniş bölgede ormanların mahdut sahalar işgal ettiği görülür. Hususiyet gösteren bir orman topluluğu Doğu Karadeniz'le Kolşit bölgesindedir (Kolşit bitki topluluğu). Esasında Orta Avrupa bitki âleminin bir unsuru olan Kolşit bitki topluluğunun Akdeniz'de görülenle hiçbir münasebeti yoktur, iri ağaçlardan ibaret öten bu ormanın bir de gür orman altı topluluğu vardır. Buna benzer bir bitki âlemi Hazar denizinin güney kıyılannda mevcuttur. Ön

M______________i------------------------------------------------------------»-TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

Asya'nın diğer dağlık sahalarında görülenler ise, yapraklarını döken karışık orta kuşak ormanları ile iğne yapraklı ormanlardır. Bunlar her tarafta büyük tahribata uğramışlardır. Bunun iki sebebi vardır: 1) Yakacak odun elde etmek,-2) Ziraat sahası açmak. Çok eski bir medeniyet sahası olan ûn Asya, bu yüzden büyük zararlar görmüştür. Bu sebepten bölgede orman büyük istilâ yollarının kenarındaki sarp dağlık yerlere sığınmıştır. Denklerden uzaklık, yükseklik, kıyılarda hüküm süren İklim tiplerinin (Asya'nın batısında Akdeniz güneyinde muson iklimleri) bozulmasına sebep olmuş ve bunun neticesi olarak bir taraftan yağış azlığı, diğer taraftan yağış rejiminin bozuluşu, bozkır ve çöllerin geniş sahalar kaplamasına meydan vermiştir. Türkiye'nin Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz kıyıları ormanlarla çevrili olmasına rağmen iç kısmı bozkırdır. İç ve Doğu Anadolu'daki havzaların hiç olmazsa çerçevelerinin ormanlarla kaplı olması icab ederken Trakya'nın iç kısmında olduğu gibi, çıplaklığı, orman tahriplerinin neticesidir. Fakat böyle bir iddia Güneydoğu Anadolu bozkırları için ortaya atılamaz. Verimli Hilâl'in Türkiye'nin bu bölgesine isabet eden kısmı tabiaten bir bozkır sahasıdır. Ûn Asya'nın bu kısmında çölün hududunu, kabaca, hurma ağacı tâyin etmektedir. Şam, Halep, Urfa, Musul, Kerkük gibi yerler hurmanın meyva verdiği sahanın dışında kalmaktadır. "Verimli Hilâl" kuşağı, Eski çağdan beri Akdeniz memleketleri ile Mezopotamya arasında münasebet tesis eden yolların geçtiği sahadır. İran'da nemli orman (Kolşit bf^ti topluluğu) sadece Elbruz'un kuzey yamaçlarında mevcuttur. Iran Azerbaycanı'nda ve Zagroslar'da karışık orman vardır. Bunların etekleri muhtelif tabiatta bozkırlarla kaplıdır. Kuzeydoğuda ormanlık yerler parçalar halindedir. Bunlann arasında yüksek ve alçak bozkırlar geniş sahalar kaplamaktadır. İran'ın iç kısmı, tamamen kurak bölge sınırları içinde olup çöl veya çölleşmeye yüz tutmuş bozkırlar halindedir. Yerleşme sahaları dağların eteğindeki vahalara rastlamaktadır. Iran'n iç kısmında hurmanın hududu, Arap yarımadasında olduğu kadar kuzeye çıkmamaktadır. Bunda kışların daha soğuk oluşunun tesiri vardır. Sibirya'da iğne yapraklı ormanlar (tayga ormanları) hâkimdir. Bu ormanlar Orta ve Kuzeydoğu Sibirya'da, hususiyle Yakutistan'da geniş sahalar kaplarlar. Balı Sibirya'da orman bataklık bölgede gelişmiştir. Burada kuzeyden güneye doğru bir birini takiben ladin, sarıçam ve köknarlardan müteşekkil bir iğne yapraklı orman bölgesi huş ağaçlarıyla temsil edilen geniş yapraklı ağaçlardan müteşekkil bir bölge ile ayırdedilir. Bu ormanlık saha batıda Ural dağlarında güneye doğru bir çıkıntı yapmakta ve daha batıda Ufa ve Perm'e kadar uzanmaktadır. Bölgede iğne yapraktı ormanlar ile Orta kuşağın karışık ormanının unsurları birbirine girmektedir.

çiçeklenir; sonra yazın kurur. Çok küçük canlılara* hayatî faaliyetleri neticesi bu otların parçalanması

Batı Sibirya'da kuzeyden güneye doğru iğne yapraklı ormanlardan yayvan yapraklı ormanlara ve bundan da ağaçlı stepe geçilir. Bunu, Karpatlar'dan Altaylar'a kadar şeritler halinde muhtelif tabiatta stepler (bozkırlar) takip eder. Stepler birtakım kuşaklar ve lekeler teşkil etmektedir. Bunların en mühimi kara topraklar üzerindekiler olup, Ukrayna'dan Sayan dağlarına kadar 2,5 milyon km2'lik bir sahayı İşgal ederler. Bozkır bitkileri ilkbaharda süratle biter, fışkırır ve

25

ile teşekkül eden hümüs toprağa karışarak Kara toprak (Çernozyum) denen hususî bir toprak tipi meydana getirir. Yazın yağışın kâfi olduğu yerlerde bu çeşit topraklar dünyanın en zengin ziraat topraklarıdır. Bu mahiyeti haiz stepler, Orta Asya'da yalnız Kazakistan'ın kuzeydoğusunda oldukça geniş bir sahada yaygındır. Bu saha verimli ziraat toprakları dolayısiyle, Rus kolonizasyonuna sahne olmuştur. Bunun güneyinde yer alan bölge (geniş mânada Batı Türkistan) kurak steplerle çölleri ihtiva etmektedir. Kazakistan'ın kurak ve tuzlu sahaları ile Kırgız stepler bölgesi, her bakımdan, doğu ite batı arasında bir geçiş alanıdır. Gerçekten burada yer şekilleri silik olduğu gibi, nehirler de aralıklıdır ve akımları zayıftır. Görülüyor ki, gerek yer şekilleri, gerek akarsuların durumu, doğu - batı istikametinde yer değiştirmeye engel teşkil edecek mahiyette değildir. Onun için Asya'nın iç kısmından, Çungarya üzerinden, göçebeler zaman zaman Türkistan'a ve Avrupa üzerine yayılmışlarda'. Yukarı Irtiş ovası ve gölü, Ebi gölünden Ala göle giden yol (Çungarya kapısı) ve ili vadisi Kırgız steplerine geçen üç giriş kapısı idi. Bu yollarla Kırgız steplerine giren göçebeler burada, batıya doğru hareketlerinden evvel, ikmallerini yaparlardı. Kazaklar ve Kırgızlar da bu şekilde buraya yerleşmişler ve bölgeye adlarını vermişlerdir. ., Kazakistan'ın güneyinde Aral denizi ve Türkmenistan bozkırları (stepleri) yer almaktadır. Burada bozkır süratle kuraklaşarak çölleşmeye yüz tutar. Orta Asya, orta kuşak çöllerinin en yaygın olduğu sahadır. Bu çöllerde suyu muhafaza eden etli bitkiler olmadığı gibi, ağaç türleri de pek nâdirdir. Stepler güneye doğru, daha çoraklaşırlar ve yerlerini saksaul ağacına terkederler. İlk bakışta saksaul'un, budaklı, eğri büğrü, birbirine dolaşmış dallardan başka birşey olmadığı zannedilir. Odunu gayet sert olduğundan suda yüzmez ve batar. Çok fakir topraklarla ve pek az nemle yetinen saksaul, 20 ilâ 25 senede yetişir. Şor denilen tozlu, kapalı çukurlar etrafında tuzu seven bitkilerle bir arada bulunur. Ağaç âlet sapları imalinde ve ev inşaatında kereste olarak da kullanılır ve bundan bilhassa, odun- kömürü yapılır. Türkistan'da saksaul'un yetiştiği geniş sahalar hususî bir durumu haiz olduğu için, buralara çöl demek pek doğru olmasa gerektir. Bu yerler için çölleşmeye yüz tutmuş bozkır tâbiri daha yerindedir. Orta Asya'nın dağlık sahalarında, yüksekliğin tesiriyle, bitki-topluluğu hususî bir vaziyet arzeder. Bu sahalarda bitki kuşaklarının, alçak yerlerde olduğu gibi, birbirini taktb edişindeki intizam bozulmaktadır. Dağlık bölgelerin herbirinin yükseklik ve iklfrn şartlarına maruz oluş bakımından kendilerine mahsus bir bitki topluluğu vardır. Meselâ Attaylar'da bozkır, alçak kısımlan ve iç havzalan işgal eder. Dağların alçak yamaçlarında Moğolistan'ın kurutucu rüzgârlarının esmediği yarlerde iğne yapraklı etek ormanları bulunur. Deha yükseklerde melez, ladin ve köknar ormanları başlar. 2.200 m.'nln üstünde.doğu çöllerinden esen rüzgârlardan fceranmuş olan yerlerde otlardan müteşekkil zengin bitki topluluğuna (Alp çayırtart)geçiiir. Bu bMtopluluğu, güneyin tesirini alamayan kısımlarda, meselâ Sayan dağlarında, pek fakirdir. Bitki topluluğunda görülen tezatlar, Orta Asya'nın güneybatı kısmında daha ziyade göze çarpmaktadır. Bö kısımda Batı Türkistan'ın çöl ve çölleşmeye yüîr tutmuş bozkırlarından yüksek Pamir*» tundralarına geçilir. Buralarda zirai bitkiler, kuytu yerlerde, çok yüksekler» kadar çıkmaktadır. Tacikistan'ın tabiî ormanlannda yabanî elma, armut ve badem bol miktarda bulunur. Burada kurak olan tarafa bakan yerlerde çölleşmiş bozkır. 1.700 m.'ye kadar çıkmakta ve bunu çalılıklar takip

26

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

27

etmektedir. 2.300 ilâ 2.900 m.'den sonra çam ormanları yer almaktadır. Bunların üstünde bulunan fakir Alp çayırlan 3.200 - 3.400 m.'ye kadar çıkarak tundra tipi, kısa boylu taşlık otlara dönüşmektedir. Dağlık sahalar bitki coğrafyası bakımından farkh bölgeler teşkil ettikleri gibi, hususî bir takım hayat merkezleri de meydana getirmektedirler. Buralarda insanlar birbirinden çok çeşitli sahaların kaynaklarından geniş ölçüde yer değiştirmeksizin, istifade edebilmektedirler. Bu çeşitli bölgelere yerleşmiş dan insan toplulukları bazen bir vadi içinde toplanmış olan kaynaklarla iktifa ederler. Bazen de bu toplulukların iktisadî hayatları mübadelelere ve daha geniş yer değiştirmelere istinat eder. Buna karşılık ova ve yayla memleketlerinin her bitki bölgesinin kendine mahsus istismar şekilleri vardır. Bunlar daha iptidaî ve daha yeknesaktır.

mektedir. Bu yerler akışı olmayan sahalar (areik) ile akışı olan, fakat suları okyanus ve denizlere ulaşmayan sahalar (andoreik)'dır. Meselâ Türkiye'de İç Anadolu'nun mühim bir kısmı ikinci türdendir. Van gölü havzası da öyledir. Akışı olmayan sahalar ise Arap yarımadasının iç kısmı ite Hazar denizinin doğusundaki çöl sahasıdır. Ön Asya ve Orta Asya'nın geri kalan kısmında sular, okyanuslara ve bununla bağlantısı olan denizlere gider. Bunlar dışa akışı olan (eksoreik) sahalardır. Kaynaklarını Gaziantep ite Kilis arasındaki değişik bölgeden alan suların bir kısmının dışa akışı olduğu halde (batıda Amik gölüne dökülen Afrin çayı buradan çıkan bir kolla Asi nehrine karışır) Kilis'in kuzeyindeki tepelerden doğan Kureyk çayı Halep'in güneyinde Elmaç bataklığında kaybolur.

Ön Asya'da kışları yağmurlu ve yaz mevsimi kurak geçen subtropikal (tropik altı) memleketlerde, bilhassa Akdeniz ülkelerinde bütün toprakların rengi kırmızıya çalar. Bu hal, hümüsün az oluşundan ileri gelmektedir. Kırmızı toprak bilhassa kalker arazi üzerinde görülmektedir. Türkiye'de ve Suriye'de kalker bölgelerde görülen çukur alanlardaki kırmızı topraklar bu sınıfa girer. Güney Anadolu ve tç Anadolu'nun dağlık sahalarında ve Doğu Anadolu'nun hemen her tarafında görülen topraklar kestane rengi topraklardır. Doğu Karadeniz bölgesinde, hususî iklim şartlarının tesiriyle çok yıkanmış ve hümüsünü kaybetmiş sıcak bölge (lateritik) toprakları meydana gelmiştir. Aynı topraklar, iklim ve jeolojik şartları değiştiği için, Batı Karadeniz'de bulunmaz. İç Anadolu'nun büyük bir kısmında boz ve kahverengi step topraklan ile tuzlu topraklar hâkimdir. Geniş vadi tabanları ile, delta sahalarında ve kıyı ovalarında birikinti (alüvyal) topraklar yer alır.

ön Asya'nın en mühim nehirleri Fırat, Dicle, Kattırmak, Çoruh, Sakarya, Büyük ve Küçük Menderes, Seyhan ve Ceyhan'dır. Bu nehirlerden başka Hazar Deni-zi'ne dökülen Araş ve Kura nehirleri vardır.

Batıda Rusya'da, ova ve alçak yaylalarda bir takım toprak kuşakları çizmek mümkün olduğu halde, doğuda Sibirya'da bunlara rastlanmaz. Burada yükseklik ve yağış her yerde aynı olmadığından durum değişmektedir. Batı kısımda soğuk ve nemli bölgelerin kül rengi toprakları (podzol) hâkimdir. Başkırdistan ve Kazan havalisinde kül rengi soğuk bölge topraklarından karatoprakiara geçilmektedir. Karatopraklar kuşağı Batı Sibirya'da ve Türkistan'da genişler. Bunun güneyinde bozkır ve çölleşmeye yüz tutan bozkırların zayıf ve iskelet toprakları bulunur. Bunlar, Karadeniz'in kuzey kıyılarından Orta Asya dağlık bölgelerine kadar olan sahada geniş bir yer kaplamaktadır. Aral denizinin etrafında ve Türkmenistan'da kumlar geniş sahalar işgal etmektedir. Orta Asya'nın yüksek dağlan, iskelet topraklar sahasıdır. ön Asya ve Orta Asya'da toprakların hepsinden aynı şekilde istifade edilmez. İç Anadolu'da boz ve kahverengi step toprakları hububat sahalarına tahsis edilmiştir. Anadolu havzalarının alçak kısmını işgal eden birikinti topraklarla geniş vadi tabanları ve deltalar çeşitli ziraatlerin yapıldığı yerlerdir. Kazakistan'da, IdilUral bölgesinde ziraatin yapıldığı yerler karatopraklar sahasıdır. An Asya ve Orta Asya'nın Akarsuları, Gölleri ya Denizleri: ön Asya ve Orta Asya, çöllerin ve çölleşmeye yüz tutan bozkırların çok yaygın olduğu bir sahadır. Burada muntazam akıştı akarsular azdır. Asya kıtasında suların okyanuslara varamadığı bölgeler çok geniş yer tutar. Bunların kapladığı saha yaklaşık olarak' 13.000.000 km2 olup mutlak çölleri, çölleri ve bozkırları İhtiva et-

Bunlardan Türkiye'nin en mühim akarsuyu olan Fırat nehri yağmur ve bilhassa karların erimesinden meydana gelen sularla beslenir. Fırat'ın sularının en yüksek olduğu seviye, karların erimesiyle alâkalı olarak, Nisan ve Mayıs aylarıdır. En düşük seviye de, yağışın kar halinde olması dolayısiyfe, soğuk mevsimdir. İç Anadolu'nun en büyük nehri olan Kızdırmakta en yüksek seviye karların eridiği, yağışların boilaşttğı ve buharlaşmanın o kadar ehemmiyetli olmadığı ilkbaharda; en düşük seviye ise yaz mevsimindedir. Sakarya'da aynı Vaziyet görülmektedir. Daha ziyade yağmur rejimiyle alâkalı olan Ege bölgesi akarsularında en yüksek seviye soğuk mevsime (sonbahar sonu ve kış), en düşük seviye ise yaz mevsimine isabet etmektedir. Biyen kar suları ve yağmurlarla beslenen Seyhan ve Ceyhan'da suların düşük seviyesi ilkbahardadır. Nisbeten alçak seviye ise yaz mevsimindedir. Van bölgesi gibi kapalı bir havza olan Urmiye gölü, Zagroslar'dan inen akarsular (Nazlı, Çağata suları), kar suları ve yağmurla beslenmektedir. Bunların da sularının kabarık olduğu zaman'İlkbahar ve yaz başlangıcıdır. İran'ın iç kısmı çöl sahası olup akış tamamen içe doğrudur; sular iç havzalarda kalır, denizlere gidemez. Türkistan'ın akarsuları, yüzey şekilleri ve bilhassa iklimin kurak olması dolayısıyla okyanuslara ulaşamamakta, birer iç deniz mahiyetinde olan Aral denizi ite Hazar denizine ve Balkaş gölüne dökülmekte yahut çöl ve bozkırların bir yerinde bataklıklar meydana getirerek onların .içinde kaybolmaktadır. Gerçekten yaz mevsiminin şiddetli sıcakları (açıkta gündüzün 30-40 derece ve hattâ daha fazla), yağışın çok az oluşu, daimi bir akarsu şebekesinin teşekkülüne imkân verme» mektedir. Akarsular ancak senenin müsait zamanlarında, suların yüksek olduğu sıralarda, bir kapalı havzaya ulaşabilmektedirler. Kaynaklarını yüksek dağlardan alan büyük akarsuların bütün sene akışı vardır. Kazakistan'da nehirlerin suları, iç havzalarda kalmakta, okyanusa varamamaktadır. Burada seyreden akarsular kaynaklarını Tanrı dağlarının kuzey etekleri ite Ala dağlardan alırlar. Bunların çoğu Balkaş gölüne dökülür. En mühimi, Tanrı dağlarının kuzeydoğu eteklerinden doğan ve Kulca depresyonunu geçerek birçok kollar halinde Balkaş golüne dökülen ili'dir. Issık göl civarında Kırgız Ala dağlarından doğan Çu nehri Açtık Stepi'nde Aşıkol

denen bir bataklıkta son bulur. Karaganda'nın güneybatısındaki yaylalardan

•T-----------------------------------------------------------------------—TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

kaynağını alan Sarısu da bu civarda sona erer. Her ne kadar atlaslarda bunlara göt adi veriliyorsa da, hakikatte buralar killi, tuzlu, çamurlu sahalardır. Kazakistan'da göl adına lâyık yegâne su topluluğu Balkaş gölüdür. Batı Türkistan akarsu şebekesinin en mühim iki elemanı, hiç şüphe yok ki, Amu Derya ile Sir Derya'dır. Kaynaklarını Orta Asya'nın yüksek dağlarından alan bu iki nehir Batı Türkistan'ın beşerî ve iktisadî hayatında önemli rol oynadığı için bunların üzerinde biraz durmak gerekir. Amu Derya: (Ceyhun veya Öküz): Batı Türkistan'ın bu büyük nehri, yüksek Pa-mir kütlesindeki buzulların eriyen sularıyla beslenir. Hakikatta Amu Derya, adını daha ilerde alır. Pamir kütlesinden inen birçok akarsular ve bunların arasında bilhassa Panja (Pianç) suyu, Vahs (Vahş) suyuna (bunun yukarı mecrası Kızıl Su diye adlandırılmaktadır) karışarak ilerde Amu Derya'yı teşkil etmektedir. Amu Derya adi, Kunduz suyunun adı geçen iki suya karıştığı yerin biraz ilerisindeki kısma verilmektedir. Nehrin uzunluğu takriben 2.400 km. olup, yukarı mecrası ve Vahs da dahil olmak üzere bütün kolan, rejim bakımından dağ nehirlerinin özelliklerini göstermektedirler. Bu kısımda akarsu yataklarında eğim çok fazladır ve hepsi, bariz bir surette, buzul rejiminin bütün özelliklerini taşır. Suların kabarık olduğu zaman, buzulların erimesine tekabül eden yaz mevsimidir. Buna karşılık kış mevsimi suların seviyelerinin alçak olduğu mevsimdir. Fakat dikkati çeken nokta Nisan'dan Eylül sonuna kadar, sıcak mevsim boyunca, beslenmenin muntazam oluşudur. Vahs (Vahş)'ın Panja'ya karıştığı yerde irtifa 300 metredir. Bu karışma noktasından sonra Amu Derya, geniş bir yatak içinde yavaş yavaş akar. Artık nehir, bu kısımda sağdan soldan hiçbir kol almaz ve tıpkı Mısır'daki Nü gibi, çöl ortasında ağır ağır akmasına devam eder. Buna rağmen suları oldukça boldur. Çarçuy (Çardzu) köprüsünde Aralık - Şubat çekik devresinde nehrin sürüklediği su miktarı 990 mr/sn'dir. Bu kısımda nehrin yatağı çok geniştir; 1 ilâ 1.5 km., hattâ yeryer 5 km.'yi bulduğu da vâkidir. Kabarık olduğu zamanda, aşağı mecrada, nehrin suları bulanık olup açık kahverengidir. Bununla beraber yatağın genişliği iki kenarın gösterdiği arazi tabiatına göre de değişir. Nehir, kumtaşı ve kalker gibi geçirimli arazide akarken yatak daralmaktadır. Kenarların lösten müteşekkil olduğu yerlerde suların bunları aşındırması ite yıkılmalar meydana gelmekte, bu ise mecranın sık sık yer değiştirmesine sebep .olmaktadır. Çekik devre ile taşkın zamanlan arasındaki seviye farkının o kadar ehemmiyetli olmamasına rağmen (2-3 metre) nehir, aşağı mecrada geniş sahalara yayılır ve Amu Derya, iki tarafa doğru yatak değiştirir. Taşkın alanları, Tugay denilen nemli toprakların bulunduğu nehrin eski kollarına tekabül eder ki, buralar yan göçebe Türkmenlerin ziraat yaptıkları ve kışın da oturduktan sahalardır. Buralardaki kamışlıklar Türkmenlerin hayvanla» için bir sığınak mahalli, Öteberi yapmak için malzeme tedarik ettikleri sahalar ve oturdukları kulübelerde ısınmak için yakacak sağladıkları yerlerdir. Yerleşik halk ise, taşkınların erişemedikleri yüksek sahaları tercih etmişlerdir. Çünkü bu yerlerin müdafaası kolaydır. Buralarda nehrin yatağı sabit olduğundan iskân yerlerinin devamlı olma şansı vardır. Tir-miz, Kelif, Kerki gibi eski müstahkem şehirler bu vaziyettedir. Bunlardan Tirmiz evvelâ VII. aSırda Budist medeniyetinin, sonradan İslâm medeniyetinin merkezi ol-muştur. Fakat 1221'de Cengiz Han'ın kuvvetleri tarafından tahrip edilmiştir. Şehrin tekrar kalkınması Karşi üzerinden Buhara'dan demiryolunun gelmesiyle başlamış-

30

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

tır. Arnu Derya, Aral denizine döküldüğü yerde bir delta meydana getirmiştir. Deita, Hive'nin kaynak tarafında başlar. Bu kısımda Amu Derya, deltanın sol kena rına doğru kaymıştır. KjjT Amu Derya'nın Eski Mecrası ve Uzboy Meselesi: Hive'nin kuzeybatısında, 45 metrede Sarıkamış adı ile andan bir alçak saha bulunmaktadır. Times Atlasında bahis tortusu sahanın güneyinde bu değerin daha da altında (-92 m.) bir yerin mevcut olduğu gösterilmiştir. Şu halde Sarıkamış kapalı çukuru, Amu Derya'nın bugünkü deltasından 100 metre, Aral denizinin seviyesinden de 98 metre kadar daha alçakta bulunmaktadır. Vaktiyle burasını büyük bir göl işgal ediyordu. Amu Derya'nın XVIII. asra kadar, Hazar denizine döküldüğüne dair bazı tarihi rivayetler mevcuttur. Bildirildiğine göre, 1392'de Timurlenk aldığı esirleri Hive'ye Hazar Denizi üzerinden naklettirmiştir. XVII. asırda Ebu'l-Gazi Han'ın Buhara'ya karşı olan seferinde, Amu Derya, fürgenç'in ağız tarafında, Hazar denizine ulaşmak için güneye doğru akıyormuş gibi tasvir edilmektedir. 1713'te Türkmen Hoca Nefes'in Astırahan (Ejderhan)'daki Ruslar'a Amu Derya'nın altınlı kumlar taşıdığını, Hive hanlarının bu nehrin mecramı Aral denizine doğru çevirdiklerini söylediği hikâye edilir. Yine bu tarihte Büyük Petro, Amu Derya'yı Hazar'a çevirmeyi düşünmüş ve bu hususta mühendislere talimat vermiştir (Şekil 9).

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

31

dır. Filhakika 1878 ve 1889'da büyük taşkınlar esnasında Amu Derya'nın sularının bir kısmı Sarıkamış havzasına akmıştır. Halen kurumuş bir halde olan Sarıkamış gölünün Amu Derya'nın bir kolu ile beslendiği zamanlarda (XIII. asrın sonundan XVI. asrın sonuna kadar) bu gölden çıkan sular Uzboy mecraı vasıtasıyla Hazar denizine kadar gitmiş olabilirler. Bu takdirde yukarıdaki tarihî rivayetlerin doğruluğu anlaşılmaktadır. XIX. asnn sonundan beri yapılan araştırmalar, Sarıkamış kapalı havzasının Dördüncü Zamanda bir gölle kaplı olduğunu meydana çıkarmıştır, gerçekten gölün bulunduğu sahada birçok tatlı su fosil nevileri bulunmuştur ki, bunlar bugün de yaşamaktadır. P. George'un yapmış olduğu haritada açıkça görüldüğü gibi, Uzboy vadisi pek iyi muhafaza edilmiş bâr haldedir ve bu, genç bir vadi ekip, durumu muhtemelen Hazar denizi seviyesinin âni ve ehemmiyetli bir alçalması ile alâkalıdır. Sarıkamış gölünün ağız tarafından biraz ilerde, Uzboy, III. Zamanın ikinci yansına (Üst Miosen) ait sert kalkerler içerisinde gömülmüştür. Bir müddet dik bir eğimie güneye doğru yönelen vadi, halen yer yer tuzlu takırların bulunduğu eski bir çanağa ulaşmaktadır. Dördüncü Zaman arazisi olarak gösterilen bu saha tuzlu fakırlardan müteşekkil olup, bunların arasında yer yer bazı ehemmiyetsiz tatlı su akışları görülmektedir. Kapalı çukurluğun ağız tarafında, 250 km. uzunluğunda tekrar bir dar ve derin boğaz mevcut olup, burada Uzboy, 40 ifâ 60 metre kadar gömülmektedir. Vadinin genişliği ise 100 metre kadardır. Balâ İşim'de vadi genişlemektedir. Ölü vadinin ekseninin iki tarafında 4 ilâ 6 km.'lik bir sahada kumlar iğinde yerlerini değiştiren mendereslerin bırakmış oldukları izler görülmektedir. Hazar denizinin yakınında son bir gömülme görülmekte ve bu gömük şekil, Balkan körfezi halici İle, denizde devam etmektedir. Sir Derya (Seyhun veya İnci): Türkistan'ın en uzun nehri olan Sir Derya (2450 km.) takriben 265.000 km2'lik bir sahanın sularını boşaltmaktadır. Nehir, Narin İle Kara Derya'nın birleşmesinden meydana gelir.750 km. uzunluğunda olan Narin sağ taraftan birçok göllerin (en mühimi 3016 m. irtifada olan 287 km2 büyüklüğündeki Sonkol gölü) sularını alır. Sol taraftan da kendisine Fergana dağlık kütlesinin doğu yamaçlarından inen akarsular karışır.

Şekil 9 - Amu Derya'nın deltası ve Uzboy, 1 - Üst Yurt yaylasının Mesozoik ve Miosen teşekkülâtı, 2 - Amu Derya'nın bugünkü deltası, 3 - Eski deltanın kumulları, 4 - Eski nehir yalağı, 5 - Yayla kenarı, 6 - Dördüncü.Zaman arazisi (P. George'dan). Amu Derya'nın batı istikametinde aktığına dair son zamanlara ait bilgi de var

Narin, sularını, Tanrı dağlarının 4000 metreyi geçen zirvelerinden almaktadır. Bunun gibi Kara Derya da Alay ve Fergana dağlarının 4000 metreyi aşan zirvelerinden inen Tara ve Karekulca'nın sularını alır. Sir Derya'da karla beslenme Amu Derya'nın rejiminde olduğundan çok daha ehemmiyetli bir yer alır. Amu Derya'yı meydana getiren kollar buzulların daha çok ve daha geniş sahalar kapladıkları yüksek Pamir kütlesindeki dağlardan doğduğu için, bunların tesiriyle bu akarsu sisteminde buzullarla beslenmenin payı çok büyük; karlarla beslenme payı ise azdır. Buna karşılık Sir Derya'da kaynak bölgesinde o kadar yüksek zirveler olmadığından buzullar mahduttur. Bunun İçin nehrin buzullarla beslenmesi ehemmiyetsiz, karlarla beslenme ise daha ehemmiyetlidir. Fakat bu nehirde asıl hâkim olan beslenme karışık beslenmedir. Kara Derya'da suların en yüksek olduğu zaman buzulların erime mevsimi olan Mayıs ayıdır (Şekil 10).

32



■ .,___________



................«».»TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

jr V sn. 4itfartsw**«Aı __ _

1000-

500 — —

r— ı



noo. 9- M. M. M. M r. 4. E Et K.

Â.

.

Şekil 10 • Sir Derya'nın Begovat yakınında Zaporoj'daki rejimi (mP/sn olarak aylık ortalama debi). P. George'dan.

Fergana havzasının kuzey kenarını takip eden Sir Derya bu havzadan çıktıktan sonra Talaş Ala dağından gelen Çirçik suyunu alır. Bu akarsu da, Kara Derya ve Narin gibi beslenir; yani beslenmesinde buzulların payı ehemmiyetsiz, karlarınki biraz daha fazladır. Fakat hâkim olan karışık beslenmedir. Çirçik'in karışmasından sonra nehir biraz daha genişler, fakat eğimi çok azalır. Daha ilerde Karadağ'dan gelen birçok kollar alır. Bunların içinde en ehemmiyetlisi Aris'tir. Daha Hokant civarında büyük bir nehir karakterini haiz olan Sir Derya (burada genişliği 130 metreye varan nehrin çekik devresi Kasım ve Mart arasında ortalama akımı 396 m3/sn.'dir) Çirçik'i aldıktan sonra akımı ortalama olarak 550 m3/sn.'ye çıkar. İlkbahar sonu ve yaz başlangıcında (Haziran ayı) nehir taşar. Bu esnada Hokant civarında nebrfrı ortalama akımı 1343 rrfŞsrı.'dir. Fakat Karadağ kütlesinin kuzeybatısında, ovada, nehir tamamen çöl sahasına girer ve hiçbir taraftan kol almaz. Bir taraftan eğimin çok azalması, diğer taraftan yakıcı ve kurak yazların sebep olduğu şiddetli buharlaşma dolayısıyla nehir çok zayıflar ve birbirini takip eden tugaylar^ içinde nehir karışık kıvrımlar çizerek akar ve Aral denizine dökülür. Fergana havzasında bütün sene donmayan nehir aşağı mecrasında, Aral denizine yakın kısımda, 3-4 ay donar. Sir Derya'nın deltası Amu Derya'nınkinden daha küçüktür. Bununla beraber delta süratle ilerlemektedir. Taşkent vahasının sulanmasında nehre sağ taraftan gelen Angren ve Çirçik'ten istifade edilmektedir. (*) Bataklık sahalar ve çamurlu topraklar sahası; buralarda kamışlar, kavak ağaçları, söğütlükler geniş sahaları kaplar; göçebeler kadar, vahşi hayvanların da iltica ettiği sahalardır.

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

33

Batı Türkistan'ın yukarda bahis mevzuu edilen iki büyük nehrinden başka, aynı özellikleri haiz bir takım küçük akarsular da vardır ki bunlar arasında üçü mühimdir: Zerefşan, Çu ve İli. Takriben 650 km. uzunluğunda olan Zerefşan suyu Alay dağlarının batısındaki Türkistan dağları ile Zerefşan arasında aynı adı taşıyan bir buzuldan doğar. Nehir, takriben 300 km. uzunluğunda olan yukarı mecrasında 5000 ilâ 5500 metre civarındaki yüksek dağ sıraları arasında bulunan dar boğazlar içinde akmaktadır; dağdan çıkıp Semerkant ovasına ulaştığı zaman yayılır, fakat buzulla beslenme devam eder. Gerçekten akarsuyun akımı kışın en az (30 rr^/sa), buzulların erime zamanına rastlıyan' yaz başlangıcında ise yüksektir (Haziranda 600 m3/sn.). Bir taraftan buharlaşmanın tesiriyle, diğer taraftan sulama ile akımı gittikçe azalan nehir Amu Deryaya ulaşamadan ovada kaybolur. Muhtelif adlarla adlandırılan Ata dağların kuzey yamaçlanndaki buzullardan doğan Çü suyu da bir buzul nehridir; fakat elenmesinde kâr suyunun da bir payı vardır. Çu'nun yaz aylarındaki akımı 60 rn^/sn. (âzanü akım Temmuzda okıp-136 trpf şn.dir), geri kalan 9 ayda ortalama akım 36 tıflten.dir. Nehir hâlen Açlık stepinde Aşıkol bataklığında son bulmaktadır. 0uraya aynı zamanda Kazakistan yaylalann-dan gelen Sansu da dökülmektedir. Balkaş gölüne dökülen fti'ye gelince; bu nehrin yukarı mecrasını teşkil eden Kungez, Tanrı dağlarının doğu eteklerinden doğar. Bunun esas kolu olan Tekes, büyük buzullar ihtiva eden merksaS Tanrı dağlarından inen kollarla beslenmektedir. Kungez, Kulca çukurluğunu geçtikten sonra İli adını alır. Atma Ata bölgesinde, bu şehrin güneyinde bir duvar gibi yükselen Ala dağın buzul sulan ile beslenen kolların katılması ile akımı arter. Fakat daha ileride Taukum çöl sahasıhda, sulan azalmaya başlar. Bununla beraber Balkaş gölüne bilhassa suların fazla olduğu yaz başlangıcında, kâfi miktarda su getirir. Umumî olarak güneybatı - kuzeydoğu istikametindeki yüksek dağ sıralan Batı Türkistan'ı Doğu Türkistan'dan ayırdığı gibi. bunlann doruktan da her iki büyük sahanın akarsulan için bir stf bölümü çizgisi meydana getmVter. Buram doğusunda kalan akarsular, Doğu Türkistan'ın iç havzalarına; batısında kalanlar ise, Batı Türkistan'ın iç deniz ve göllerine giderler. Batı Türkistan nehirleri, Doğu Törkia-tan'mkBere nazaran, daha uzun ve su itibariyle daha zengindir. Batı Türkistan'da olduğu gibi Doğu Türkistan'da da alçak sahalar çöl ve çölleşmeye yüz tutmuş steplerle kaplıdır; bundan dolayı yağış itibariyle çok tekir bölgelerdir. Buralardaki akarsular için su haznesi vazifesini çevredeki yüksek dağlar görmektedir. Bu dağlardan inen akarsular ancak Tanm havzasının batı, güneybatı ve kuzeyinde «açok muntazam «r* akarsu şebekesi meydana getirmektedirler. Havzanın güney kenarından inen akarsular ise. Taklamakan çölünün ortasında kaybolmaktadırlar. Taklamakan çölünü güneydençeviren Altın dağtanran yüksek drtrelerindeki buzullardan doğan birçok akarsular (bunların en tanınmıştan Keriya-Derya, Kara-muran Gerçem-Derya'dır) çölün güney kenarında Kaybolurlar. Güneybatıda Üstün dağlarının 7000 metreyi geçen zirvelerlndeki buzuBahn erimesinden husule aelen sularla beslenen Karakaş ve Yurungkaş'm birleşmesinden meydana gelen Hotan-Derya. suların bol olduğu zamanda, Taklamakan çölünü geçerek Aksu'nun güneyinde Tarım'a varmaktadır.

4* —-------------------------------------------------------------------------------TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Bu nehirlerin hepsi aynı rejim hususiyetlerini haizdir. Üstün dağ ile Altın dağ arasındaki yüksek yaylaya geçen bu nehirler, Altın dağın muhtelif yükseklikteki kademelerini dar boğazlar halinde aşarken eğimleri ehemmiyetli olan bir takım selleri de alırlar. Ovaya civar olan tepeler yağışsız olduğu için bu akarsuların akımlarında herhangi bir artış görülmez. Bu suretle sular ovanın kenarındaki vahalara ulaşırlar. Eğimin kesildiği kısımda yavaşlıyan sel mahiyetindeki akarsular yüklerini bırakırlar. Bu suretle çakıl yığınlarından müteşekkil büyük birikinti konileri meydana geliri Bu çakıl yığınları arasında akarsu, geniş bir takım kollara ayrılarak, kışın suları tamamen berrak, yazın çamurlu olarak akar. Bundan da anlaşılacağı üzere, akarsuların hepsinin akımları buzulların erimesinden meydana gelen sularla beslendikleri için yaz mevsiminde fazla, soğuk mevsimde ise ehemmiyetsizdir. Güneyde olduğu gibi, batı ve kuzeyde de çevredeki yüksek dağlardan doğan aynı mahiyetteki akarsular, havzanın en alçak kısmında akan Tarım'a doğru yönelirler. Bunların başlıca-ları batıda Yarkent-Derya, Kaşkar Derya, kuzeyde Aksu, Şahyar, Konca Deryadır. Havzanın batı ve kuzey kesimlerinden gelen sular sayesinde, Tarım akarsu sistemi meydana gelir. Uzunluğunun 2750 km.'yi bulmasına rağmen nehir, aşağı mecrada yağışın olmayışı, kendisine hiçbir kolun katılmayışı, buharlaşmanın fazlalığı, eğimin azlığı ve nihayet kumulların mevcudiyeti dolayısıyla gittikçe zayıflayarak Lop çölünde bir takım kollara (Konca-Derya, Kum-Derya yahut Kuruk-Derya) ayrılır ve bu çöl ortasında bataklıklar halinde kaybolur. Türkler'in yaşadıkları yerler, umumiyetle, okyanuslardan uzaktır. Orta Asya'nın kapladığı sahanın iç kısmının okyanuslardan uzaklığı 1.500 km., merkezî kısmının İse 2.500 km.dir. Buna karşılık Türkler'in, kıyılarında yaşadıkları Akdeniz, Karadeniz ve Marmara birer iç denizdir. Asya, Afrika ve Avrupa arasında bulunan Akdeniz'in doğu parçası Mısır'la İsrail, Lübnan, Suriye ve Türkiye kıyıları arasında yer almaktadır. Havzanın tabanı çok arızalıdır. Akdeniz'in en derin yerleri bu kısımda bulunmaktadır. Ada itibariyle çok zengin olan ve bundan dolayı eskiden 'Adalar Deniz? denilen Ege denizinde sığ kısımlar (şelf) Anadolu kıyılarında, (Biga ve Gelibolu yarımadaları açığında, Ayvalık'la izmir arasındaki bölgede, B. Menderes ağzının açığında) oldukça geniştir. Bunların üzerinde sular altında kalmış vadiler mevcuttur. Saros körfezinde denizin tabanı güneybatı - kuzeydoğu istikametinde uzanan bir çukurla ârızalanmıştır. Yağmurlar az olduğundan ve akarsular kâfi derecede su getirmediğinden tuzluluk fazladır (binde 37-38). Akdeniz'in diğer kesimlerindeki gibi doğu havzasında da buharlaşma şiddetlidir. Marmara vasıtasıyla Karadeniz'den gelen az tuzlu sular (binde 33) Çanakkale Boğazı açığında yüzeyde yayılır. Bu boğazın ağzında bir yelpaze gibi açılan akıntı doğu ve batı Trakya kıyıları boyunca Eğriboz'un kuzey kıyılarına kadar yayılmaktadır. Ege denizinin orta ve güney kısımlarında tuzluluk miktarı binde 38,5'u bulur. Fakat ehemmiyetli tuzluluk farkı Biga yarımadası ve Kuzey Ege kıyıları boyunca müşahede edilmektedir. Gerçekten tuzluluk Kumkale açığında binde 33 olduğu halde Edremit körfezinde ve Miidilli adası kıyılarında binde 38,5'tir. Akdeniz'in batı kısmında olduğu gibi doğu kısmında da akıntılar vardır. Mısır, İsrail, Lübnan ve Suriye kıyılarım takip eden yüzey akıntısı Türkiye'nin

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI ■

Akdeniz sa-

35

fiillerinde batıya doğru yönelerek Rodos açıklarında Ege denizine girer ve memleketimizin kıyıları boyunca kuzeye doğru çıkar. Kuzey Ege'de Çanakkale boğazından gelen akıntının tesiri altında, orta Ege adalan civarında Yunanistan kıyılarını takiben güneye doğru yoluna devam eder. Batı Akdeniz'de olduğu gibi doğu Akdeniz'de de saat akrebinin ters yönünde hareket eden bir akıntı sistemi vardır. Kıtalar arası bir iç deniz durumundaki Akdeniz'in doğuya doğru devamı kabul edilen Marmara denizi, Asya ve Avrupa kıtalarının birbirine en fazla yaklaştığı boğazlar bölgesinde, doğu-batı doğrultusunda küçük bir iç denizdir. Yüzölçümü 11.352 km2'dir. Sığ kısımların derin bölgeye nazaran genişliği, ada ve yanmada bakımından zenginliği ve bilhassa sularının sıcaklık ve tuzluluğu ite Marmara kendine has bir denizdir. İstanbul Boğazı vasıtasıyle Karadeniz'den, Çanakkale Boğazı'yle Ege denizinden ayrılan, doğuda ve güneydoğuda dar ve derin körfezler halinde kıta içerisine fazla girmiş olan Marmara denizi, bu hususiyeti ile de dikkati çekmektedir. Marmara denizi, bütünüyle, orta yükseklikte dağ ve yaylalarla çerçevelenmiş olmakla beraber, güney ve kuzey kısımları gerek yüzey şekilleri ve gerek yapı bakımından birbirinden çok farklıdır. Marmara denizini kuzey, kuzeybatıdan'kuşatan yüzey şekilleri, umumiyetle az yüksek dağ, tepe ve yaylalardan müteşekkil olup vadiler tarafından oldukça derin surette parçalanmıştır. Güneyi yapı ve yüzey seküleri bakımından kuzeyine benzemez. Karadeniz kıyrlarından Uludağ kölesine kadar az çok derin birtakım çukur sahalarla muhtelif yükseklikte yayla ve dağlar birbirini takip eder. Bu çukur yerlerin bir kısmı deniz sularının altında kalmış (İzmit ve Gemlik körfezleri gibi) bir kısmımda göller kaplamıştır İznik, Ulubat ve Manyas gölleri gibi. Bazıları da dobnuşJarfeirrti ovalan meydana getirmiştir: Yenişehir, inegöl, Kemalpaşa - Karacabey ovalan gibi. Marmaranın denizaltı seksleri gerçekten dikkat çekicidir. Şurada sığ kısım, derin yerlere nazaran genişçe bir saha kaplamaktadır. Karada görülen vadiler bazı yerlerde deniz altında da devam etmektedir. Bu denizin orta kısmında, takriben Marmara Ereğüsi açığmda 1180 m. derinfiğe kadar varan bir çukur mevcuttur. Bu orta çukur, iki sırtla, Batı ve Doğu çukurlarından ayrılmaktadır. Batı çukuru (derinliği 1112 m.) Ganos dağının açığında. Doğu çukuru (derinliği 1238 m.) ise Samanlı dağlarının önündedir. Marmara denizinde muayyen bir derinlikten sonra dibe doğru sıcaklık aynı kalmaktadır. Bu denizin yüzey suları umumiyetle az tuzludur. 10*15 metre derinliğe kadar tuzluluk sabit gibUfcJbinde 22). Undan sonra süratle artar. 30 m. de binde 37.5'i bulur. Bu derinliğin altında tuzluluk 150 m.'ye kadar binde 38.5'a çıkar. Bundan sonra büyük derinliklere kadar, aşağı yukarı aynı değeri muhafaza eder. Ege denizini Karadeniz'e bağlayan boğazlarla Marmara denizinin bu iki deniz arasında mevcut seviye ve yoğunluk farklarından «eri gelen çok ehemmiyetli su akıntılarına maruz kalacakları tabiîdir. Bunlar iki kısımdır: yüzey akımdan, dip akıntıları. Karadeniz'den gelen yüzey akıntıları İstanbul BoğazrtJdan çıkarak Marmara'da yelpaze şeklinde yayılırlar ve Çanakkale Boğaz'ına girmek üzere tekrar top-lanırlar. Karadeniz, Avrupa'nın güneydoğusunda Balkan ve Anadolu yarımadalarıyta doğu Avrupa yaylaları ve Kafkasya arasında doğu - batı doğrultusunda uzanan

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

elips şeklinde, orta büyüklükte (yüzölçümü: 420.000 km2) bir denizdir. Kıtaların içine fazla sokulmuş olması ve okyanusla irtibatının birtakım boğazlar ve iç denizlerle sağlanması, Karadeniz'i bir iç deniz haline getirmiştir. Bu denizin büyük ekseni Burgaz'la Poti arasında 1170 km.dir. Genişliğine gelince yer yer değişmekle beraber Ereğli ile Odeşa arasında 600 km.dir. Karadeniz'de girinti ve çıkıntılar azdır. Büyük girintiler havzanın batısında Odesa, Varna ve Burgaz körfezleridir. Anadolu kıyılarındaki girintiler irili ufaklı, olup pek azı kuytu liman Karakterini haizdir. Bunların başlıcaları Ereğli, Sinop, Vona ve Polathane'dir. Karadeniz'in bir parçası gibi alınan Azak denizinin (yüzölçümü 38.000 km2) kıyıları daha girintili çıkıntılıdır. Dış şekli bakımından Karadeniz'in en mühim hususiyetlerinden birisi de ada itibariyle çok fakir oluşudur. Karadeniz'in çevresinde yüksek dağlarla yaylalar ehemmiyetti bir yer almaktadır. Alçak yaylalar, bilhassa Azak deniz) kenarı ile Odesa körfezi etrafında, geniş bir saha kaplamaktadır. Buna karşılık ovaların kapladığı saha çok mahduttur. Havzanın batısı, bilhassa güney ve doğu kısımları, yüksek dağlarla çevrelenmiştir. Güneyde Çoruh nehrinin ağzı ile aşağı Sakarya arasında sıralanan Kuzey Anadolu dağları, kıyılarda derin girinti ve çıkıntılara imkân vermemiştir. Çok sarp olan kıyı dağların önünde kıyı ovaları mahdut olup başılcala-n Bafra ve Çarşamba birikinti ovalarıdır. Karadeniz'in doğu kıyılarını çerçeveleyen Kafkas dağları yüksek, sarp, az girintili ve çıkıntılı bir kıyı meydana getirmiştir. Havzanın kuzey kısmı, Kırım yarımadasının güney kesimi bir tarafa bırakılacak olursa, alçak bir yaylanın kenarı ite bunun önünde yer yer teşekkül etmiş olan küçük kıyı ovalan tarafından çevrelenmiştir. Kırım yarımadasının mühim bir kısmını kaplayan dağlar 150 m. uzunluğunda ve SO km. genişliğinde olup esas silsile güneyde, deniz kenarında bulunmaktadır. Karadeniz'in denizaltı şekilleri bazı hususiyetler arzeder. Denizaltı şekilleriyle kıta şekilleri arasında gayet sıkı bir münasebet vardır. Gerçekten Anadolu'nun yüksek dağlık kenarı ile Kafkaslar'm ve Kırım yarımadasının yanıbaşında büyük derinlikler olduğu halde, kuzey ve kuzeybatıda geniş sahalar kaplayan az derin bir bölge bulunmaktadır. Sığ deniz sahası, havzanın kuzeybatı kısmı ve Azak denizi bir tarafa bırakılacak olursa, her tarafta dardır. Karadeniz'in dibi, 2.000 m. civarında geniş bir çanak sahasıdır. Bunun içinde Kınm ve Anadolu kıyılan arasında aşa--ğı yukarı simetrik bir durumda, 2.200 derinlik eğrisinin çevrelediği en derin bölge bulunmaktadır. Karadeniz'in şimdiye kadar bilinen en derin yeri (2.245 m.) bu kesimde, Ayancık açıklarındadır. Orta iklim kuşağında bulunan Karadeniz yazın Akdeniz âlemine dahil olmakta, kışın ise, daha ziyade Doğu Avrupa kara ikliminin tesiri altında bulunmaktadır. Bu durumu Karadeniz sularına bazı fizikî ve kimyevî hususiyetler kazandırmıştır. Karadeniz havzasında yüzey sularının sıcaklığı yazın (Temmuz, Ağustos aylarında) 20° ilâ 26° arasındadır. Ağustos ayında havzanın güneydoğu kısmı diğer kısımlarından biraz daha «çaktır. Kışın Şubat ayında yüzey'idtarmın sıcaklığı Odesa körfezi etrafında 2 M 3 dereceye kadar düşmektedir. Şiddetli kışlar esnasında Dinyester limanından Dinyeper limanına kadar olan saha, muvakkat bir zaman için, (umumiyetle Ocak ve Şubat aylarında) donar. Çok soğuk olan senelerde Romanya ve Bulgaris-

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

37

tan kıyılarının donduğu da olur. Böyle kışlarda Tuna ağızlarından, Romanya ve Bulgaristan kıyılarından kopan buz parçaları, akıntı ile güneye doğru sürüklenerek, bazen İstanbul boğazına kadar gelirler. Burada yığılarak iki kıyı arasındaki ulaşımı güçleştirirler. Yakın tarihte İki defa (1929 ve 1954 taşlarında) bu hâdise husule gelmiştir. Karadeniz'de bütün sene yüzeyle derin kısımlar arasında sıcaklık farkı vardır. Yıllık sıcaklık değişmesi 100 m.nin altında hemen hemen hissedilmemektedir. Bu derinliğin altında dibe kadar gayet ağır bir artış vardır. Sene içinde derin tabakaların sıcaklığı Karadeniz'in her tarafında 9 derece civarındadır. Karadeniz'de yüzey sularının tuzluluğu okyanuslardaki normal tuzluluğun (binde 35) altındadır. Bu hal, Karadeniz'e dökülen büyük akarsuların getirdikleri çok miktarda tatlı sudan ve bizzat denizin yüzeyine düşen yağıştan ileri gelmektedir. Tuzluluğun az oluşunda, buharlaşmanın nisbeten ehemmiyetsiz oluşunun da payı vardır. Karadeniz'in orta kısmında yüzeyde tuzluluk binde 38'dir. Bu miktar Bulgaristan ve Trakya kıyılarının açığında %o16, Odesa körfezinde %o 10'dur. Azak denizinde de tuzluluk umumiyetle azdır. Karadeniz sularının çok mühim bir hususiyeti, çanaktaki su kütlesinin birbirinden esaslı şekilde farklı iki kısımdan meydana gelmiş olmasıdır. Birinci kısım kalınlığı 180-200 m. kadar olan yüzey kısım olup, burası oksijen bakımından zengindir. Bundan dolayı da gözle görünmeyen hayvan kümeleri çoktur. Bunun altında kalınlığı 2.000 m. kadar olan ikinci kısım bulunur. Bu kısım bakterilerin husule getirdikleri kükürtlü hidrojen ite zehirlenmiştir. Bu zehirli gazın miktarı, derinlikle artmakta ve dibe yakın yerlerde titrede 7 cm3'ü bulmaktadır. Karadeniz'e dökülen akarsular ve havzanın yüzeyine düşen bol yağış, buharlaşma 9e alınan suyu telâfi ettikten başka, bu denizin seviyesini Marmara ve Ege denizinin seviyesinden 50 cm. kadar yüksekte tutmaktadır. İşte bu seviye farkı, Karadeniz'in bati kısmında İstanbul boğazına doğru umumî bir akıntının meydana gelişinin esas sebebidir. Bu akıntı, Tuna başta olmak üzere, Karadeniz'e dökülen akarsuların akımlarının fazla olduğu ilkbaharda barizdir. İstanbul boğazından geçerek Karadeniz'e doğru giden bir dip akıntısı vardır. Yapılan araştırmalara göre, Karadeniz, az tuzlu yüzey suları altında, İstanbul boğazı vasıtasıyla, derinden Marmara'dan gelen çok tuzlu sularla beslenmektedir. Kıtalar içinde yer alan Hazar ve Aral kapalı denizleri vaktiyle büyük bir iç deniz teşkil ederken yakın zamanda birbirinden ayrılmışlardır. Gerçekten Karadeniz. Hazar denizi ve Aral denizi, III. Zamanın üçüncü devri sonunda Güneydoğu Avrupa'dan Orta Asya'nın batı kısmına kadar uzanan büyük bir iç denizin parçalan idi. Hazar denizinin seviyesi okyanus seviyesinin 26 m. altında, Arat denizininki ise okyanus seviyesinin 83 m. üstündedir. Böylelikle birbirinden 250 km. mesafede bulunan bu iki deniz arasındaki seviye farkı 79 m. yi bulur. Her iki deniz de pek az tuzludur. Hattâ Arat denizine, suları tattı bir göl nazarıyla bakılabilir. Karadeniz'den biraz daha büyük olan Hazar denizinin (438.000 km2) güney kıyılan İran'a, batı kıyılan Dağıstan ve Azerbaycan'a, kuzeybatı kıyıları Rusya'ya: doğu kıyılan ise tamamen Türkistan'a aittir. Hazar denizi, dünyanın «n büyük kapalı su sahasıdır. Avrupa'nın en büyük nehri olan idil'in (Volga) ayrıca Ural'ın suları buraya dökülmektedir, •onlardan başka Kafkasya'dan gelen ve buraya dökülen birçok akarsular vardır. Deniz sathına düşen yıllık

yağış fcıtarı ortalama olarak 400 mm.



TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

kadardır. Bundan dolayı tuzluluk miktarı ehemmiyetsizdir. Tuzluluk, Hazar'ın kuzey kısmında binde 10'dan, idi) deltası açığında ise binde 2 den azdır. Fakat güneydoğuda, Türkmenistan kıyılarında tuzluluk nisbeti artmakta ve Karaboğaz körfezinde binde 20'yi bulmaktadır. Hazar'ın denizaltı şekilleri oldukça sadedir. Kuzeyde aşağı idî) ovasının devamı gibi kabul edilen ve derinliği 50 m. den az olan bir saha vardır. Orta kısmında 500 ilâ 800 m. derinlikte küçük bir çukur mevcuttur. Güneyde derinlik artmakta ve 1000 m.yi bulmaktadır. Bu derin çanakta Karadeniz'de olduğu gibi hayat yoktur. Buna karşılık yüzey suları zengin bir hayvan topluluğuna sahiptir. Hazar kıyılarının hususiyeti, okyanusun umumî seviyesinin altında oluşudur. Bilhassa, kuzey, kuzeybatı ve kuzeydoğuda geniş sahalar kaplayan bu yerler tamamiyle çölleşmeye yüz tutmuş bozkırlar (stepler) sahasıdır. Denizin kuzey kısmına iki büyük nehir dökülmektedir: İdil ve Ural. Kuzeydoğu köşesinde denize dökülen Emba, bunlar kadar ehemmiyetli değildir. İdil deltasının cephesi 150 km., deltanın başladığı yerden denize kadar olan uzunluğu ise 70 km. kadardır. Kuzeydoğuda Üst-Yurd yaylasının ön tarafındaki geniş bir saha bataklıklarla denizin birbirine karıştığı kararsız bir yer olup, deniz 150 km. kadar içeri sokulmaktadır ve kıyı çizgisi kati olmayıp mevsimden mevsime ve fırtınalarla yer değiştirmektedir. Burada farkedilmeden denizden çamurluk sahalara geçilmektedir. Üst-Yurd bölgesinde yalnız Mankışlak yarımadasında kıyı yüksektir. Yarimadanın güneyinde takriben 15.000 km2 büyüklüğünde ve en derin yeri 13 m. olan Karaboğaz körfezi vardır. Bir çöl sahasında bulunan bu yerde buharlaşma çok şiddetlidir. Körfez, Hazar denizi ile en dar kısmı 250 m. genişliğinde olan bir boğazla iştirak halindedir. Körfezin nihayetinde kalınlığı 2 metreyi bulan tuz birikimi vardır. Güney ve güneybatıdan esen şiddetli rüzgârlar teşekkül etmiş tuzu ve tuzun içinde ölmüş ve katılaşmış balıkları karaya atar. Bunlar Hazar denizinden boğaz vasıtasıyle körfeze giren sularla taşınmakta ve Karaboğaz körfezinin çok fazla tuzlu sularında yaşamayıp ölmektedirler. Hazar denizinin seviyesi devamlı olarak değişmektedir. Seviye, sene esnasında düzenli veya düzensiz bir surette değişebilir. Düzenli değişme bir gölün seviyesinin değişmesine benzetilebilir. Bu hal, Hazar'a dökülen nehirlerin akım değişmeleriyle alâkalı olup, en yüksek seviyesi Temmuz'da, en alçak seviyesi ise Şubat'tadır. ikisi arasında 40 cm.'lik bir fark yardır. Düzensiz değişmeler, rüzgârlarla alâkalıdır. Meselâ Baku'da kuzeydoğu rüzgârları, suları ileri doğru iterek güneybatı rüzgârlarının meydana getirdiği seviyeden 15 cm. daha yüksek bir seviye husule getirirler. Yağış da seviye değişmelerine sebep olan diğer bir âmildir. Yağışın az veya çok oluşuna göre, seviye seneden seneye ağır ağır alçalır yahut yükselir. Aral denizinin suları, Hazar'ınkinden daha tatlı, seviyesi daha kararsızdır. İçindeki adalar da (bunların yüzölçümü 2345 km2'dir) dahil olmak üzere alanı kabaca 66.500 km2'dir ve okyanus seviyesinden 53 m. daha yüksekte bulunmaktadır. Derinliğin ehemmiyetsiz oluşu (en derin yeri 68 m.), suyunun ortalama tuzluluğunun azlığı ve kısa devrelerde değişmesi dolayısıyle (ortalama tuzluluk 1870'te binde 12 iken 1905'te binde 10.7'ye düşmüştür) Aral denizi, bir göl olarak kabul edilmektedir. Tuzluluk, büyük nehirler ağzında çok ehemmiyetsizdir. Tatlı sular, kıyı boyunca yayılırlar. Aral denizinin atlaslarda "Aral

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

39

Gölü" diye adlandırılmasının bir sebebi de budur. Tuzluluğun değişmesi her halde, Aral'a dökülen Sir Derya ve Amu Derya

nehirlerinin taşıdıkları suların akımlarındaki oynamalarla ilgili olsa gerekir. Bu iki nehrin döküldüğü yerde tuzluluk ehemmiyetsizdir. Tatlı sular, ortada tuzluluğu biraz fazla olan bir saha bırakarak kıyıyı takiben yayılırlar. • Aral denizinin suları,'Hazar denizinin suları gibi, yalnız klorlu değil, aynı zamanda sülfatları ve karbonatları da ihtiva etmektedir. Bu denizin batı çukuru da, Karadeniz'in merkezî çukuru ve Hazar denizinin derin suları gibi kükürtlü birçok hususlarda, kurak bölgedeki büyük bir gölün karakterlerini haiz olmasına rağmen, Karadeniz ve Hazar denizi gibi denizler arasında yer almaya lâyıktır. Aral denizinin yüzey suları yazın çok ısınır. Yüzeydeki sularda 27,8° sıcaklık müşahede edilmiştir. Fakat bu yüksek sıcaklıklar sathî olup, pek fazla derinliğe gitmez. Sıcaklığın dibe doğru azalması hızlıdır. Ağustos ayında 60 m. derinlikte 4° sıcaklık kaydedilmiştir. Seviye değişiklikleri de ehemmiyetlidir. Yıllık seviyenin en yüksek olduğu ay Temmuz'dur. Kurak yıllarda seviye alçalır. Seviyenin yüksek olduğu yıllarda, gölün yüzeyi de geniştir. Nitekim 1880 ile 1908 arasında göl seviyesi 3 metre kadar yükselmiş ve yüzeyi de 1/5 kadar genişlemiştir. Eskiden Hazar'la Aral birleştiği zaman bu denizle Hazar denizi arasındaki irtibat bugün terkedilmiş olan Uzboy vadisi üzerindendi. Hazar denizinin seviyesi alçalmaya başladığı zaman, seviyesi yüksek olan Aral denizinden Hazar denizine doğru aynı yoldan bir akış meydana geldi. Bazı coğrafyacılar bunu, Aral gölünün bir ayağı mahiyetinde telâkki etmektedir. Orta Asya'nın en büyük gölü olan Balkaş Gölü (takriben 23.000 km2) Batı Türkistan'ın bir parçası olan Kazakistan'ın hudutları içerisinde bulunmaktadır. Marmara denizinin iki misli büyüklüğünde olan bu göl az derin olup, en derin yeri 20 m.yi bulamamaktadır. Bundan dolayı kurak ve yağışlı senelerin birbirini takip edişi gölün seviyesi ve sahası üzerine hissedilir Surette tesir yapmaktadır. Gölü besleyen en mühiıin akarsu ili'dir. Eriyen buzullar ile beslenen bu nehirde suların bol olduğu mevsim yazdır. Gölün ayağı olmadığı halde suları tatlıdır. Balık itibariyle fakir olan göt, kıyılarina nüfus çekememîştir. Çöl ve çölleşmeye yüz tutmuş bozkırlarla kaplı çevresinde topraklar umumiyetle verimsizdir. Yapılan araştırmalar Balkaş'ın hiçbir zaman Aral denizi ile birleşmedîğini meydana çıkarmıştır. Ala dağların arasında yer alan Issık Göl, 1609 m. irtifada olup, bahis konusu dağlardaki buzullardan kaynaklarını alan sularla beslenmektedir. Bu suların üç ay kadar donmasına ve Ekim ayından İtibaren gölün kenanmnr karla kaplı olmasına rağmen göt, kışın donmaz. Bundan dolayı "Sıcak GÖT adı verilmektedir, takriben 6200 km>,lfltblr saha kaplayan golün uzunluğu t75 km. kadar olup en geniş yeri 55 km, derinliği de 702 m. dlf. Suyu, yarı tatlı yan tuzlu olan gölde çok miktarda balık vardır. Göl bakımından zengin bir memleket olan Türkiye'de büyük ve küçük bütün göllerin kapladığı saha takriben 9500 km^dir. Bunların içinde en ehemrfifyetliter! Van gölü, Tuz gölü, Beyşehir gölü, Eğridir gölü ve Marmara bölgesindeki göllerdir. Van Gölü Doğu Anadolu bölgesinin Yukarı Murat - Van bölümünde kendi adını taşıyan kapalı havzsnın ortasında yar almaktadır. Deniz seviyesindsn yüksekliği

«©-----——----------------------------------------------------------------------TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

1646 metre olup, güneybatıdan kuzeydoğuya doğru uzanmaktadır, en geniş yeri Tatvanla Bendîmahi ağa arasındadır (125 km.). Kuzey - Güney istikametindeki genişliği, yer yer değişmektedir: Bu yönde en geniş yeri 75 km. kadardır. Gölün en derin olduğu yerler güney kesimleridir. GÖKln yüzölçümü 3765 km^dtr. Bundan dolayı çevresinde oturanlarca "deniz' diye adlandırılır. Van Gölü, tuzlu göller grubuna dahildir. Tuzluluk nisbeti binde 22.4 kadardır. Suların sıcaklığı bakımından Van gölü orta kuşak göllerinin sıcaklık hususiyetlerini haizdir. Yazın yüzeyde sıcaklık 21°'ye çıkar, kışın yüzey epeyce soğur ve hatta tuzluluk nisbetinin az olduğu kıyılarda su donar, e Törkiye'nin ikinci büyük gölü olan ve yüzölçümü 1620 km2'yi bulan Tuz Gölü 900 m. yükseklikte, derinliği pek ai olan bir göldür. En derin yeri iki metre kadardır. Gölün sahası mevsimden mevsime ehemmiyetli değişiklikler gösterir. Dünyanın en tuzlu göllerinden biri olan bu gölde tuzluluk binde 329dur. Orta Toroslar'ın kuzeybatı kısmında yer alan Beyşehir, Suğla ve EğridirHoyran gölleri etrafı yüksek dağlarla çevrilmiş çanakların alçak kısımlarını işgal etmektedirler. Bunlar esas itibarile kırılmalar neticesi teşekkül etmiş olmakla beraber bunda karstik (kalkerin erime hususiyetleriyle ilgili) olayların tesiri de olmuştur, umumiyetle az derin olan bu göllerin suları tatlıdır. Türkiye Coğrafyasının Ana. Hatları: ı*Dj* Türkiye, Kuzey Yarımküresinin orta iklim kuşağında ve bu kuşağın güney kısmında yer almaktadır. Eski Dünya denilen Asya, Avrupa ve Afrika'nın hemen hemen ortasında bulunan Türkiye, tarihin her devresinde Akdeniz âlemi ile Ortadoğu, Hint ve Çin arasında bir köprü vazifesini görmüştür. Her ne kadar Türkiyede iklimler, denizlerin kenarından içeri doğru bir kara iklimi özelliği kazanırsa da, memleketimizde ne Kuzey Kutbu'na civar olan yerlerdeki iklimler gibi çok soğuk kara iklimleri, ne de Arap Yarımadası'nda olduğu gibi çok sıcak ve kuru iklimler vardır. Türkiye Akdeniz havzasının doğu ucunda bulunmakla beraber bu havzada hüküm süren bütün meteorolojik hâdiselerin az çok tesiri altında kalır. Memleketimiz aynı zamanda kuzeyden kutup ve kutba civar bölgelerin, güneyden de çöl kuşağının atmosfer hâdiselerinden müteessir olur. Marmara, Avrupa ve Asya kıtalarını birbirine bağladığı gibi boğazlar vasıtasıyla Karadeniz memleketlerini Akdenize ve bu iç denizle de dış âleme bağlamaktadır. Eskiçağ, Ortaçağ ve hatta Yeniçağın başına kadar Uzak Doğu'yu, Hint âlemini, Orta Asya'yı, İran'ı ve Mezopotamya'yı Akdeniz'e bu arada Avrupa'ya bağlayan mühim ticaret yolları Osmanlı İmparatorluğumun topraklarından geçiyordu. Bu mühim kara ticaret yollarının sonunda İskenderun, Trabzon, İstanbul, İzmir gibi ehemmiyetli liman ve şehirler bulunuyordu. Yeniçağdan itibaren deniz ve okyanus yollarının bulunması ve 19. asrın sonunda Süveyş kanalının açılması, kenarda kalan Türkiye'nin zararına olmuşsa da, hâlen Türkiye, Karadeniz'in kuzey ve kuzeybatısında yer alan Sovyetler Birliği İle Karadenizde kıyısı olan diğer devletleri Akdeniz ve Ortadoğu'dan ayıran yegâne devlettir; bu bakımdan eşsiz bir coğrafî mevkie sahiptir:

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

41

Türkiye'nin Yüzey Şekilleri ve Başlıca Bölgeleri s • Türkiye, ortalama yüksekliği fazla olan bir memlekettir (1130 metre). Hâkim olan yüzey şekilleri dağlar ve yaylalardır. Bütünüyle batıdan doğuya doğru yükselen Anadolu yarımadasının iç kısmı geniş bir yayla olup kuzey ve güneyde yüksek dağlarla çevrilmiştir. Bu sonuncular batıda okluğu gibi doğuda da düğümlenerek Doğu Anadolu yüksek bölgesini meydana getirmiştir. Marmara bölgesinin bir bölümünü teşkil eden Doğu Trakya, kuzeyde Istrancalar, güneyde Ganos ve Korudağ kütlesi, batıda Rodop kütlesi ile çerçevelenmiştir. MeriçErgene havzası bu çerçevenin ortasında kalır. Türkiye, yüzey şekilleri bakımından; Kuzey Anadolu sıradağları, Güney Anadolu sıradağları (Torosiar), bu ikisi arasında kalan İç Anadolu dağ ve yaylatan, Doğu Anadolu yüksek bölgesi, Güneydoğu Anadolu, yarımadanın batısını teşkil eden Ege ve Marmara bölgeleri ve Doğu Trakya bölgesi gibi kısımlara ayrılır. Anadolu yarımadası, Marmara ve Ege kıyılarında göze çarpan girinti ve çıkıntılarına rağmen Akdeniz bölgesinin en kütlevî olanlarından biridir. Doğubatı istikametinde bir dikdörtgen şeklinde uzanan Türkiye'nin batı cephesi bütünüyle parçalanmış olup, deniz derin körfezler halinde karanın içine doğru sokulmuştur. Bu parçalanma Marmara bölgesinde daha fazladır. Fakat Anadolu yarımadasının kuzey ve güney kıyıları fazla parçalanmış değildir. Anadolu'da kara iklimi özelliği doğuya doğru artmakta ve en büyük değerini Karaköse civarında bulmaktadır. Anadolu'da bir taraftan mesafe diğer taraftan yüksek dağ sıralarının meydana getirdiği mania iç kısmı civar denizlerin tesirinden mahrum etmektedir. Ayrıca yüzey şekillerinin umûmi vaziyeti Anadolu'da kara tesirini arttırmaktadır. Türkiye'de deniz seviyesinden az yüksek ovalarla alçak yaylalar nisbeten az, buna karşılık yüksek yaylalarla orta yükseklikteki dağlar fazla şaha işgal etmektedir. Memleket bütünüyle muhtelif menşeli dağ ve yaylalardan müteşekkildir. Bu sonuncular muhtelif irtifalarda görülmektedir. Meselâ İstanbul civarında 120-140 m. Ergene havzasının kuzey ve kuzeydoğu kenannda 200250 m. Güneydoğuda Suriye hududu civartnda 400-500 m. etrafında, İç Anadolu'nun batı kısmında, Eskİşehir-Kütahya arasındaki yaylalar bölgesinde 800-1000 m. civarında, Ankara -Konya arasındaki 1250 -1400 m.ler arasında bulunmaktadır. İç Anadolu'da muhtelif yüksekliklerde rastlanan bu yayla yüzeyleri muhtemel olarak, değişik irtifalardaki mevzii taban seviyelerine göre teşekkül etmiş eski aşınma yüzeyleridir. Aşınma yüzeylerinin bulundukları sahalar çevreye nazaran daha az parçalandıkları halde çevrede olanlar, meselâ Marmara bölgesinde olduğu gibi, yapı aşınma devresinde kenarlarından iyice parçalanmışlardır. Türkiye'min yüzey şekilleri, şu şekilde hülâsa edilebilir. 1- Türkiye bütünüyle çok büyük bir kısmı dağ ve yaylalardan müteşekkH yüksek bir memlekettir. Fakat yüzey şekilleri bakımından kenar ve iç kısmında bulunan ovalar da mühim bir yar tutmaktadır (Şekil 11). 2- Yaylalar iç kısımda, bilhassa Orta, ve Doğu Anadolu'da geniş sahalar kaplamaktadır. Buralarda mevcut olan dağlar ya yaylaların yüksek kıSHTilarıdır.yahutev-velden mevcut olanlara eklenmiş olan volkanik kütlelerdir. Meselâ fç Anadolu'da Kayseri etrafındaki yaylalara (ortalama irtifa 1100-1150 m.) 2800 m. den hâkim

42--------------------------------------------------------------------------------TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI_____________________________________________ 43

olan Erciyes, bunun güneybatısında bulunan Hasan dağı (3253 m.) Melendız dağlan {batıdan doğuya doğru 2727 m.» 2936 m^ 1250 m.likbir alçak yayla üzerinde yükselmektedirler, Türkiye'deki yaylaların büyük b» kısmı aşınmadan meydana gel* mistir. Ayrıca, bilhassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da geniş sahalar kaplayan lay yaylatan da vardır. Karacadağ'ın etrafında, Diyarbakır ite Siverek arasında bulunan sahadaki lav yaylaları, bunun güzel bir misâlidir. Buna karşılık bünye düzlükleri mahduttur. Bunlar daha ziyade İç Anadolu'da Neojen sahalarında gelişmiştir. 3- Ovalar, menşe itibariyle birbirinden farklıdır. Kuzey Anadolu kenar ovaları umumiyette irili ufaklı deltalardır. Misâller: Doğu Karadeniz'de Bafra, Çarşamba ovaları ite Trabzon civarında Değirmendere deltası, Ege bölgesinde Bakırçay, Ge diz, Küçük ve Büyük Menderes deltaları, Akdeniz'de Göksu deltası. Marmara, Ege ve Akdeniz kenar ovaları daha karışık bir menşei hâizdirler. Gerçekten bu ovaların bir çoğu çöküntü havzalarının birikinti tabanlarıyla, bunların ön tarafmda uzanan ve akarsularla denizin müşterek faaliyetleri neticesi meydana gelmiş olan taban seviyesi ovalandır. 4- Memleketimizin diğer yerlerinde mevcut olmakla beraber, kuzey ve güney kısmında hâkim bir rot oynayan dağların büyük kısmı kıvrılma dağları olup karışık bir yapıyı hâizdir. Umumiyetle simetrik yapılı bu dağların, Jura tipinde olanlar. Güneydoğu Anadolu'da ve mahdut sahalarda olmak üzere Marmara bölgesinin güneydoğusunda neojen (III. Zamanın ikinci devri) teşekkülâtını hâvi sahalarda görülmektedir. Diğerleri ehemmiyetli kırıkların meydana getirdikleri dağlarla İç ve Doğu Anadolu'da genç volkanik dağlardır. Memleketimizdeki dağların büyük kısmı Alp sistemine dahildir. 5- Türkiye'de Birinci Zamandan Dördüncü Zaman'a kadar muhtelif yaş ve tabiatta kalker teşekküller vardır. Bunlar, memleketin her tarafında, bilhassa Toros sistemine dahil dağlarla Neojen yaylalarında geniş sahalar kaplamaktadırlar. Görülüyor ki Türkiye, çeşitli aşındırma vetirelerinin faaliyeti neticesi meydana gelmiş muhtelif yaş ve tabiatta yüzey şekillerini ihtiva eden bir memlekettir. Türkiye'nin İklimi ı Bilindiği üzere Türkiye 35° 50' ile 42° 06' Kuzey paralelleri arasında bulunan yarı kıta durumunda kütlevî bir Akdeniz yarımadasıdır. Memleketimiz, bütünü ite, Orta kuşak Mimler grubuna dâhildir Bununla beraber coğrafî enlemin, denizlere yakınlık ve uzaklığı ve yüksekliği tesiriyle birbirinden az çok farklı iklim tipleri ayırt edilebilir. Meselâ yarımadanın güney kıyılarındaki ovalarla (Çukurova ve bununla Fethiye körfezi arasında kalan küçük çaptaki ovalar), deltalar (Göksu deltası ve daha küçük çaptaki deltalar) ve alçak yaylalar, bilhassa yaz devresinde, sıcaklık rejimi bakımından subtropikal kuşak sahasına girmektedir. Buna karşılık Türkiye'nin Karadeniz kıyılarında her mevsimi yağışlı olan bir iklim vardır. Yarımadanın iç kısımlarına gelince; buralarda kara özelliği taşıyan iklim tipleri kendilerini göstermekle beraber, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu iklimleri Doğu Anadolu ikliminden farklıdır. Şöyle ki İç Anadolu ite Güneydoğu Anadolu'da bozkır iklimleri (Güneydoğuda çöle mütemayil step iklimi) hakim olduğu halde, Doğu Anadolu'da, denizlerden uzaktık ve yükseklik tesiriyle yıllık sıcaklık farkı ehemmiyetli, kışları şid-

44

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

deiti geçen ve karın toprak üzerinde kalma süresi uzun kara özeliiği taşıyan bir iklim vardır, Türkiye'de iklim tiplerini ayrı ayrı ele aftp incelemeden evvel, onlara meydan veren iklim unsurlarını (sıcaklık, basınç, rüzgâr, yağış) kısaca gözden geçirmek faydalı olacaktır. Sıcaklığın Dağılışı: Türkiye'de yıllık ortalama sıcaklıkların değeri güneyden kuzeye ve güneybatıdan - kuzeydoğuya doğru azalmaktadır. İskenderun körfezi çevresinde ve Güneydoğu Anadolu'da 20° olan yıllık ortalama sıcaklık Göller çevresinde 17°, Ankara civarında 16°, Eskişehir havalisinde 15°, Bolu etrafında 14° dir. Bu husus coğrafî enlemin tesiri dolayısıyledir. Bununla beraber yıllık ortalama sıcaklıkların dağılışında, kara ve denizlerin dağılışı ite irtifaın da büyük rolü vardır. Türkiye'nin en sıcak yerleri güneydoğu ve güney kısmıdır: 18° ve daha fazla. Bunu Ege kıyılarıyla Marmara denizi kıyıları, Orta ve Doğu Karadeniz kıyıları takip etmektedir. En soğuk yerler Doğu Anadolu yaylaları olup buralarda ortalama sıcaklık 46°, hatta bölgenin büyük bir kısmında 4°'nin altındadır. Türkiye'de soğuk mevsimi temsil eden Ocak ayında ortalama sıcaklık umumi yetle güneyden kuzeye ve kıyılardan içerlere doğru gittikçe azalmaktadır. En so ğuk yerler kütlevî bir yarımada olan Anadolu'nun iç kısmı ve bilhassa Doğu Anado lu yaylalarıdır. Kars-Erzurum-Karaköse üçgeni içinde kalan yaylalarda ortalama sıcaklık, bu ayda, 0° nin altındadır. Sıcak mevisimi temsil eden Temmuz ayında or talama sıcaklık umumiyetle kıyılardan iç kısımlara doğru artar: Ege kıyılarında 25° ilâ 27° olan ortalama sıcaktık, iç kısımlarda, denizin tesiri hissedilmediğinden dola yı artmaktadır, iç Anadolu'da 22 ve 29 derece olan sıcaklık, güneydoğuya doğru artmakta ve bu bölgede 32 ile 34 dereceyi bulmaktadır. Temmuz başında ortala ma sıcaklıkların dağılışında denizlerden uzaklığın ve etrafı yüksek yayla ve dağlar la çevrilmiş çukur sahaların oynadığı rol çok büyüktür. j^Sh Yağışın Dağılışı ve Yağış Rejimleri: Yıllık Ortalama yağış miktarı, umumiyetle, çevrede iç taraftan daha çoktur. Dağlık sahalarda 1 m.den fazla olan yağış meselâ Kuzey Anadolu dağlarıyla, Toroslarda, yer yer 2 metreyi bulmakta, hatta geçmektedir. Anadolu'nun iç kısmındaki dağlar da civar ovalardan daha fazla yağışlıdır. Bu hal, yağışın dağılışında yüzey şekillerinin büyük tesiri olduğunu göstermektedir. Bunun gibi Türkiye'yi geniş bir saha üzerinde kuzey, güney ve batıdan çeviren ılık denizlerin tesiri de ehemmiyetlidir. Bunların tesiri yalnız buharlaşma sahaları olmak dolayısıyla değil, fakat aynı zamanda batıdan doğuya doğru yer değiştiren gezici alçak basınçların geçiş yeri olmaları ve nihayet bizzat bu denizlerin sıcaklık bakımından müsait kısımlarının mevzii alçak basınçların teşekkülüne imkân vermeleri dolayısıyledir. Diğer taraftan Türkiye'yi çeviren denizler, kara kütlelerine göre, ılık sahalar olduğundan hava kütlelerini kararsız bir hale getirmektedirler. Bütün bunlar, kenar bölgelerde yağışın fazla olmasının âmilleridir. Türkiye'de yağışın dağılışında en önemli unsur yüzey şekilleridir. Kuzey ve güneyde yüksek kenar dağları, nemli rüzgârları tutarak bunların içindeki su buharının büyük kısmı, iç tarafın zararına yağış halinde bırakırlar. Güney Anadolu da Kuzey Anadolu gibidir. Buna karşılık Ege bölgesi, yüzey şekillerinin hususiyeti dolayısıyla

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

45

(bilindiği üzere bu bölgede batı-doğu istikametinde uzanan geniş vadiler, ehemmiyetli dirsekler meydana getirmeksizin iç tarafa doğru sokulmaktadırlar) nemli rüzgârlar içerilere kadar girdikleri gibi Ege denizinden geçen gezici alçak basınçlar da bu olukların uzandıkları sahada iç taraflara kadar tesirlerini hissettirirler. Buna karşılık Trakya'nın kuzeydoğusundaki Istranca dağları bu yönden esen nemli rüzgarların Ergene havzasına girmesini kısmen önlerler. Trakya'nın güneybatı kısmındaki dağlar, Güney Anadolu'da olduğu gibi, yüksek bir dağ sırası teşkil etmediğinden, iç tasım güney ve güneybatıdan gelen nemfi ve ılık rüzgârların ve kısmen de Boğazlardan geçen gezici alçak basınçların tesiri altındadır. Memleketimizin hemen her tarafında soğuk mevsim (sonbaharın bir kısmı, kışın tamamı ve ilkbaharın bir kısmı) sıcak mevsimden daha yağışlıdır. Yaz mevsimi, Akdeniz ikliminin hâkim olduğu Güney Anadolu kıyı bölgesiyle Ege'de ve bu iklimin bozulmuş bir şekli olan Suriye ikliminin yayılış sahası içine giren Güney Anadolu'da kuraktır. Gerçekten Antalya ve izmir'de yıllık ortalama yağış tutarında yaz mevsiminin payı ancak % 3, Diyarbakır'da ise % 2'dir. Marmara bölgesine doğru yaz yağmurlarının payı artmaktadır (istanbul'da % 13, Edirne'de % 20). Her mevsimi yağışlı olan Doğu Karadeniz bölgesinde ise % 20'yi bulmaktadır. Burada en yağışlı mevsim sonbahardır (% 35). Yaz yağmurlarının hakan olduğu bölge Kars -Ardahan yaylalarıdır (Kars'ta yıllık ortalama yağışın % 36'sı yaz yağışlarıdır), iç Anadolu'ya gelince burada yağış âzamisi ilkbahar ve kışa isabet eder (Ankara'da ilkbahar yağışları % 36, kış yağışları % 28'dir). Memleketimizde soğuk mevsim, bilhassa kış, bazı bölgelerde (Marmara bölgesi, Batı Karadeniz, iç Anadolu, Doğu Anadolu) kar yağışlıdır. Yağan karın toprak üzerinde katma müddeti coğrafî âmillerin (iklim ve yüzey şekilleri) etkisi altındadır. Batı ve bilhassa Güney Anadolu kıyılarında kar pek seyrek yağar. Meselâ Antalya'da bazı seneler kar yağar; fakat karın toprak üzerinde kaldığı müddet bir günü bulmaz. İzmir'e de senede birkaç gün düşen kar, sıcaklık uzun zaman sıfır derecenin aJtina inmediğinden, toprak üzerinde fazla kalamaz, erir. Kuzeye doğru ç*ridıkça karla örtülü günlerin sayısı artmaktadır. Marmara havzasında karla örtülü günlerin sayısı, ortalama olarak, yüksek dağlar hariç, 11 gün kadardır. Yarı kara özelliği taşıyan Trakya'nın tç kısmında bu müddet, ortalama olarak Marmara kıyrlarmdaktnJn üstündedir. Çorlu'da 13 gün. Lüleburgaz'da 12 gün, Edirne'de 19 gün kadar. Kar, Karadeniz ktyrfsrına, Marmara kıyılanna nisbetle daha fazla yağar (15 günün üstünde). Bunun gibi kıyılardan içeri doğru gidildikçe de ortalama karla örtülü günler sayısının artmakta olduğu görülür. İç Anadolu'da karb günler sayısının artışı Üzerine tesir eden unsur sıcaklıktır. İç Anadolu ile Doğu Anadolu'da soğuk mevsimdeki yağış o kadar ehemmiyetli değildir. Fakat sıcaklık düşük olduğu için, bilhassa Doğu Anadolu'da, kar uzun müddet toprağı örter. Meselâ karta örtülü günler sayısı, ortalama olarak. Kayseri'de 40. Sivas'ta 71, Erzurum'da 120 gündür. Basınç ve Rüzgârlar: Türkiye, coğrafî mevkii itibariyle kuzey ve kuzeybatısındaki soğuk hava kütleleriyte, güneyinde bulunan sıcak hava kütlelerinin tesiri altındadır. Memleketimizde rüzgâr istikametleri her mevsimde değişik olmakla beraber, kış mevsiminde daha ziyade Anadolu'nun iç kısmından kenarlara doğrudur. Bunda iç kanun çevredeki denizlerden daha soğuk olmasının tesiri vardır. Fakat

46-----------------------------------------------------------------------------------TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

Anadolu'yu çevreleyen denizler ve karalar üzerinde basınçlar sabit olmadığından rüzgâr istikametleri de bunlarla alâkalı olarak sık sık değişir. Yaz mevsiminde Türkiye üzerinde ve etrafında basıncın dağılışı kışa nazaran daha murrtazamdır. Gerçekten bu mevsimde kuzey yarım küresinde subtropikal yüksek basınç (Asorlar yüksek basıncı) sahasırtf genişleterek Avrupa'da Karpatlar'a kadar uzanır. Buna mukabil çok sıcak olan Ön Asya bir alçak basınç sahasıdır (Alçak basıncın merkezî kısmı, Batı Pakistan, Afganistan ve İran yaylasının doğuşudur). Şu halde rüzgârın umumi istikameti memleketimiz -Türerinde kuzeybatıdandır.

iklimi denilmektedir. Her ne kadar İç Anadolu ve Do-

Bunlardan başka memleketimizde, bilhassa yaz mevsiminde, kara ve deniz meltemleri vardır, izmir'de denizden karaya doğru esen labat bunlardan biridir. Ayrıca Karadeniz ve Akdeniz tayı bölgelerinde de deniz ve kara meltemlerfevardır. Türkiye'nin İklim Bölgeleri s Memleketimizde, bilhassa sıcaklık ve yağışın yfHik seyri bakımından çeşitli Mm tipleri vardtr. Bunfardah Akdeniz ikliminde umumiyetle yazlar sıcak ve kurak, kışlar yağıştı ve ılık geçer Bu iMiffl memleketimizin Akdente Kıyılarıyla Ege bölgesinde ve yazların kurak geçtiği yıllarda, kısmen Marmara bölgesinde görülür. Bölgenin güney ve güneydoğu kısmında batı-doğu istikametinde uzanan ve karaların içine doğru iyice sokulmuş bulunan körfezler (Gemlik ve İzmit körfezleri) bu iklimin tesirini içerilere kadar götürürler. Dağ sıralarının uzanışı da bur» yardım eder. Bunlar kuzeyden esen serin rüzgârlara engel olurlar. Marmara bölgesinde bu iklimin yayılışı dağlarla ilgilidir. Kıyıya paralel olan Toros dağları Akdeniz ikliminin iç kısma yayılmasına bir engel olduğu halde Ege bölgesinde kıyıya dik olarak açılan büyük vadiler, (Bakırçay, Gediz, Küçük ve Büyük Menderes vadileri) bu iklimin içerilere doğru yayılmasını kolaylaştırırlar. Bu iklime misâl olarak Ege bölgesinde İzmir, Manisa ve Aydın, Akdeniz bölgesinde ise Antalya ve Adana gösterilebilir. Yağış rejimi bakımından Güneydoğu Anadolu bölgesi, bütünüyle Akdeniz yağış rejimine ben-zerse de, burada yağış daha azdır. Anadolu'nun güney kıyı kuşağında hüküm süren Akdeniz, iklimi Toroslar ve doğuda Amanoslar dolayısıyla içerilere sokulamaz. Bitki örtüşü bunu açıkça göstermektedir. Güneydoğu Anadolu yaylaları çoğunlukla bozkırdır. Buralarda sıcaklık ve yağışın yıllık dağılışı değişikliğe uğrar. İç Anadolu'da yaz mevsimi umumiyetle kurak, soğuk mevsim yağışlı olmakla beraber yağış âzamisi ilkbahara rastlar (Ankara ve Sivas'ta en yağışlı ay Mayıs'tır). Güneydoğu Anadolu yaylalarında ise göze çarpar bir yaz kuraklığı vardır. Yağış, umumiyetle Akdeniz kıyı bölgesindekinden azdır: Diyarbakır 487 mm., Urfa 452 mm. Yağıştan daha mühim olan, yükseklik, kıyı dağları ve denizden uzaklık dolayısıyla kara özelliğinin artmasıdır. İç Anadolu'da kışlar soğuk, yazlar sıcaktır. Konya'da en soğuk ayın ortalamasıyla en sıcak ayın ortalaması arasındaki fark 24.3 derecedir. Adana'da ise bu fark ancak 18.5°'dîr. Güneydoğu Anadolu yaylalarında kışlar, İç Anadolu'da olduğu kadar soğuk olmadığı gibi yazlar da çok sıcaktır. Urfa ve Mardin'de en soğuk ayın ortalaması ite en sıcak ayın ortalaması arasındaki fark 26°'yi geçmektedir. . İç kısımlarda görülen ve bitki örtüsü olarak bozkırın yaygın olduğu bu sahalardaki iklime umumiyetle bozkır

47

ğu Anadolu'nun alçak kısımlarında (etrafı yüksek dağ ve yaylalarla çevrilmiş havzalarla alçak yaylalarda) ve Güneydoğu Anadolu'nun alçak yaylalarında bozkır, hâkim bitki örtüsü ise de bu üç bölgede iklimi teşkil eden unsurların özellikleri aynı değildir. Her üç bölgenin iklimi de kara hususiyeti taşımasına rağmen en sıcak ve en soğuk aylar birbirinden farklıdır. Güneydoğu'nun alçak yaylaları yazın çok sıcak (Diyarbakır ve Urfa'nın Temmuz ortalaması 30°'nin üstünde) ve kışlar ise serindir (Diyarbakır'ın Ocak ortalaması 1.5° ve Urfa'nınki 5.0°). Buna karşılık İç Anadolu'da Konya'nın Ocak Ortalaması -1.2°, Sivas'ın -4.2°. Erzurum'un ise -8.6°'dir. Burada yaz aylarının ortalama sıcaklıkları 20 dereceyi bulmaz. Yağışın yıllık dağılışı da farklıdır. Güneydoğu'da azamî kışa isabet ettiği halde, İç Anadolu'da ve Doğuda ilkbahar yağmurları, kuzeydoğuya doğru ise yaz başlangıcı yağmurları hâkim otur (Kars'da en yağışlı aylar Mayıs ve Haziran'dır). Kars ve Ardahan yaylalarında yaz mevsimi yağışlı olduğu için ot cinsinden bitkiler, İç Anadolu'da olduğu gibi kuraklıktan zarar görmezler. Her mevsimi az çok yağışlı olan bu yaylalarda bozkır kaybolur. Kuzey Anadolu bölgesinde yağış âzamisi sonbaharda olmak üzere her mevsimi yağışlı, denize yakınlık dolayısıyle, bütün mevsimleri ılık geçen bir iktnrı tipi vardır. Karadeniz bölgesinde batıya doğru gidildikçe yağış âzamisi sonbahardan kışa doğru kaymaktadır. Şile'de sonbahara isabet etmekle beraber kış yağışlarının nisbeti de yüksektir. Fakat Marmara'nın doğusunda İzmit'teki gibi en yağışlı mevsim kıştır. İstanbul'da yaz mevsimi, diğer mevsimlerden daha az yağışlı, fakat kurak değildir. Bursa'da da durum böyledir. Fakat batıya doğru gidildikçe Akdeniz'in tesiri göze çarpmaktadır. Marmara bölgesinde kışlar oldukça soğuk geçer. Bunda bölgenin kuzeye açık oluşunun tesW vardır. Bununla beraber İzmit ve Gemlik körfezlerinin kuzeyden dağlarla soğuk rüzgârlara karşı kapalı oluşu, buralarda Akdeniz iklim»* hatırlatan mevzii iklim tipleri yaratmıştır. Kocaeli dağlan ile Samanlı dağlannın mahfuz yerlerinde zeytin yetişebilmektedir. Trakya'da kıyılardan içeri doğru gidildikçe Akdeniz ve Karadeniz Mim tipleri bozulmakta, bunların yerini kara özelliği taşıyan iklim tipi atmaktadır. EcKrne'de yıllık sıcaklık farkı 22,5 dereceyi bulur. Bitki Örtüsü: Türkiye'de iklim tipinin mâhiyeti ne olursa olsun esas bitiri örtüsü ormandır. Eğer orman bugün her tarafta görülmûyorsa bunun sebebi tahribe uğramış olmasıdır. Eski bir iskân sahası olan Anadolu'da ormanlar, nesiller boyunca yakacak temini ve tarta elde etmek için tahrip edilmiştir. Doğu, güneydoğu ve İç Anadolu ile Trakya'nın iç kısmının çıplaklığı bu şekilde izah edilmektedir. Örmenin şu yahut bu sebepten tahrip edildiği yerlerde maki (yaz kış yeşB kalan çahlık) ve iç kısımlarda bozkırlar meydana gelmiştir. Topraklarımızın % 13.5'i kadarını kaplayan ormanlar (çalılıklar ve maki dahil) memleketin çeşitli bölgelerine dağıtmış bulunmaktadır. Bol yağışlı Karadeniz bölgesinin kıyı dağları ormanlarla kaplıdır. Tahribe uğramayan yerlerde orman,deniz seviyesinden başlar ve takriben 2000 m.ye kadar çıkar. Bunun üstünde kalan sahalarda yerini otluklara bırakır. Ormarun 1000-1200 m.ye kadar olan aft kamı daha ziyade gürgen, kaym. meşe, kestane gibi yapraklannı döken ağaçlardan, üst kısmı ise umumiyetle iğne yapraklı ağaçlardan (köknar, sarıçam, ladin) müteşekkildir. Bölgedeki dağların daha yağışlı kuzey yamaçlarında orman güney yamaçlarında olduğundan 8ik*r. Dağların kuzey yamacında nem seven ormanlar bulunur. Mar-

4»--------------------------------------------------------------------------------TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

mara bölgesinde de orta yükseklikteki dağlarla (Istranca dağları, Kocaeli dağları ve Samanlı dağlan), yüksek kısımları dışında Uludağ, kayın, meşe ve gürgen karışığı ormanlarla kaplıdır. Dağ sıralarının yüksek kısımları ile iç kesimlerinde ise çam ormanları görülür. Ege ve Akdeniz bölgelerinin hâkim bitki örtüsü yine ormandır. Orman, Ege'de, batı-doğu istikametinde uzanan oluklar boyunca içerlere kadar sokulmaktadır. Balkan Yarımadasında Türkler'in Bulundukları Yerlerin Coğrafyasının Ana Hatları: TörfSfer 1389'dsKosova meydan muharebesini kazandıktan sonra adalarla Dalmaçya kıyılarındaki şehirler ve kuzeybatıda Hırvatistan'ın Slovenya ve dağlık böl-

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

49

t

ÜSKÜP

24-

1 /

* \

13-

\

r-ı -50 V

Zİ rf 4İ 1 1

n

-40

50

\

1-1

^,

-20 10

■ 4İ \0.

\



İ

,, m 3-

mm.

S. M.

N.

M.

H.

T.

A.

E. Ek.

K.

A.

Şekil 19- Üsküp'ün iklim diyagramı. Sıcaklık kesik çizgi ile. yağış sütunlarla gösterilmiştir. gesi hâriç, bütün yarımadaya hâkim oldular. Balkanlara hükmeden Türkler yarımadanın üç bölgesine yerleştiler. Buraları Makedonya, Doğu-Kuzeydoğu Bulgaristan ve Trakya'dır. Bununla beraber imparatorluğun bir parçası olan Balkanlar'da, 1912-1913 harbine kadar,, dağınık olarak birçok yerlerde bulunuyorlardı. Balkan harbinden sonraki göçler Türk nüfusunun azalmasına yol açtı. İstiklâl Savaşı ve İkinci Dünya Harbi'nden sonraki mübadele ve göçler bunu takip etti. Bugün Balkanlar'da muhtelif yerlerdeki Türk azınlığı büyük kayıplara uğramıştır. Makedonya, Bat Trakya, Doğu ve Kuzeydoğu Bulgaristan bugün de Türkleri'n topluca yaşadığı bölgelerdir.

Şekil 12 - Balkan Yarımadası'nda Türktar'tn oturduktan yerleri gösterir harita.

Yapı ve yüzey şekilleri bakımından Batı Anadolu'ya benzeyen Makedonya, dağlık kütleler ve havzalar halinde parçalanmış bir bölgedir. Büyük bir kısmının sularını Vardar ve kolları boşaltır. Bölgeyi başından sonuna kadar boyuna kateden Vardar nehri, yumuşak Neojen havzalarında geniş vadiler, ara yerlerdeki sert taşlardan meydana gelmiş eşiklerde de dar ve derin boğazlar açmıştır. Üsküp havza-

50

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

stnda geniş öten Vardar vadisi, Tikveşln güneydoğusunda Demirkapı'da dar bir boğaz içinde akmaktadır. Boğazın uzunluğu 19 km.dir. Batı-doğu doğrultusunda yer yer 45-50 km. genişliğinde olan Üsküp-Tikveş Neojen havzası ortalama irttfalı 1600-1800 m. olan yaylalar ve bunlar üzerinde yükselen sırtlarla (2000-2500 m.) çevrelenmiştir. Batı Makedonya'da yukarı Vardar bölgesindeki billurî kütleler bu akarsu ve kolları tarafından parçalanmıştır. Yüksek kısımlarda Dördüncü Zamandaki mevzii buzulların izleri görülür. Aradaki çukur alanlar çöküntüler neticesi meydana gelmiştir. Muhtelif irtifalarda olan çukur, sahaların bazıları göllerle kaplıdır. Ohri gölü (695 m.) bunların en önemlisidir. Halen 270 kilometre karelik bir saha kaplayan Ohri göiünün en derin yeri 280 m.tm,. Presba çukurluğunun çok mahiri bir parçası da kendi adını taşıyan göl tarafından işgal edilmiştir. Presba gölünün derinliği 25 metredir. Bölgenin en büyük çukurluğu Manastır-Pirlepe olup 1000 kilometre karelik bir alan kaplamaktadır. Makedonya'da dağlık kütlelerin yönü ve yüksekliği Akdeniz ikliminin tesirlerini azalttığından Yunan Makedonyası'ndaki iklime nazaran, kara özelliği hâkim bir iklim vardır. Üsküp'te yıllık sıcaklık farkı ehem

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI

•1

miyetiidir. Y*k yağış miktarı 450 mm. oivanndadır {Şekil 13). Bu miktar daha güneyde, Manastır'da 674 mm. civarında ofup bunun ancak %'15'i yazın düşer (Şekil 14). Bu da bölgenin güney kısmında Akdeniz tesirinin ehemmiyetli okluğunu göstermektedir. Bu tesir, Doğu Makedonya'da Vardar vadisi boyunca daha barizdir. Bunun güney kısmında yılhk yağış miktarı 400 mm. kadardır. Bu adim şartlarına tekabül eden bitki örtüsü ormandır. Yalnız orman örtüsü çeşitli tahribtere uğradığından, hâlen bölgenin ancak % 0tmu teşkil eder. Yüksek tasımlarda çamlar, aşağılarda yapraklarını döken ağaçlar, bunlar arasında ete, kestanelikler geniş bir saha kaplamaktadır. Doğu Makedonya'da maki ancak Vardar vadisi boyunca kuzeye doğru çıkmaktadır. Makedonya gibi Batı Trakya'nın da büyük kısmı eski sahrelerden müteşekkildir. Bunlar tesviye edildikten sonra birçok defalar menşei dahili hareketlerle yükselmişler ve kırılmışlardır. Kink yerleri Üçüncü Zamanın ikinci yansı ve Dördüncü Zamana ait göllerin depoiartyia dolmuştur. Farklı aşınmalar neticesi, sert satire

°c

SELANİK

27-

Ü

24-

/ • /

21

1512'

6 3-

l/n

I

l. A

Şekil f 4> Manasttr'ın Mim diyagramı, Sıcaklık kesik çizgi ila, yağış sütunlarla gösterilmiştir.

S.

M.

i

r

'fi

mm.

,5

\nn °

İfifi

-18-

9? "

\

-40

y

n

n N.

M.

H.

T.

•20 ■10

£.

Ek

K.

A.

Şekil IS- Selânik'in iklim diyagramı, Sıcaklık kesik çizgi ile, yağış sütunlarla gösterilmiştir.

"30

52

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

TÜRK ÜLKELERİNİN COĞRAFYASI_____________________________________________93

terden meydana gelmiş olan havzaların çerçeveleri yüksekte kalmış ve yumuşak sahreierden ibaret oldukları için iç havzalar, alçak kısımları teşkil etmişlerdir. Bu havzaların tabanları sonradan dolarak, ovalan meydana getirmişlerdir. Bir çoğu da kenarda bataklıklara meydan vermiştir.

BİBLİYOGRAFYA Almeida. P. Camena, Etals de la Baltiçue Russie, (Geographie Üniverselle, Armand Colin), Paris 1932,8.267-319. Ardel, Ahmet Klimatoloji (Genişletilmiş üçüncü baskı), İstanbul 1973. Eserde Türk Dünyasının muhtelif bölgelerine ait iklim bilgisi vardır. Ardel, Ahmet, Jeomorfolojinin Prensipleri, Fasikül I ve II, istanbul 1968 ve 1971. Atlaslar: a. The 77mes Atlas of The World, Cilt t ve II, 1958-59. b. Der Grosse Bertelsmann Weltatlas, 1961. Brrot, Pierre - Dresch, Jean, La Mediterranö et le Moyen orient. Cilt l-ll (Introduction aux etudes de Geographie} 1953-1956. Blanc, Andre, Geographie des Balkans (Que sais-je serisi) 1965. Bontervvetc, K. - Anger. H. - Schultg, A VVegener, Georg - Rosinski, H., Nordasien, Zentral - und Ostasien. (Handbuch der Geographischen VVİssenschaft), s. 211-244. Chataigneau, Yves, - Sion, Juies, Mediterranee Peninsutes Mediterraneennes, pays Balkaniques, (Geographie Üniverselle}, 1934, s. 395 - 575. Darkot, Besim, Türkiye iktisadi coğrafyası, İstanbul 1972. Duran, Faik Sabri, Büyük Atlas. İstanbul 1938. George, P., IV.R.S.S. Orbis Koleksiyonu (Orta Asya'ya taalluk eden bahisler), 1962. Bu eserde Sovyetler Birliğinin bütününe ait tabiî, beşerîve ekonomik bilgi ve geniş bibliyografya vardır. George. Pierre, Geographie de la Population, (Que sais-je serisi), 1967. Grena/d, Fernand, Haute Asie. cilt VIK, 2. Kısım, s. 235-377. (Geographie Üniverselle, Armand Colin). Paris 1929. Hann, J., Handbuch der Klimatologie, 1911, s. 313-326. Reetus, Bisee. Nouvelle Geographie Üniverselle, Cilt VI. lAsie russe, 1881, s. 305-573. Tanoğlu. Ali, Ziraat Hayatı. İstanbul 1968, c. I. Tanoğlu, Ali, İktisadi Coğrafya. Enerji Kaynaklan İstanbul 1971. VVoeikof, A., Le Turkestan Russe, 1914, s. 360.

Esas itibariyle eski bir kütle olan Rodop, batı-doğu istikametinde uzanan yüksek bir dağdır. Bulgaristan'a, Struma ile Aşağı Meriç arasında, Ege ufuklarını kapamaktadır. Rodop dağının üst kısmı ile kenarları arasında esaslı fark vardır. Kütlenin kuzey, kuzeydoğu ve güney kenarları dar ve derin vadilerle parçalanmış olduğu halde, üst kısmı aşınma yüzeylerinden meydana gelmiştir. Rodop dağları Balkan yarımadasının en yüksek kısımlarını ihtiva etmektedir. Rila ve Pirin kütlelerinde yarımadanın en yüksek tepeleri bulunmaktadır. (Musulla Tepesi 2930 m). 2500 metrenin üstünde buzul gölleri vardır. Denizin yakınlığı dolayısıyla dağın iklimi sert değildir. Ocak ve Temmuz ortalama sıcaklıkları 0,6° ve 24,6°'yi geçmez. Oldukça yağışlı olan kütlede etekler ormanlarla, yüksek yerler otlarla kaplıdır. Sredna Gora ile Rodoplar arasında batı-doğu, kuzeybatı-güneydoğu istikametinde takriben 200 km. uzunluğundaki Yukarı Meriç oluğunun tabanı, Tatarpazarcığı ile Türkiye hududu arasında 100 m.ye kadar alçalmaktadır. Vadi, kıta içinde olmasına rağmen yaz mevsimi de Akdeniz ikimi karakterini hâizdir. Havzada ilkbahar ılık,.jşonbahar oldukça sıcak geçer. Deniz seviyesinden 160 metre yükseklikte olan Rlibe'de yaz mevsimi sıcak (Temmuz ortalaması 23.5°), kışlar oldukça sert geçer. Ffiibe" de yıllık sıcaklık farkı 84°'dir. Kuzey ve bilhassa güneyde Rodoplar'la çevrilmiş olan Yukarı Meriç havzası fazla yağış almaz. Yıllık yağış ortalaması 535 mm. dir. Her mevsim yağışlı olmakla beraber âzamisi ilkbahara rastlar.

m

t

■*m $R

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

II. Türk Dünyasının Demografik ve Ekonomik Yapısına Toplu Bir Bakış Nadir DEVLET

1. Demografi XX. yüzyılın sona erdiği şu yıllarda Türk soyuna mensup topluluklar bir devamlılık arzeden ve Balkanlar'dan başlayarak Çinin batı kısmına kadar uzanan değişik ülkelerin hükümran olduğu bölgede yaşarla;. Aynı soydan gelen bu topluluklar tarihî, coğrafî ve siyasi şartların yarattığı farklılıklar gösterirler. Ancak, Türk soyuna mensup toplulukları bağlayıcı unsurların oldukça güçlü olduğu da kabul edilmektedir. Bu Türkleri iki ana gurupta İncelemek mümkündür. İtkini Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi bağımsız devletlerde yaşayan Türkler; (kincisini ise siyasî bağımsızlığa sahip olmayan veya bulundukları ülkede azınlık durumunda olanlar teşkil eder. Birinci kategoridekiler dünya Türk nüfusunda takriben üçte birlik bir orana sahiptirler. Başka bir ifadeyle Türkiye'ye komşu olan (veya olmayan) ülkelerde yaşayan Türk soyundan toplulukların toplam nüfusu neredeyse Türkiye'dekilerden iki katı fazladır. Değişik ülkelerde yaşayan Türk topluluklarının nüfusları hakkında sıhhatli bilgi almak mümkün olmamakla beraber dünyadaki Türklerin sayısının 150 milyonu geçtiğini tahmin etmekteyiz. Bağımsız Türk ülkelerinde dahi yapılan nüfus sayımlarında kayda geçmeyenlerin bulunduğu düşünülürse diğer ülkelerin siyasî emeller dolayısıyla istatistikleri diledikleri şekilde neşr ettikleri de düşünülebilir. Ayrıca bazı ülkelerin çok seyrek veya hiçbir zaman nüfus sayımı yap-' mamış olmaları, yaptıkları takdirde de azınlıklar hakkında bilgi vermemeleri dünya Türk nüfusunu tespitte araştırmacıları hayli çıkmazlara götürmektedir. Bu çalışmada resmî belgelerin bulunamadığı hallerde tarihî tahminlere dayanmak zorunda kaldık. Dünya demografik tablosu doğum ve ölümlerle etkilenmeyip

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

savaşlar, afetler ve göçler neticesinde de önceden tahmin edilemeyen değişikliklere uğramaktadır. Bu da bölgesel demografik araştırmaların ne kadar mühim ol* duğunu göstermektedir. Aksi takdirde bazı hallerde her yıl değişen nüfus hareketlerini tespit etmemiz mümkün olmayacaktır. İç göçler dolayısıyla Türkiye'deki nüfus hareketlerinin dahi takibinde karşılaşılan zorlukların çok daha karmaşığı diğer Türk topluluklarının nüfuslarının tespitinde ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmamızda Türkiye Türkleri konusunda ülkemizde çok sayıda yayın bulunduğundan ana bilgiler vermekle yetineceğiz. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Türk soylular Balkanlar'dan başlayarak Çin'e kadar uzanan tarih, din ve dil gibi ortak değerleri paylaşan millletlerin yaşadığı bir bölgede yoğun şekilde bulunurlar. Burayı aşağıdaki 7 coğrafî bölgeye ayırmak mümkündür: 1. Balkanlar M*

4. Kafkasya 5. İdil-Ural 6. Sovyet Orta Asyası ve Kazakistan (Batı Türkistan) 7. Şincang-Uygur Bölgesi (Doğu Türkistan)

ni>» -

Türkiye'nin dışında coğrafî bölgelerde yaşayan Türk toplulukları bulundukları siyasî sistemler, bazılarının Türkiye ile asırlardan beri olan kopuklukları v«. gibi sebeplerden kendi yazılı edebiyatlarını geliştirerek gerek dü, gerek adet, örf ve gerekse düşünce yapısı bakımından kendilerine has özellikler gösterirler. Zaman içinde bu topluluklar değişik boy adlarını kendi mM adları olarak benimsemişler ve yöresel miBî benliğe kavuşmuşlardır. Türk soyundan olup da kendi milR adlarıyla bilinen topluluklar şunlardır: SOVYETLER BİRLİĞI'NDE (Nüfus kesafetine göre): Özbek, Kazak, Tatar, Azerî, Türkmen, Kırgız. Çuvaş, Başkurt, VakMt Karakalpak, Uygur, Kumuk, Gagauz, Tuva, Karaçay, Meshet, Hakas, Balkar, Attay, Kırım Tatarı, Nogay, Sor, Karaim, Kundur, Kafkasya Tüffcmeni, Dolgan ve Kırımçak. ÇİN HALK CUMHURİYETİ'NDE : Uygur, Kazak, Kırgız, Salar(Salur), Şibe (Şi ±ür*

AFGANİSTAN'DA: Özbek, Türkmen, Kırgız. Kazak, Karakalpak ve Uygur; İRAN'DA : Azerî. Kaşkay, Afşar, Şahseven, Kaçar, Karapapah, Hamse, Kengûriü, Türkmen t*B:' ! Bunların dışında ise, Irak, Suriye, Bulgaristan, Yunanistan gibi yabancı devletlerde bulunan ve ezjpi çoğunluğunu Türkiye Türkleri'nin teşkil ettiği Türk toplulukları bulunmaktadır. İkinci Bağımsız Türk Devleti Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Almanya, Fransa, Avusturya, Hollanda, Belçika gibi Avrupa Ökelerinde de aslen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkler bulunmaktadır. Dünyanın diğer tarafla-nnda ABD, Kanada. Japonya, Avustralya* Finlandiya'da aslen Rusya Türkleri olan ufak Türk topluluklarına rastlanmaktadır. Avrupa'nın dışında ise Suudi Arabistan ve

57

Libya gibi ülkelerde de gerek Türkiyeli gerekse başka bölgelerden buralara yerleşen Türk soylular mevcuttur. Yukarıda da belirttiğimiz üzere dünyadaki Türk soyluların toplam nüfusu 140 milyonu geçmiş bulunmaktadır. (BakAş.Tablo) Bu nüfusun büyük bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında yaşamaktadırlar. DÜNYADA TÜRK NÜFUSU (1990 TAHMİNİ) Türkiye (1990) Yurt dışı T.C. Vatandaşları SSCB (1989) ÇHC(1990) Afganistan

2. Türkiye 3. Iran

ve), Özbek ve Tatar;

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

56.570.000 2.377.871 49.523-215 9.456.184 2.500.000

Iran

24.000.000

Irak

2.000.000

Suriye Kıbrıs Bulgaristan

500.000 200.000 2.000.000

Romanya

140.000

Yunanistan

120.000

Yugoslavya

150.000

ABD Diğer Ülkeler Toplam

200.000 250.000 :' 147.987.270

TÜRKİYE: 1990 Yılı Devlet Plânlama Teşkilatı'rnn tahminine göre Türkiye'nin toplam nüfusu 56.570.000'e ulaşacaktır. Türk ve müslüman toplulukların yoğun olduğu coğrafî bölgelerde rastlanan hah nüfus artışı Türkiye için de geçerlidir. 1985 nüfus sayımında 50 milyon olan Türkiye nüfusunun 1990 yılında 56.5 milyona ulaşmasını beklemek bu fenomenin göstergesidir. DPTnin verilerine göre 1990 yılında 0-6 yaş gurubu arasındaki nüfus 9.862.000 veya genel nüfusun %17.43'üne; eğitim çağındaki 7-21 yaş gurubundaki nüfus ise 18.803.000 veya genel nüfusun %33.24'üne ulaşacaktır. Başka bir ifadeyle 0-21 yaş arasındaki gurup genel nüfusun %50, 67'sini teşkil edecektir. Diğer topluluklarda olduğu gibi bu hızlı nüfus artışı Türkiye'ye de bir hayli sorunları beraberinde getirecektir. Zaten Türkiye şu anda dahi enflasyon, gelir dağılımındaki bozukluk ve işsizlik gibi sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunların halı nüfus artışıyla çözülmesi daha da güç hale gelecektir. Çünkü %50'in üzerindeki nüfus ekonorr%* hiçbir şekilde katkıda bulunmayan tüketici bir sınıftır. Emekliler, sıhhatçe özürlüler ve ancak ev işleriyle meşgul olanları bir yana bıraktığımız takdirde, *989 yılında sivil iş gücü 18.680.000 idi ki. bu toplam nü-

58

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

füsun %33.2'sini teşkil etmektedir. Çalışabilen insan gücünün %10.1%ıin de işsiz olduğu düşünülürse bu oran daha da düşmektedir. Özetlersek nüfusumuzun %30'u üretici, %70'i ise tüketici durumundadır. Her ne kadar Türkiye genç bir nüfus potansiyeline sahip ise de eğitime ayrılan payın düşük olması sebebiyle bu genç potansiyelin kalkınmış ülkeler seviyesinde eğitiimeBİ mümkün olamamaktadır. Neticede ise bu durum gerek özel gerekse devlet sektörünün yabancı ülkelerde eğitim görmüş elemanları tercih etmesine yol açmaktadır. Ülkenin değişen bu şartları karşısında maddî güçleri elverenler yabancı okul ve yabancı ülkelerde eğitim aJma gayreti içindedirler. Kısacası, büyük genç nüfus potansiyeline sahtp olan Türkiye henüz kısa vadeli tedbirlerle bu problemin üstesinden gelmeye çalışmaktadır. YURTDIŞINDAKİ T.C. VATANDAŞLARI: 1960'lı yıllardan itibaren başta Federal Almanya olmak üzere diğer Batı Avrupa ülkelerindeki hızlı ekonomik geBşmeler yabancı iş gücüne ihtiyaç doğurmuştu. Hızlı nüfus artışının meydana getirdiği işsizlik problemini çözmede mühim bir imkân yakalayan Türkiye'de bu ülkelere çalışmak arzusunda oian T.C vatandaşlarını sevk etmeye başladı. Neticede başta Federal Almanya olmak üzere Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya gibi batı ülkelerinde büyük Türk kolonileri meydana geldi. Yurt dışındaki Türk işçilerinin ülkelerine yolladıktan dövizler hükümetin döviz ihtiyaçlarının büyük bir kısmını karşılar duruma geldi. Türkiye bu sayede hem ülke içindeki işsizlik probleminin bir kısmını çözme ve dış borçlarını ödemede yeni bir kaynak elde etme imkanına kavuştu. Ancak 1970'li yılların ortalarında adı geçen Batı Avrupa ülkelerinde işsizlik oranının artması dolayısıyla Türk işçilerine olan ihtiyaç azaldı ve bu işçilerin bir kısmı Türkiye'ye dönmek zorunda kaldı. Aynı yıllarda bu sefer Uzak Doğu'da Avustralya'da ve Arap ülkeleri Suudi Arabistan, Libya ve Kuveyt gibi ülkelerde de bir kısım Türk işçilerine istihdam imkânı hasıl oldu. Kısacası bugün yukarda belirtilen değişik ülkelerde toplam olarak 2.5 milyona yakın T.C vatandaşı yaşamaktadır. (Bk. Aş. Tablo)

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

59

T.C vatandaşlarının en yoğun bulunduğu ülke ise Federal Almanya'dır. Diğer ülkelerdeki Türk vatandaşlarına ve onların problemlerine de iyi bir örnek teşkil etmesi bakımından burayı daha teferruattı incelemek yararlı olacaktır.. Federal Almanya Cumhuriyetindeki Türkler: Resmî tabiriyle yabancı işçiler (Auslaendische Arbeitnehmer) veya halk arasındaki yaygın tabir Re "misafir işçiler" (Gastarbeiter) Alman ekonomisine bir hayli faydalar sağlamakta birlikte bir takım sosyal ve kültürel problemler de yaratmaktadırlar. Bu problemlerin başında çok değişik küttür ve dinden gelen Türkter'in Alman toplumuna uyum sağlayamaması teşkil etmektedir. Almanya Federal istatistik Müdürlüğünün 1987 verilerine göre ülkede kayıtlı 4.630.200 yabancı uyruktu bulunmaktadır. Bu yabancılar arasında Türkler 1.481.400 nüfusla birinci sırayı atmaktadır. Bu Türkler'in Almanya'daki eyaletlere göre dağılımı ise aşağıdaki gibidir. Federal Almanya'da yüksek sayıda bulunan yabancıların ekserisinin Avrupa kültürüne ve hıristiyan dinine mensup olmaları dolayısıyla en dışta kalan gurup olarak Türkler göze çarpmaktadır. Bu da yabancı sorunu yerine Türk Sorunu* ndan bahsedilmesin© yo) açmıştır. Bu sorun bazı hallerde Türk Düşmanlığı* şekline de dönüşmektedir. Federal Almanya'daki tabiî nüfus artışı Alman ve diğer topluluklara nazaran çok yüksektir. Bu durum aşağıdaki tablodan daha iyi anlaşılmaktadır:

TÜRK NÜFUSUNUN YAŞLARA GÖRE DAĞİLİMİ (1982-1987) ÜLKE

TÜRK NÜFUSU

Almanya Hollanda Fransa Belçika Danimarka ingiltere Avusturya İsveç Norveç Avusturalya Libya S. Arabistan Irak Kuveyt Diğer

1.481.400 156.396 180.147 78.039 22.313 16.000 49.259 21.538 3.574 87.000 24.000 160.000 4.345 3.300 10.660

Toplam

2.377.871

Yabancıların Toplamı (Bin) Yaş

Yabancı Nüfus İçindeki Oranı

Türk Nüfusu

1982

1987

1982

1987

1982

6'dan ufak

400.0

323.4

86

7.0

194.9

6-10

328.2

260.7

7.0

5.6

10-15

387.4

368.7

8.3

8.0

186.3

169.8

15-18

217.9

236.5

4.7

5.1

109.8

109.9

159.5'

1987 153.3İ ' 121.2

18-21

227.2

234.1

4.9

5.1

106.1

97.8

21-35

1362.2

1249.1

29.2

27.0

331.9

354.7

35-45

959.5

947.1

20.6

20.5

331.0

232.1

45-55

502.1

630.5

10.8

13.6

139.9

197.9

55-65

182.3

254.2

3.9

5.5

17.5

38.7

99.9

125.8

2.1

2.7

3.8

5.0

65'ten yukarı

60

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Almanya'daki Türk nüfusunun 0-21 yaş arasındakilerinin toplamı 652.000'e ulaşmış olup, bu oran genel Türk nüfusunun %44.05'ini teşkil etmektedir. Kalan nüfusun, 5000 kişilik emeklilik çağına ulaşmış olanlar hesaba katılmadığı takdirde, %55.95'i çalışma yaşındadır. Gene de eğitime muhtaç zümrenin yüzdesi neredeyse Türkiye'deki orana yaklaşmaktadır. Federal Almanya'daki Türkier'in ikâmet süreleri incelendiğinde %71.3'ûnün bu ülkede 8 yıldan fazla süre kaldığı ve bunların Türkiye'ye dönerek yeni bir başlangıç yapmalarının hayli zor olduğu anlaşılır. Türkier'in büyük çoğunluğunu 25-45 yaş arasındaki gurup yani en verimli çalışma çağında olan gurup teşkil eder. Ancak ila Almanya'nın birleşmesi dolayısıyla ortaya çıkacak istihdam probleminin başta Türk işçilerine negatif yönde tesiri kuvvetle muhtemeldir. Toplu bir göç anında en büyük sorun bu Türklerin Türkiye'ye entegrasyonu olacaktır. Bilhassa Almanya'da doğup büyüyen oranın eğitim sistemine ve kültürüne intibak eden genç nüfusun Türkiye'ye uyum sağlaması hayfi zor olacak ve1 Türkiye'nin bu sorunları ortadan kaldırması için gerekli bir tedbir alabilmesi de büyük bir fedârlık gerektirecektir. SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİ : Yukarıda da ifade ettiğim üzere Türkiye'den sonra Türk soyundan gelen toplulukların en büyük kısmı dünyanın yüzölçümü yönünden en büyük ülkesi olan (22.402.200 km2} SSCB'nin değişik bölgelerinde yaşamaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu topluluklar kendi yöresel mim benliklerine kavuşmuş olup, değişik adlarda bilinirler. Sovyetler Birli-ğfndetö Türkler1t4rcoğrafî bölgede İncelemek mümkündür. Bunlar sırasıyla; 1. İdil-UraJ 2. Kafkasya 3. Sovyet Orta Asyası ve Kazakistan (Batı Türkistan) 4. Sibirya'dır. idil(Volga)- Ural Bölgesinde başlıca Tatar, Başkurt ve Çuvaşlar; Kafkasya'da Azerîler, Orta Asya'da Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen ve Karakalpaklar, Sibirya'da Yakut, Tuva ve Altaylılar yaşamaktadır. Sovyetler Birliği idarî yapı yönünden birlik (ittifak) cumhuriyetler, muhtar cumhuriyetler ve muhtar bölgelere ayrılırlar. Sovyetler Birliği'nde 15 birlik cumhuriyeti mevcut olup, bunların 5 tanesi herhangi bir Türk boyunun adını taşımaktadır (Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan). Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti Ülkenin yüzölçümünün % 75'ine ve nüfusunun % 50'sine sahip olan en büyük birlik cumhuriyeti olup ülkedeki 20 muhtar cumhuriyetten 16'sı da buna dahildir. Bunların 6'sı bir Türk boyunun adını taşıyan Muhtar cumhuriyetlerdir (Başkurt, Çuvaş, Kabarda-Balkar.Tatar, Tuva, Yikut). Bunun dışında Özbekistan'a dahil Karakalpak, Azerbaycan'a dahil Nahçevan muhtar cumhuriyetleri bulunmaktadır. Ocak 1989'da yapılan nüfus sayımının resmî verilerine göre genel nüfus 285.688 965'e ulaşıp, son 10 yılda 23.5 milyonluk bir nüfus artışı gerçekleşmiştir. Sovyetler Birliği'nde resmî görüşe göre 101 millet ve etnik topluluk mevcut olup ancak S'sînin nüfusu 1 milyonun üzerindedir. Bu grupta ise 8 Türk boyu bulun-

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

maktadır.

61

SSCB'DE NÜFUSLARI BİR MİLYONUN ÜZERİNDE OLAN MİLLÎ TOPLULUKLAR Millet adı

Nüfus 1979

Artış İMİ

Oranı

1970-79

1979-89

262.084.654

285.688.9»

8.4

9.0

137.397.089

145.071550

6.5

5.6

Ukrain

42.347 387

44 135MB

3.9

4.2

ÖZBEK

12.455.978

ÜBBÜteiŞ

35.5

34.0

Belofus

9.462.7*5

10.030.441

4.5

6.0

KAZAK

6.554.442

8.137.878

23.7

24.1

AZERİ

5.477.330

6.791.106

25.1

24.0

TATAR

6.185.196

6.645.588

4.3

7.4

Etmeni

4.151.241

4.627-227

16.6

11.5

Tacik

2.897.697

4.216.693

35.7

45.5

Gürcü

3.570.504

3.983.115

10.0

11.6

2.968.224

3.355.240

10.0

13.0

Utvanyab

2.850.905

3.068.295

7.0

7.6

TÜRKMEN

2.027.913

2.718.297

33.0

34.0

KİRGİZ

1906.271

2.530.998

31.3

32.8

Alman

1.936.214

2.035.807

ÇUVAŞ

1.751.336

1.839.228

3.4

Lelonyaiı

1.439.037

1.459.156

0.6

BAŞKURT

1.371.452

1.449.462

10.6

5.7

Yahudi

1.810.876

1.449.117

-15.8

-20.0

Mordva

1.191.765

1.153.516

-5.6

-3.2

Leh

1.150.991

1.126.137

-1.4

-2.2

Eston

1.019.851

1.027.255

1.2

0.7

/İtaptan Rus

Mo!dovw«* "

4.9

5.1 5.0 1.4'

Sovyet İstatistiklerine göre resmî olarak 24 Türk topluluğu mevcuttur. Bunlann toplam sayısı ise 50 mflyona yaklaşmış bulunmaktadır. 1879-1989 yıllan arasındaki 10 yıllık dönemde genel nüfustaki tabiî artış % 9 iken Türk topluluklarının ortalaması % 25 dolaylarında gerçekleşti.

62

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

SSCBDEKİ TÜRK BOYLARI VE NÜFUSLARI Türk Boyunun Adı

Nüfus 1979

Artış Oranı 1989 "

1979

1979-89

Özbek

12.455.978

16.686.240

35.5

34.0

Kazak

6.556.442

8.137.878

23.7

24.1

Azeri

5.477.330

6.791.106

25.1

24.0

Tatar

6.185.196

6.645.588

4.3

7.4

Türkmen

2.027.913

2.718.297

33.0

34.0

Kırgız

1.906.271

2.530.998

31.3

32.8

. Çuvaş

1.751.366

1.839.228

3.4

5.0

Başkurt

1.371.452

1.449.462

10.6

5.7

Karakalpak

303.324

423.436

28.5

39.6

Yakut

328.018

362.255

10.7

16.5

Kumuk

228.418

282.178

21.0

23.5

Kırım Tatarı

132.272

268.739

-

103.2*

Uygur

210.612

262.199

21.5

24.5

92.689

207.369

17.3

123.7*

166.082

206.924

19.2

24.6

197.164

10.6

13.8

Mesnet Türkü Tuvah Gagauz Karaçay

.,n&179 131.074

156.140

16.3

19.1

Balkar

66.334

88.771

11.5

33.8

Hakas

70.776

81.428

6.1

15.1

Nogay

59.546

75.564

15.0

26.9

Altay

60.015

71.317

7.5

18.8

Şor

16.033

16.572

-2.8

3.4

Karaim

3.341

2.803

-26.9

Kınmçak

3.000

1559

-

-mı

Toplam

39.657.661

49.523.215

48.0 24.9

1989 nüfus sayımının resmî verilerine göre SSCB'nirrtter 45 vatandaşından birinin Türk ve müslüman vatandaşı olduğu belirlendi. Diğer yandan Ruslar* İse ge-

(*) Bu oranlar gerçek nüfus artışını ifade etmektedir.

DEMOGRAFİK YE EKONOMİK YAPI

63

rtel nüfus içindeki oranının her nüfus sayımında azaldığı izlendi (1970 % 53.4,1979 % 52.4 ve 1989 % 50.8). Bu gelişme aynı hızla devam ettiği taktirde ki, bu da kuvvetle muhtemeldir, Ruslar gelecek nüfus sayımında SSCB'ndeki mutlak çoğunluklarını kaybetmiş olacaklardır Genel olarak aldığımızda birkaç istisnanın dışında SSCB'nde tabîF nüfus artış ruzmm yavaşlamaya başladığı anlaşılmaktadır. Bu eği-Sm Türk ve müslüman nüfusta da sezilmekte ise de henüz kayda değer derecede değildir. 1979 yılında Slav nüfusu % 75*ter civarında iken 1989'da bu oran % 69.7'ye düşmüştür. Diğer müslüman topluluklarla Törk soyluların toplam nüfusu ise 57.625.477'ye ulaşmış ve bu nüfus genel Sovyet nüfusunun % 20.2'sini teşkH etmekledir. Diğer 10.1 "W ise Ermeni. Gürcü. Moldavyalı, ütvanyalı, Alman gibi unsurlar teşkil eder. Geçe»» 9 yıllık dönemde (1970-79) olduğu gibi bu seferki dönemde de (1979-89) büyük Türk boylan arasında en hız* nüfus artışı Özbekler'de olmuştur. En düşük artış ise dü ve dinî inanç bakımından diğer Türk topluluklarına hayü uzak olan Çuvaşlar'da görülmektedir. Türk boylarındaki nüfus artış oranlarındaki bu farklılıklar bölgesel, kûttürel, tarihî ve ekonomik şartlara bağlı olmaktadır. Bunlara her topluluğu ayn ayrı incelediğimizde teferruatıyla değineceğiz. İDİL-URAL BÖLGESİ: Bu ad bugün coğrafî bir tabir olarak kullanılmakla birlikte Ekim 19TTden Nisan 1918'e kadar bu yörede hakimiyet mücadelesi yapan iç Rusya ve Sibirya Müslüman Turk-Tatarîarı'nm Millet Meclisi" tarafından İdil-Ural Devleti kurmak üzere yürütülen çalışmalar dolayısıyla siyasî bir anlam da kazanmıştı. IdH-Ural bölgesi İdil boyu Türk Bulgar Devleti (VJS40V. yy) Altınordu Devletinin (X!ll-XV.yy) ve bunların varisi Kazan Hanlığı (1437-1552ynin sahasını kaplamakta olup, bugün Türk, Fin kavimleri ve Ruslar'ın yaşadığı bir bölgedir. Bu bölge bugün RSFSCye da"'' olup 3 Türk muhtar cumhuriyeti, 3 Fm muhtar cumhuriyeti ve 10 idarî bölgeyi (oblast) içine almaktadır. Bu taksimatlar tamamen siyasî maksatları gözönünde tutmuştur. Tatar MSSC: Şimal Türkleri. Kazan Türkleri, Idil-Ural Türkleri. Türk- Tatarlar gibi değişik adlarla bilinen Tatarların kendi adlarını taşıyan bu cumhuriyet İdil boyunda yerleşmiş olup 64.000 km^lik Wr yüzölçümüne sahiptir. Genel* nüfus 3568 000'dir. Bunun2.599.000'i(% 71.7)şehirlerde, 1.099.000'i(%28.3)köylerde yaşamaktadır. Bu nüfusun ancak % 48'ini Tatarlar kendileri teşkil ederler ff .T12.640), % 44"ünü ise Ruslar (1.569.920) meydana getirirler. Görüleceği üzere SBCB'ndeki 6.645.588 Tatariar'm ancak % 25.7"f**ı tendi adiBhna teste edilen cumhuriyette yaşadıkları ve burada dahi mutlak çoğunluğa sahip olmadıktan anlaşılır. 1979 genel nüfus sayımına göre ise Tatariar'm 5.011.000'inin (%78.65) RSFSC'de kalanların ise yani 1.360.000'i (% 21.35) SSCB'nin diğer cumhuriyetlerinde yaşadıkları görülüyordu 1989 nüfus sayımının mBteÖerin bölgelere göre dağıtanını belirten veriler henüz ilân edilmediği için bu dağılım» 1979 yılına göre neticelerini veriyoruz. Zanntrnızca bu veriler de üç aşağı beş yukarı bugünkü demografik durum hakkında bir fikir wrecemksM

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

TATARLARIN BÖLGELERE GÖRE NÜFUS DAĞILIMI (1979) Bölge

Nüfus

Oran (%)

SSCB Genel

6.645.588

100

RSFSC

5.010.922

78.6

Tatar MSSC

1.712.640

m.7

Başkurt MSSC

940.446

15.9

Udmurt MSSC

99.141

1.5

Mari MSSC

40.917

0.7

Mordva MSSC

45.765

0.8

Çuvaş MSSC

37.573

0.6

Komi MSSC

17.837

0.6

Yakut MSSC

10.980

0.2

Orenburg Oblast

151.384

2.5

Ulyanovsk Oblast

134.767

2.1

Kuybişev Oblast

103.605

1.6

Çelyabinsk Oblast

219.744

3.7

179.347

3.0

Sverdlovsk Oblast Perm Oblast

. 157.726

2.9

Kirov Oblast

44.900

0.8

Penza Oblast

78.236

1.3

Saratov Oblast

47.948

0.7

Tataristan Muhtar Cumhuriyeti kurulurken Tatarlar'ın yoğun şekilde yaşadıkları havaliler bu yeni Cumhuriyetin sınırları için katılsaydı mutlaka değişik bir nüfus oranı ite karşılaşacaktık. Şöyte ki, bugünkü Tatar MSSCne sınırdaş olan Tatarları'n yoğun olduğu Başkurt, Udmurt.Mari, Çuvaş Muhtar ■Cumhuriyetleri,; Ulyanovsk, Orenburg, Kuybişev ve Kirov ülkeleri katılsa idi Tatarlar'ın toplam sayısı 3.051.367; ortak bir Tatar- Başkurt Cumhuriyeti kurulduğu halde ise bugünkü Başkurdıstan'ın komşusu ve Tatarlar'ın yoğun bulunduğu Çelyabinsk, Sverdlovsk ve Perm ülkeleri de bu ortak Cumhuriyete katılacağından Tatar nüfusu 3.613.577'e yükselecekti. Bir adım daha ileri gidilerek, yani Tatarlar'ın yoğunluk derecesi göz önünde tutularak sınırları belirlenecek bir Cumhuriyette yukarıda adı geçen Ulyanovsk ülkesine komşu olan Penza ile Kuybişev ülkesine komşu SaratoVun TatarTtüfusu da dahil edildiği takdirde bu Cumhuriyetteki Tatarlar'ın sayısı 3.731.853'e ulaşacaktı. Böylece RSFSC'deki Tatarlar'ın % 78.43; yani büyük bir çoğunluğu kendi Cumhuriyetlerinin sınırları teinde yaşama şansına ve bunun sağladığı imkânlardan faydalanma imkânına kavuşmuş olacaklardı. Bunun gerçekleşmesi için başta herhangi bir tabii

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

.................

. .■■ ••

engel olmayan, teorimizi geliştirir ve 1917 yıllarında gerek milliyetçiler daha sonıa yerli Bolşevikler tarafından plânlanan Idil-Ural Devleti veya Tatar Başkurt Cumhuriyeti kurulabilse idi, o zaman bu yöre Türkleri'nin (Çuvaşlar hariç) toplam sayısı 4.871.504'e ulaşmış olacaktı. Bu durumda adı geçen Idil-Ural Devleti sınırlarına Başkurtlar'la Tatarlar'ın müştereken bulundukları (Başkurt MSSC, Çelyabinsk, Perm Orenburg, Sverdlovsk, Kurgan ve Kuybişev ülkeleri) yöreler ve bu yörelerin yerli halkı olan Türkler ortak bir çatı altında toplanmış olacaklardı. Fakat bir takım siyasî kaygılarla asırlar boyunca birlikte yaşayan, çok az bir şive farkı ile aynı dili konuşan aynı kültür ve edebiyatın varisi Tatar ve Başkurtları, 69 birbirlerinden kopardılar. Bolşevikler bununla da yetinmeyip bilhassa Tatarlar'ı değişik ufak Cumhuriyet ve idarî bölgelerde bölünmüş bir vaziyette bırakarak onları parçalamayı yeğlediler. Fakat bugünkü gerçek şudur ki SSCB'nin 15 ittifak Cumhuriyetinin en büyüğü dan (RSFSC) Rusya Federasyonuna daha Tatar MSSCS toplam Tatar halkının ancak % ^*ni içine alan yüzölçümü yönünden de, SSCB'ndeki başka Türk Cumhuriyetleri ile mukayese edildiğinde hukuken de ikinci-üçüncü plâna atılmış bir kuruluş manzarasını arz etmektedir. İşte bu % 25'lik nüfusa sahip Tatar MSSC'i gerek kendine sınırdaş bölgelerde yaşayan, gerek başlıca Orta Asya Cumhuriyetlerinde bulunan % 75'lik Tatar nüfusu adına da milli kültürü yaşatma gibi zor bir görevi yüklenmiş bulunmaktadır. Yukarıda da belirtiğimiz üzere 1979 verilerine göre Tatarların % 21.36'i RSFSC'rtin dışındaki cumhuriyetlerde bulunmaktadır. 1.360.000'HK nüfusun dağılımı ise aşağıdaki gibidir: Cumhuriyetin Adı

Nüfus (1979)

Özbekistan

648.764

i Kazakistan I Tacikistan Kırgızistan

813.460 79.529 72.018

l Tükmenistan Azerbaycan Ukrayna i Belorusya* ; Utvanya ! Letonya Estonya Moldovya Diğer

40.432 31.350 90.542 10.031 3.460 2.688 2.205 1.859 135.680

Toplanı

(*) Bundan sonrakiler 1970'e göre.

1.360.000

66

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Yukarıdaki tablolar incelendiğinde SSCB'nde Tatarlar'ın bulunmadığı bölgelerin yok denecek kadar az olduğu anlaşılır. Bunun sebepleri kısaca şöyle izah edilebilir. Kazan Hanltğı'nın varisi olan Tatarlar Ruslar'ın eline düşen ilk Türk ülkesi olmuştu (1552). O dönemde tur kısmı düşmandan kurtulmak için ülkesini terketmişse, diğer bir kısmı da çarların sürgün politikalarını maruz bırakıldı. XIX ve XX. yüzyıllarda ise İdil-Ural bölgesinde kalanların bir kısmı ülkedeki ekonomik şartların elverişli olmaması ve rejimin baskıları sebebiyle Rusya'nın başka bölgelerinde geleceklerini aramaya başladılar. 1917 ihtilâli ise başka bir göç dalgasını başlattı. İhtilâle müteakip patlak veren iç savaş ve bunun getirdiği açlık (19201i yıllar) bir kıamTatar'ı tekrar ülkesini terke mecburettf.Bundan sonra 1937"de başlayan Stalin terörü de çok kişiyi îdîMJral'dan başlıca Orta Asya Cumhuriyetlerine kaçmaya mecbur etti. Bunun dışında Moskova'na! Tatarlar'a kendi cumhuriyetlerinde çalışma izni vermemesi bir hayli aydının başka bölgelerde yerleşmesine yol açtı. Neticede başta Özbekistan ve Kazakistan Cumhuriyetleri olmak üzere, Moskova'da (takriben 200 bin), Sibirya'da (başlıca Tümen'de takriben 140.000) v.b yerlerde oldukça büyük Tatar azınlıklarına rastlamaktayız. Bugün dahi bilhassa Özbekistan'da azınlıklar aleyhine başlatılan kampanyalar sebebiyle, ülkelerine dönmek arzusunu belirtenlere Tataristan'da oturma ve çalışma müsaadesi verilmemektedir. Diğer yandan ise ekofiomik yönden kalkınmış olan bir hayli yeni fabrikalar tesis edilen bu bölgenin işçi ihtiyacı ise dönmek arzusunu belirten Tatarlar yerine cumhuriyet dışından getirilen Ruslarla karşılanmaktadır. Başkurt MSSC: Başkurdistan İdil-Ural bölgesindeki ikinci mühim Türk muhtar cumhuriyetidir. 143.600 km2'lık yüzölçümüne sahip olan cumhuriyetin genel nüfusu 3.895.000'dir (1987). Bu nüfusun 2.401.000'i (% 63.95) şehirli, 1.404.000 (% 36.0) köylüdür. 1989 nüfus sayımına göre SSCB'nde 1.449.462 Başkurt mevcuttur. 1979 verilerine göre ise bunların % 94.1 RSFSR'da ve % 68.2'si kendi cumhuriyetinde yaşamaktadır. Nüfus (Demografi) s Başkurdistan'ın sunî bir kuruluş olduğu Cumhuriyetteki nüfus dağıtışından da anlaşılmaktadır. 1979 nüfus sayımına göre, genel Başkurt nüfusunun % 68.2'si (936.888) kendi Cumhuriyetinde yaşamasına rağmen, Cumhuriyet nüfusunun (3.844.280) ancak % 24.3'ü teşkil etmektedirler. Rustan'n oram İse % 40.3 (1.547.893)'e ulaşmıştır. Başkurtlar kendi Cumhuriyetinde Idîl-Urallı diğer Türk boylanyla yani Cumhuriyet nüfusunun % 24.5 (40.448yni teşkil eden Tatarlar ve % 3,2 (122.344)'ünü teşkil eden Çuvaşlarte birlikte, çoğunluğu, (% 52) sağlamaktadırlar. Başkurtlar başlıca kendi Cumhuriyetlerinde ve ona komşu olan ülkelerde yaşamaktadırlar. Dağılışları ise aşağıdaki gibidir:

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

«7

BAŞKURTLAR'DA BÖLGELERE GÖRE NÜFUS DAĞILIŞI (1971} Bölge

Nüfus

Oran(%)

Genel (SSCB)

1.371.452

100

RSFSC

1.290.994

94.1

Başkurt MSSC

935.880

68.2

Çelyabinsk oblastı

133.682

9.7

Perm oblastı

48.752

3.5

Orenburg oblastı

43.269

3.1

Sverdlovsk oblastı

30.051

ZA

Kurgan oblastı

17.664

1.3

Kuybişev oblastı*

5.800

0.5

Kemerov oblastı

$.979

0.3

Kazak SSC

21,442

1.7

Özbek SSC

20.761

1.7

Tacik SSC

4.842

0.4

UkrainSSC

3.672

0.3

Kırgız SSC

3.250

0.3

RSFSR'da Tatar va Başkurt cumhuriyetlerinin dışında Tatar ve Başkurt toplulukların yoğun olduğu bölgelerde son zamanlarda iki topluluğun ortak kültürel dernekler kurmaya başlamaları, ileride bu iki Türk soylu topluluğu birlikte mütalâa etme ihtimalini dogurmaktadfft Çuvaş MSSC: İdil-Ural bölgesindeki üçüncü Türk topluluğunu Çuvaşlar teşkil eder. Bunları diğer Türk topluluklarından ayıran en mühim özellik V Türkçesi denilen bir Tüt k dilini kullanmaları ve Türklerin ekseriyetinden ayrı bir inanca (hıristi-yanltfc ve putperestlik) sahip olmalarıdır. Dolayısıyla ihtilâl öncesinde de diğer Müslüman-Türk topluluklarının genel toplantılarına katılmamışlar, Türk dünyasından bir şekilde izole edilmişlerdir. Gene de Çuvaşlar'ia Tatarlar'ın birlikte yaşadıkları bölgelerde bir nevi ortaklıklar tesis edilmiştir. 1989 nüfus sayımının neticelerine göre 1.839.228e ulaşmış olan Çuvaşlar'm ancak % 50'si kendi cumhuriyetinde yaşamaktadır. Kalanları ise aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere komşu muhtar cumhuriyet ve bölgelerde bulunmaktadırlar. (*) Bundan sonraki rakamlar 1970 nüfus sayımına göre.

66

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Yukarıdaki tablolar incelendiğinde SSCB'nde Tatarlar'ın bulunmadığı bölgelerin yok denecek kadar az olduğu anlaşılır. Bunun sebepleri kısaca şöyle izah edilebilir. Kazan Hanlığı'nın varisi olan Tatarlar Ruslar'ın eline düşen ilk Türk ülkesi olmuştu (1552). O dönemde bir kısmı düşmandan kurtulmak için öfkesini terketmişse, diğer bir kısmı da çarların sürgün politikaların» maruz bırakıldı. XIX ve XX. yüzyıllarda ise İdil-Ural bölgesinde kalanların bir kısmı ülkedeki ekonomik şartların elverişli olmaması ve rejimin baskıları sebebiyle Rusya'nın başka bölgelerinde geleceklerini aramaya başladılar.1917 ihtilâli ise başka bir göç dalgasını başlattı. İhtilâle müteakip patlak veren iç savaş ve bunun getirdiği açfck{1820'1i yıllar) bir Kısım Tatar'ı tekrar ülkesini terke mecbur etti. Bundan sonra 1937'de başlayan Stalin terörü de çok kişiyi Idit-Urardan başlıca Orta Asya Cumhuriyetlerine kaçmaya mecbur etti. Bunun dışında Moskova'nın Tatarlar'a kendi cumhuriyetlerinde çalışma izni vermemesi bir hayli aydının başka bölgelerde yerleşmesine yol açtı. Neticede başta Özbekistan ve Kazakistan Cumhuriyetten olmak üzere, Moskova'da (takriben 200 bin), Sibirya'da (başlıca Tümen'de takriben 140.000) v.b yerlerde oldukça büyük Tatar azınlıklarına rastlamaktayız. Bugün dahi bilhassa Özbekistan'da azınlıklar aleyhine başlatılan kampanyalar sebebiyle, ülkelerine dönmek arzusunu belirtenlere Tataristan'da oturma ve çalışma müsaadesi verilmemektedir. Diğer yandan ise ekonomik yönden kalkınmış olan bir hayli yeni fabrikalar tesis edilen bu bölgenin işçi ihtiyacı ise dönmek arzusunu belirten Tatarlar yerine cumhuriyet dışından getirilen Ruslar'la karşılanmaktadır. Başkurt MSSC: Başkurdistan (dil-Ural bölgesindeki ikinci mühim Türk muhtar cumhuriyetidir. 143.600 km2'lık yüzölçümüne sahip olan cumhuriyetin genel nüfusu 3.895.000'dir (1987). Bu nüfusun 2.491.OOO'i (% 63.95) şehirli, 1.404.000 (% 36.0) köylüdür. 1989 nüfus sayımına göre SSCB'nde 1.449.462 Başkurt mevcuttur. 1979 verilerine göre ise bunların % 94.1 RSFSR'da ve % 68.2'si kendi cumhuriyetinde yaşamaktadır. rVürus (Demografi) s Başkurdistan'ın sunî bir kuruluş olduğu Cumhuriyetteki nüfus dağılışından da anlaşılmaktadır. 1979 nüfus sayımına göre, genel Başkurt nüfusunun % 68.2si (935.888) kendi Cumhuriyetinde yaşamasına rağmen, Cumhuriyet nüfusunun (3.844.280) ancak % 24.3'ü teşkil etmektedirler. Rusları'noranı ise % 40.3 (1.547.893)'e ulaşmıştır. Başkurtlar kendi Cumhuriyetinde Idil-Urallı diğer Türk boylarıyla yani Cumhuriyet nüfusunun % 24.5 (40.446J'ni teşkil eden Tatarlar ve % 3,2 (122.344)'ünü teşkil eden Çuvaşiar*la birlikte, çoğunluğu, (% 52) sağlamaktadırlar. Başkurtlar başlıca kendi Cumhuriyetlerinde ve ona komşu olan ülkelerde yaşamaktadırlar. Dağılışları ise aşağıdaki gibidir:

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI________________i____________________________ «T

BAŞKURTLAR'DA BÖLGELERE GÖRE NÜFUS DAĞILIŞI (1979) Bölge

Nüfus

Oranı»

Genel (SSCB)

1.371.452

100

RSFSC

1.290.994

94.1

Başkurt MSSC

935.880

68.2

Çetyabinsk oblastı

133.682

9.7

Perm oblastı

48.752

Orenburg oblastı

43.269

3.1

Sverdlovsk oblastı

30.051

2.1

i$M 0%

1.3

Kuybişev oblastı*

5.800

0.5

Kemerov oblastı

3.979

TJ3

Kazak SSC

21.442

1.7

Özbek SSC

20.761

1.7

4.842

0.4

Kurgan oblastı

Tacik SSC UkratnSSC Kırgız SSC

■as»'-'3.250

-_5',

0.3 0.3

RSFSR'da Tatar va Başkurt cumhuriyetlerinin dışında Tatar ve Başkurt toplulukların yoğun olduğu bölgelerde son zamanlarda iki topluluğun ortak kültürel dernekler kurmaya başlamaları, ileride bu iki Türk soylu topluluğu birlikte mütalâa etme ihtimalini doğurmaktadır. Çuvaş MSSC: İdil-Ural bölgesindeki üçüncü Türk topluluğunu Çuvaşlar teşkil eder. Bunları diğer Türk topluluklarından ayıran en mühim özellik V Türkçesi denilen bir Türk dilini kullanmalar! ve Türklerin ekseriyetinden ayrı bir inanca (hıristi-yanlık ve putperestlik) sahip olmalarıdır. Dolayısıyla ihtilâl öncesinde de diğer Müslûman-Türk topluluklarının genel toplantılarına katılmamışlar, Türk dünyasından bir şekilde izole edilmişlerdir. Gene de Çuvaşlar'la Tatarlar'm birlikte yaşadıktan bölgelerde bir nevi ortaklıklar tesis edilmiştir. 1989 nüfus sayımının neticelerine göre 1 839.228'e ulaşmış olan Çuvaşlar'ın ancak % 50'si kendi cumhuriyetinde yaşamaktadır. Kalanları ise aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere komşu muhtar cumhuriyet ve bölgelerde bulunmaktadırlar. (*) Bundan sonraki rakamlar 1970 nüfus sayımına göre.

68

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

1979 NÜFUS SAYIMINA GÖRE ÇUVAŞLAR Bölge adı Genel RSFSC Çuvaş MSSC

Nüfus "1VJ5Î.366

Nüfus oranı (%) 100

1.689.847 887.738

96.S 50.7

Tatar MSSC Mari MSSC Başkurt MSSC

147.088 8.087 122.344

8.4 0.4 7.0

Kuybişev oblast Ulyanovsk oblast Kemerovsk oblast* Krasyonarak kray*

115.756 92.394 31.397 28.565

6.6 5.3 1.8 1.6

22.816 17.497 19.337

1.3 1.0 1.1

Orenburg oblast Saratov oblast Tümen

Rus, Fin kavimlerinin de meskûn olduğu İdil-Ural bölgesinde Tatar, Başkurt ve Çuvaşlar'ın çoğunluğu yaşamaktadır. 1979 yılındaki yüzdelerin değişmediğini kabul ederek 1989 yılı için hesap yaptığımızda Idil-Ural bölgesindeki Tatarlar 5.3î>9.761, Çuvaşlar 1.774.550 ve Başkurtlar 1.363.943 olarak tespit edilebilir. Buna göre Idil-Ural'daki Türk soyluların nüfusu 8.468.254'e ulaşması anlamına gelir. 1989 yılı nüfus sayımının neticeleri incelendiğinde Idil-Ural'daki Türk boylarındaki nüfus artış hızının her boy için değişik olduğu izlenir. Buna göre son on yılda (1979-1989) Tatarlar'da bu oran %7A Başkurtlar'da % 5,7;~Çuvaşlar'da ise "S5,0 olmuştur. Her üç Türk topluluğunda (Tatarlar'ın biraz yüksek olmasına rağmen) nüfus artış hızının genel Sovyet ortalamasının (%9) altında ve tek Tatarlar'da Rus nüfus artış hızının (%5,6) biraz üstünde olduğu görülür. Diğer Türk boylarında ise bu oranın % 25-30'lara hatta daha yukarılar (msl. Karakalpaklar'da % 39,6) çıktığı düşünülürse bu nüfus artış hızlarının çok düşük olduğu anlaşılır. Bu durum zihinlerde sorular doğurmaktadır. Idil-Ural'da Türkler arasında nüfus artış hızının düşük olması çok değişik faktörlere bağlıdır. Bu bölgedeki siyasî, ekonomik, kültürel ve sosyal şartların yarattığı psikolojik durum bu gelişmeyi etkilemektedir. Konuyu biraz açarsak şunları söylemek mümkündür. İdil-Ural bölgesinin çok asırlar öncesi Ruslar'ın eline geçmesi neticesinde, buraya çok sayıda Rus yerleşmiş ve yerli halKyehîrml sahipleri ile evini paylaşmak dorumunda katmıştır (Bölgenin Rus kesafeti hakkında aşağıda bilgi vereceğiz).Bu Rus nüfus baskısı yerli halka oldukça büyük bir güvensizlik aşılamıştır. Bilhasa bolşevik ihtilâlinden sonra geleneklerin bozulmasına, bölgenin endüstriyelleştirilmesi şehirleşme oranının çok yükselmesine sebep olmuş ve geleneksel çok üyeli büyük ailelerin sayısı oldukça azalmıştır. Şehirleşmeden sonra ortaya çıkan konut sorunu, şehirlerde çocuk yetiştirmenin maddî ve manevî zorlukları aileleri daha plânlı çocuk sahibi olmaya yöneltmiştir. Ayrıca bölge(*) Kemerovsk ob. ve Krasnoyarsk Krayına ait rakamlar 1970 yılına aittir.

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

69

bölgedeki Rus çoğunluğunun ve merkezin yürüttüğü Ruslaştırma politikasının neticesi de geleceğinden emin olmayan topluluklara büyük aile kurmayı engeleyici psikolojik faktörler olarak ortaya çıkmıştır. Dinin yasaklanması ve dindarlara yapılan baskılar neticesinde eski ahlakî anlayışlar değişmiş.bunun üstüne eklenen sosyal ve ekonomik yetersizlikler de evliliklerin çabuk bozulmasına, bu da ailenin yapısını bozmaya sebep olmuştur. Kısacası bu ve buna benzer sebepler, Idil-Ural'da Orta Asya'da ve Azerbaycan'da henüz şehirleşme oranının SSCB'nin batı bölgelerindeki gibi yüksek olmadığı, geleneklerin daha iyi muhafaza edildiği ve Ruslar'ın sayısının düşük olduğu Türk yörelerindeki gibi bir nüfus artışına sahip olmasını engellemiştir. İdil-Urai bölgesindeki Ruslara geldiğimizde "ise onların bu bölgede büyük bir çoğunluğa sahip oldukları anlaşılmaktadır. Bu durum aşağıdaki tabloda daha açık görülecektir. İDİL-URAL BÖLGESİNDEKİ MUHTAR CUMHURİYETLERDE RUSLAR (1979) Muhtar Cumhuriyetin Adı

Nüfus

Başkurt MSSC Tatar MSSC Udmurt MSSC Komi MSSC Mordva MSSC Çuvaş MSSC Mari MSSC

1.547.893 1.516.023 870.270 629.523 591.212 338.150 334.561

Toplam Âğ 1

5.827.632

İDİL- URAL BÖLGESİNDEKİ OBLASTLARDA RUSLAR (1979) Oblast'ın Adı Kuybişev Saratov Orenburg Penza Ulyanovsk Perm Toplam

Nüfus 2.587.252 2.230.822 1.512.250 1.306.093 948.482 2.508.323 11.093.222

Yukarıdaki hesaba göre kabaca aldığımızda Idil-Ural bölgesindeki Ruslar'ın toplam sayısının 16.920.854'ü biraz aşmış olması gerekir. Bu rakamlardan da görüleceği üzere Ruslar bu yörede mutlak çoğunluğa sahiptirler (Ancak her bölgede olmayıp, bazı sınırlar onların lehine çizilmiştir).

70

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Idif-Ural bölgesinde Ruslar'dan sonra en büyük topluluğu yukarıda da ifade ettiğimiz üzere değişik üç Türk boyu meydana getirir. Toplam sayılan 8.468.254 olan bu Türkler, Ruslar'a oranla takriben % 50'lik bir toplam nüfusa sahiptirler. Ancak dikkat edilmesi gereken bir husus ta bu bölgede Ruslar ve Türklerin dışında esas halkı teşkil eden Fin-Ugor kavimlerinin de bulunduğudur. Bunların sayısı aşağıdaki gibidir. Adı Nüfusu (1979) Mordva Udmurt Marl Komi

1.153.516(1989) 713.696 621.961 326.700

Toplam

2.815.873

Bunların dışında yarım milyon kadar Ukraynalı, Kazak (200.00 kadar), Alman (50.00 kadar) v.b. millet mensupları da bulunmaktadır. Böylece Türk boylan ile Fin-Ugor boyları 11.284.127'lik toplam nüfusa kavuşmaktadırlar. Bu rakama 750.800 bini* diğer mHIÎ topkriuMart-da kattığımızda 17 milyonluk bir Rus nüfusu karşısında 12 milyonluk bir gayr-ı Rus nüfus söz konusudur. Kısacası Türkler'in yoğun olduğu bölgelerde Rus köylerinin boşalmaya başlamış olması, Rus nüfus artışındaki hızlı düşüş ve Türkler'de uyanmaya başlayan milfî şuur er veya geç bu bölgedeki Ruslar'ın Idil-Ural'ı terkine sebep olacaktır diyebilir*© - Resmî istatistik veriler incelendiğinde bilhassa Talar ve Başkurtter'ın nüfus artışı ie ilgili bilgiler bazı açıklamalara muhtaçtır. 1989 nüfus sayımının geçici verilerine göreTatariaffm fff^yjü i^inûfusu 6.185.136olarak verilmiştir ki bundan önceki 1979 istatistiklerinde bu rakam 6.317.468 idi. iki sayı arasındaki fark ise 132.272'dir krbuTta Kırım Tatarları'nın İ379 yılr için belirtilen nüfuslarının tıpa-tıp aynısıdır. Bu durumda daha önceden nüfus kayıtlarında belirtilmeyen Kınm Tatarları'nın (Kazan) iftarlar hanesinde kaydedildiğini göstermektedir. 1989 nüfus sayımı istatistiklerinde .TaJaâar nanesinde dikkati çeken ikinci husus ise 1970 ile 1979 yılları arasında 9 yıllık dönemde tabii nüfus artışı % 4,3 olmuş iken 1979 He 1989 yılları arasındaki son on yfflık dönemde 7,4 gibi bir orana yükselmiş olarak ifade edilmesidir,. Aslında da bu pek gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü her iki oran karşılaştırdığı tekdîrtieTatertar'da son on yılda çocuk doğum oranın nerdey-se % 70 arttığını gösterirdi ki, bu da gerçek değildir. Bu yüksek oraftın ortaya çıkmasında esas sebep, 1985'ten sonra Sovyetler Birliği'nde baskının nisbeten azalması ve değiş* topluluklarda miff şuurun güçlenmesi neticesinde önceden kendini başka bir millete mensup gibi gösterenlerin bu sefer esas müyetlerini seçmeleridir. Zaten Başkurtlar'la ilgili hane incelendiği zaman bunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Dikkat edHdiği takdirde Başkurtlar'da 1970-1979 yılları arasındaki tabiî nüfus artış oran» % 10,6 iken, son dönemde (1979-1989) bu oran izahı çok güç gibi btr düşüş göstermiştir (5,7). Aslında son 10 yılda Başkurtların ne tabiatları değişmiştir, ne de büyük bir nüfus kaybına uğrayacak bir felakete uğramışlardır. Bütün mesele şimdiye kadar kendini Başkurt diye gösterenler bu sefer milliyet hanesine Tatar olarak kayıtlanın yaptırmışlardır. Bilhassa Başkurdis-

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

Ti

tan'da yaşayan Tatarlar ya iş yerlerini muhafaza kaygusu veya istatistik memurlarının işgüzarlığı sebebiyle Başkurt diye kaydedile geliyortartaK Neticede «eTatarlar'm nüfus artış hızı % 7,4 Başkurtlar'* ise % î,7 şekilde kayıtlara geçmiş oldu.Asltnda her iki rakamda gerçekleri ifade etmekte olup, bir-birine benzer bu iki Türk topluluğunun tabiî nüfus artışı yakın olmalıdır. Görüleceği üzere nüfusla ilgili Sovyet istatistikleri incelenilirken çok değiş* faktörlerin de göz önünde tutulması gerekmekte ve tabii ki bu durum bu istatistiklere güveni sarsmaktadır. SSCB'nin Avrupa Bölümündeki Türk Boylan: Türklerin Sovyetler Birliği'nde yaşadığı bölgelerin dışında herhangi idarî bölgeye adlan verilmemiş olan Türk toplulukları Sibirya'nın dışında Avrupa Rusyası'nda da mevcutturlar. Bunların en büyüğü hiç şüphesiz Kırım Tatarları olup, kalanları Gagauz, Karaim ve Kırımçaklar'dır. Kırım Tatarları; 2. dünya savaşında büyük talihsizlik ve haksızlığa uğrayan topluluklar arasında Kırım Tatarları'nın özel bir durumu vardır. Bilindiği üzere savaş yıllarında Almanlarla işbirliği yaptıkları veya başka gerekçelerle Türk boylarından Kırım Tatarları, Karaçay-Malkartar (Balkar) ve Meshet (Ahıska) Türkleri, gayr-ı Türklerden ise Almanlar, Kalmuklar, Çeçenler ve Inguşfar. ve bunlarla birlikte bazı küçük azınlıklar sürgüne yollanmışlardı. Kırım Tatarları Mayıs 1944'te topyekûn sürgüne yollanmış, bu sürgün neticesinde halkın takriben % 50'si hayatını kaybetti. Sürgün esnasında takriben 250.000 civarında bulunan Kınm Tatarları'nın 125.000'in esas sürgün yeri olan Özbekistan'a ulaştıkları tahmin edilmektedir. Sürgünden sonra haklarında 1989'a kadar hiç bir istatistiki bilgi verilmemiş olan Kırım Tatarları'nın sayısı bugün resmî verilere göre 268.739'dur. Aynı istatistiklerde Kınm Tatarları'nın 1979 nüfusu 132.272 olarak kaydedilmiş ve bu on yıllık sürede % 105,21* bir artış gösterilmiştir. Meshet Türkleri için aynı inanılmaz oranda bir artış gösterilmiştir (%o123,7). Bu aslında tabu nüfus artışını göstermemekte olup, bundan önceki nüfus sayımlarında şahısların kendilerini başka bir millete mensup oldukların» belirtmelerinden kaynaklandığı kolayca anlaşılmaktadır. Şimdi Sovyetler Birliğinde değişen siyasî şartlarda insanlar esas mensup oldukları milletleri korkmadan ifade etme cesaretini gösterebilmişlerdir. Gelecek nüfus sayımında hâla çekindikleri için gerçeği ifade etmeyenlerin de katılması beklenebilir. Dolayısıyla hâlâ millî benliklerini saklayanların olduğunu da düşünerek Kırım Tatarları'nın sayısının 300.000' in hayli üstünde bir rakama ulaştıkları kabul edilebilir. Böyle bir tahmin oldukça da gerçekçidir. Çünkü uzun mücadalelerden sona 75.000 civarında Kıran Tatarlarının tekrar Kırım'a dönüp yerleşmesi de bu resmi olarak belirtilen 268.000 sayısının çok üstünde olduğunu gösterir mahiyettedir. Ayrıca çoğunluğu Özbekistan'da yaşayan Kınm Tatarları'nın resmî yollarla Kırım'a dönmeleri çok zor olduğundan bir hayli insan gayr-ı resmî bir şekilde Kırım'a dönmüş bulunmaktadır ki, bu nevî zorlukları göze alabilenlerin bîr topluluktaki oranı yüksek olması gerektir.Dolayısıyla biz Kınm Türkleri liderlerinin iddia ettikleri yüksek rakamlar! gerçeğe daha yakın buluyoruz. Ancak bazı 1 milyon gibi rakamlara katılmıyoruz. Gagauzlar: Deliorman Türkleri, Asparuh Bulgarları da denilen Gagauzlar Anadolu Türkçesine çok yakın bir dil konuşurlar. Onları diğer Türkler'den ayıran husus Çuvaşlar gibi hristiyan inancında olmalarıdır. Büyük bir kısmı Romanya'dan ilhak

72

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

edilen Moldovya SSC'nde yaşarlar. Buranın Çadır, Lungsk, Bulkanesta gibi bölgelerinde yoğundurlar. Sovyetler Birliğinin dışında kuzey doğu Bulgaristan ve Dobruca'da bulunurlar. 1989 nüfus verilerine göre SSCB'de 197.164 Gagauz mevcuttur. Karaimler: Karaylar olarak ta bilinen bu çok eski Türk topluluğu Yahudiliğin bir mezhebine inanmaktadırlar. 1989 Sovyet nüfus istatistik verilerine göre 2.803 nüfusa sahiptirler. 1970'lerde 6 bin civarında olan bu nüfus her geçen yıl düşüş göstermektedir. Karaimler'in bir kısmı Kırım'da diğerleri Litvanya, Ukrayna, Polonya ve israil'de de mevcuttur. Kırımçaklar: Karaimler gibi Yahudi inancında bulunan bu topluluk bazılarına göre Türkleşmiş Yahudiler'dir. Nüfusları 1.559'duKîKAFKASYA BÖLGESİ: Sovyetler Birliği'ndeki Türk soyluların yoğun olduğu ikinci bölgeyi Kafkasya adı verilen Kuzey Kafkasya ve Kafkasya ötesi yörelerinden meydana gelen bölge teşkil eder. Burada başta Azeriler olmak üzere çeşitli Türk boyları yaşar. Azerbaycan SSC: SSCB'nin 15 birlik (ittifak) cumhuriyetinden biri olan Azerbaycan'ın yüzölçümü 86.600 km2'dir. dir. Azeriler ancak Sovyet veya Kuzey Azerbaycan'da mevcut olmayıp çok sayıda Azeri tran hakimiyeti altındaki Güney Azerbaycan' ve Türkiye'nin doğu ürerinde de mevcutturlar. Güney Azerbaycan'dakîleri Iran bahsinde inceleyeceğimizden, bu kısımda ancak SSCB vatandaşları olan Azeriler'den bahsedeceğiz. 1989 nüfus sayımına göre SSCB'deki Azerilerin toplam nüfusu 6.791.106'ya ulaşmıştı. 1979 ile 1989 yılları arasında % 24,0'lük bir nüfus artışına ulaşan Azeriler SSCB'de nüfusları hızla artan Türk toplulukları arasında Karakalpak, Özbek, Türkmen, Kırgız ve Kazaklar'dan sonra altıncı sırayı alırlar. Bu hızlı nüfus artışı sayesinde Azeriler son 20 yılda Türk boyları arasında beşinci sıradan üçüncü sıraya yükselmişlerdir. Her ne kadar bu istatistiklerde cumhuriyetlerdeki nüfuslara göre dağılım hakkında bilgi verilmemekle birlikte bundan önceki nüfus sayımlarının ilân edilmiş verilerine ve göç gibi diğer gelişmeleri (Dağlık Karabağ olaylarından sonra Ermenistan'daki Azerilerin Azerbaycan'a Azerbaycan'daki Ermeniler'in büyük kısmının Ermenistan'a sığınması) de göz önünde tutarak yaptığımız tahminler aşağıdaki gibidir. Bölgenin adı

Adı Geçen Bölgedeki Nüfus

Azerbaycan SSC Gürcistan SSC RSFSR Kazak SSC Özbek SSC Türkmen SSC Ukrain SSC Kırgız SSC . Diğer cumhuriyetler

6.054.979 255.678 152.421 73.345 59.779 23.548 17.235 17.207 136.914

Toplam

6.791.106

Oran (%) 88,9 4,7 2,8 1,3 1,1 0,4 0,3 0,3

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

73

Azerbaycan SSG'nirtyözölçümü 86 600 km olup, güneyde Iran Azerbaycan'ı, batıda Azerbaycan'a bağlı Nahçevan MSSC'ni kama gibi kesen Ermeni SSCy*uzeyde Dağıstpn "MSSC ve Güroü SSC ile komşudur. t987 verilerine göre 6.811.000 nüfusu olan cumhuriyetin % 9Ö'nını Azeriler kendileri teşkil eder. SSCBYrin hiç bir Türk adını taşıyan cumhuriyetinde bu kadar yüksek Türk oram yoktur. Azerbaycan hem coğrafî-stratejik hem de bu nüfus Özelliği Re diğer Türk topluluklarından oldukça ayrılır. Azeriler'i diğer Türk topluluklarından ayıran bir husus ta onların ekseriyetinin (%70) islamiyet'in şiî mezhebinde olması teşkil eder ki, bu yanı ile onlar Iran din? geleneklerine daha yakındırlar. Ancak Sovyet Azerbaycanı'nda dinî şuurdan ziyade millî şuurun güçlü olduğunu kaydetmemiz gerekir. Bu yönü ile diğer Türittoplulukfem arasında Türkiye'ye kendini en yakın hissedenler Sovyetler Birliğindeki Azeriler'dir. Azerbaycan'ın bir parçası olan Nahçevan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne geldiğimizde onun genel nüfusu 278.000'dir (1987) ve bu nüfusun ezici çoğunluğunu (250.000) Azeriler teşkil eder. Çok büyük çatışmalar ve Sovyet ordusunun müdahalesine sebep olan Dağlık Karabağ bölgesi ise Azerbaycan SSC içinde, Ermenistan'la hiçbir sının olmayan, fakat Ermenilerin çoğunlukta olduğu ufak bir bölgedir. Toplam nüfusu 180.000 olup % 75'ini Ermeniler'in teşkil ettiği zannedilmektedir. Hâla çıbanbaşı olma hususiyetini muhafaza etmektedir. SSCB'deki 7 milyonluk Azeriler, komşu iran'daki (Güney Azerbaycan),bazı verilere göre 15-16 milyonluk Azerilerle birleşebildikleri takdirde 22-25 milyonluk güçlü bir nüfus meydana getirebileceklerdir. Ancak her iki topluluk arasındaki oldukça belirgin kültür farklılığını da belirtmede yarar vardır. Zaten böyle bir birleşmeye henüz hiç bir siyasi imkân gözükmemektedir. Kuzey Kafkasya: Kafkasya'nın Kafkasya- ötesi bölgesi başlıca Azeri, Ermeni ve Gürcüler tarafından paylaşılırken, Kuzey Kafkasya bir milletler mozayiği manzarası arz eder. Bu bölge tarih boyunca kavimlerin göçüne sahip olmuş, Türk kavimlerinden Hun, Avar, Hazar, Peçenek ve Uzlar'ın hakimiyeti altında kalmıştır. Hazar devleti ise burada güçlü bir siyasî birlik oluşturmuştu. Bundan sonra bu bölge Altın Ordu, İlhanlı ve Selçuklu devletlerinin hakimiyet mücadelesine sahne olmuştur. Sasaniler ve Araplar da bu bölge için mücadele etmişlerdir. Daha sonraları Rusya, Iran ve Osmanlı Devleti bu mücadeleyi sürdürmüştü. Bu bölgede Sovyet hakimiyeti yerleştikten sonra ise Krasnodarsk ve Stavropolsk Kray'ları, Karaçay- Çerkez Muhtar Oblastı, kabarda-Balkar MSSC, Kuzey-Osetin MSSC, Çeçen-lnguş MSSC ve Dağıstan MSSC adlı idarî-siyasî bölgeler tesis edilerek hepsi RSFSR'e bağlanmıştır. Bu bölgede 30'un üstünde değişik millet ve halklar yaşar, birbirlerinden hayli ayrılık gösterenlerin bir kısmı hıristiyan inancına sahipken, büyük çoğunluğu müslümandır. Dil ve küttür yönünden ortaklık olmamakta birlikte İslâm dini, bu toplulukları bağlayıcı mühim faktördür. Bölgenin nüfusça da ve idarî-siyasi yapıca da en büyüğünü Dağıstan MSSC'İ teşkil eder. 1987'de genel nüfus 1.768.000 ve yüzölçümü 50.300 km.2 idi. Burada Dağıstan halkları diye bilinen Avar, Lezgin, Dargin, Kumuk, Laks, Tabasaran, Nogay, Rutul, Tsahur ve Agul'lar yaşar. Kuzey Kafkasya'nın diğer muhtar cumhuriyet ve bölgelerinde ise Çeçen, Osetin, Kabarda, Inguş, Abhaz ve Çerkezler bulunmaktadır. Bu bölgedeki Ruslar-'ın nüfus yoğunluğuna geldiğimizde durum aşağıdaki tablodaki gibidir.

W

TftpırnrfteıvAim ırtrAnı

Bölgenin «di Dağıstan MSSC Kabarda-BalkarMSSC Kuzey Osetin MSSC Ceçen-lnguş MSSC Krasnodar Kray Stavropol Kray Karaçay-Çerkez MOb Toplam

Bölge Genel Nüfusu (1987)

Rus Nüfusu (1979)

Oran(%)

1,768.000 732.00 619.000 1.235.000 5.051.000 2.778.000 367.000

189.474 234.137 200.692 336..044 4.159.089 2.032.664

10,7 32i) 32.4 27,2 82,3 7$2

12.550.000

7.152.100

60,0

Yukarıdaki tablodan da görüleceği üzere Ruslar ancak iki krayda çoğunluğa sahip olup, Kuzey Kafkasya'da yani azınlıkların esas bölgelerinde % 25'lerin biraz üstünde oldukları anlaşılır. Bu bölgede diğer halkların arasında Türkler'in de oldukça mühim bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Kuzey Kafkasya'deki belli başlı Türk toplulukları olarak Kumuk, Karaçay, Malkar (Balkar), Nogay, Azeri, Kafkasya Türkmeni ve Kundurlar'ı görürüz. Kumuklar: Kuzey Kafkasya'daki en büyük Türk topluluğu Kumuklar'dır, ve 1989 nüfus sayımına göre 282.178'dir. % 90'ı Dağıstan MSSC'de (253.960) yaşar ve. Cumhuriyet nüfusunun % 14.4'ünü teşkil ederler. Kitleler halinde Hasanyurt, Babayurt, Kızılyurt, Buynak, Kaykent, Kaytak ve başkent Mohaçkale çevresinde yaşarlar. Karaçaylar: Aynı özelliği gösteren ve aynı yazı dilini kullanan Karaçaylar her yerde Balkarlar'la (Malkar) birlikte belirtilirse de idarî'yönden Karaçay-Çerkez Muhtar Oblastına dahil edilmişlerdir. 1989 nüfus sayımına göre 156.140 olup, % 60 bu adı geçen yerde (93.684) bölgede yaşar. Kuban nehri yakınlarında Uçkalan, Teberde ve Zelençuk mevkiilerinde yoğundurlar. Balkarlar: Karaçaylar'ın doğusundaki Çerek, Çegem, Baksan, Malki ve Terek civarında yoğundurlar. 1989 nüfus sayımına göre 88.771 nüfusa sahiptirler. Kabarda-Balkar MSSC'de nüfus yoğunluğunda Kabarda ve Ruslar'dan sonra üçüncü sırayı alırlar (takriben 70.000). Nogaylar: 1989 nüfus sayımına göre 75.564 nüfusa ulaşan Nogaylar Dağıstan MSSC ile Stavropolsk krayında yoğun haldedirler. Her iki yörede de nüfusu 25.000'in üzerindedir. Kafkasya Türkmeni, Kundur ve Azeriler: Yukarıda sayılan Türk boylarının dıştnda ufak topluluklar mevcuttur. Kafkasya Türkmenleri XVIII. y.y.'da esas Tükmenler'den kopan bir topluluk olup, 15 bin civarında diye tahmin edilmektedir. Kundurlar ise Nogaylar'a yakın bir Türk boyudur. Nüfusları bilinmemektedir. Bu bölgedeki, Dağıstan'daki Azerilerin sayısı ise 70 bin dolaylarındadır. Özetlersek Kuzey Kafkasya'da çeşitli Türk boylarının genel nüfusu aşağıdaki gibidir

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI---------------------------------------------------------------T»

Boyun adı

Nüfusu

Kumuk

282.178

Karaçay Balkar Nogay Türkmen Azeri

156.140 88.771 75.564 15.000 70.00

Toplam

702.653

Bu Türkler komşu Azerilerle aynı din, dil ve kültürü paylaştıklarından çeşitli sürtüşmeler içinde olan diğer Kafkas halkları arasında bir potansiyele sahip oldukları söylenebilir. Ayrıca ancak XIX. y.y.'ın ikinci yarısında bu bölgeye hakim olan Ruslar'a karşı bütün Kafkas halklarının fazla muhabbetleri olmadığı gerçeği de bunların gelecekte bir nevi dayanışmaya başlayacakları ihtimalini de kuvvetlendirmektedir. Fakat şu anda Kuzey Kafkasya çok karmaşık etnik bir manzara arz etmekte ve önceleri Kumukça olan anlaşma dili yerini Rusça'ya bırakmıştır. SOVYET ORTA ASYASI VE KAZAKİSTAN: Türkistan diye de adlandırılan bu bölgenin SSCB'deki resmi adı Orta Asya ve Kazakistan'dır. Bugün aslı bu yöreden olan ve dış ülkelerde yaşayanlar arasında bu bölge için Türkistan tabiri kullanılma eğilimi mevcutsa da, Kazaklar'n bu isme pek rağbet etmedikleri izlenmektedir. Ayrıca Türkistan kavramı genelde SSCB'deki beş cumhuriyet (Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan)'i içine aldığından Çin hakimiyeti altındaki Uygur ve Kazaklar Doğu Türkistan tapirini tercih etmişlerdir. Kısacası oldukça bir kavram karışıklığı meydana gelmektedir. Türkistan adı bugün resmî olarak ancak Türkistan askerî bölgesinde kullanılmaktadır. Daha önceleri, ihtilâlin ilk yıllarında, Çarlık Rusyası'ndan devralınan gelenekte (Çarlık döneminde Kazakistan, Bozkır ve diğerleri ise Türkistan genel valiliğine bölünmüştü) Türkistan MSSC ite Kırgız (Kazak) MSSC kurulmuştu. f#2D'de ortadan kaldırılan Buhara ve Hive hanlıkları da bu Türkistan MSSC dahil edHdf. Ancak bu durum 1924"te değiştirildi. Özbek ve Türkmen SSC'teri ite Tacik MSSC kuruldu. Bugün ise Kazakistan'ın dışındaki dört cumhuriyete Orta Asya cumhuriyetleri denilmektedir. Orta Asya tabiri de oldukça karmaşıktır. İşte bu Orta Asya veya Türkistan diye adlandırılan bölgede başta değişik Türk boylan olmak üzere (Kazak, Kırgız, Karakalpak, Türkmen ve Özbek gibi yerli; Tatar, Kırım Tatarı, Azeri ve Uygur gibi sonradan yerleşen Türk toplulukları), Rus, Ukrain ve Belorus gibi Slav toplulukları, AtaarvKoJeji, Yahudi ve Dungan gibi yabancı kavimler ve yerli Tacikter yaşamaktadır. Kazak SSC: SSCB'deki 15 birlik cumhuriyetinin RSFSC'den sonra ylteMçümü bakımından ikinci en büyük ülkesi Kazakistan 2.853.300 km2 olup Türkiye'nin neredeyse 3,5 mâlisinden fazla bt yüzölçümüne sahip olmasına rağmen nüfusu bu oranda düşüktür ve 1987'de 16.244.000'kişlnin yaşadığı bir ülke görünümündedir. Kazaklar'ın % 80"! kendi oumtariyetlerirft» sınırlan İçinde yerleşmiş olmaianha rağmen ülke nüfusunun mutlak çoğunluğuna sahip değillerdin

76 ...................

,

.ıı

TÜRK PpNYASI EL KİTABİ

1979 YIUNA GÖRE KAZAKİSTAN SSC NÜFUS DAĞILIMI Nüfus (Bin olarak) Genel Rus Kazak Ukrain Alman Tatar Özbek Belorus Uygur Kore Azeri Polonyalı Mordva Yahudi Moldovyalı Çuvaş Dungan Başkurt Başka

Yüzde(%)

14.684

100

5.991 5.289 898 858 313 263 181 148 92 73 61 34 28 26 23 22 21 363

40,8 36.0 6,1 2,1 1.8 1.2 1.0 0,6 0,5 0.4 0,23 0,19 0,18 0,16 0,15 0,14 2,5

Yukarıdaki tablodan görüleceği üzere Kazaklar ancak diğer Türk toplulukları ile mutlak çoğunluğa ulaşma durumundadırlar. Kazakistan'ın diğer demografik bir özelliğini genel nüfusun % 39'unu göçmen Ruslar'ın teşkil etmesidir, 4879 yılında Ruslar ülkede hatta % 41'e ulaşan bir orana sahiptiler. Aynı yılda Kazaklar cumhuriyet nüfusunun ancak % 36'sını teşkil ederken son on yılda gerçekleşen yüksek nüfus artışı sayesinde (% 24,1) bu dengeyi kendi lehlerine bozabildiler. Kazakistan'da gayr-ı Türk iki göçmen unsur daha mevcut olup, bunlar 900.000 civarındaki Ukraynalılarla, 850.000 civarında buralara sürülmüş olan Almanla/dır. Kazakistan'da bu kadar yabancı nüfusun bulunması çarların ve ondan sonra da Sovyet yönetiminin politikası neticesidir. Kazakistan'a son Rus göçü 1960'lı yılların başında durmuştur. Son on yılda İse demografik tablo Kazaklar'ın lehine değişmeye yoz tutmuştur. Ancak Sovyetler Birliğindeki bütün Kazaklar'ın kendi cumhuriyetlerine yerleşmesi hafinde dahi Kazakistan nüfusunun ancak %50'sini teşkil edebileceklerdir. Kazaklar'ın diğer büyük çoğunluğu 620.000 (% 9,5) komşu Özbekistan'da 520.000 (% 7,9) RSFSC'de Ve diğer cumhuriyetlerde bulunurlar. Çin Halk Cumhuriyetinin Singiang-Uygur Muhtar Bölgesinde (Doğu Türkistan) yaşayan 1 milyon civarındaki Kazak'tan ise ileride bahsedeceğiz. Kısacası Kazaklar demografik yönden dinamik bir topluluk manzarası arz ederler ve sayılarının gelecek yıllarda da hızla artacağı söylenebilir.

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

TT

Uygur Türkleri : Uygurlar'ın esas vatanı Çin'in Singiang-Uygur Muhtar Bölgesi (Doğu Türkistan) olmasına rağmen, 1989 sovyet nüfus sayımının neticelerine göre SSCB'de de 262,199 Uygur mevcuttu. Bunlar çeşitli dönemlerde Çin'den kaçarak buraya sığınmış olanlar ve onların çocuklarıdır, %70'i Kazakistan SSC'nde ve bu cumhuriyetin Atma Ata oblastı ile Taldı Kurgan Oblastlarında yaşamaktadırlar (183.539). Kalanları ise Özbek SSC'nin Endican oblastında bulunmaktadır. Çin-Sovyet çatışması yıllarında bunlara özel bir ehemmiyet verilerek, propoganda maksatları için kullanılmışlarsa da, bugün bu yöndeki faaliyetler çok azalmıştır. Özbek SSC : Bu cumhuriyet Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve güneyde Afganistan ile komşudur, yüzölçümü 449.600 km2'dir. Amu-Derya ile Sır-Derya arasında çok verimli bir bölgede yerleşmiştir. Özbekler SSCB'deki en kalabalık Türk boyunu teşkil ederler ve büyük milletler arasında Tacikler'den sonra en süratle artan toplulukturlar. Son on yıldaki nüfus artışı (1979-1989) %34 olarak gerçekleşmiş, bundan önceki dönemde (1970-1979) %35.5 olmuştu. Her 'iki dönem mukayese edildiğinde tabii nüfus artışının hızında son on yılda 'çok az bir düşüş kaydedilmişse de, bu mühim denilecek kadar değildir. Özbekler'in toplam nüfusu 1979 yılında 12.5 milyon civarında iken 1989'da bu rakkam 16.700.000'e ulaşmıştır. Tabiiki bu hızlı nüfus artışında en mühim etken doğum oranının çok yüksek olmasıdır. Özbeklerde diğer milletlere nazaran büyük aile tipinin oranı dâ hayli yüksektir. 1979 yılında Özbekter'de 5.6 ve 7 fertH ailelerin oranı %69.2 iken Rus-lar'da bu oran ancak %11 idi. Büyük ailelerin ekserisi de kırsal kesimde yaşamaktadır. Özbekler'in %60'tan fazlası da bu nevi kırsal kesimlerde yaşarlar. Ancak bu nevi hak nüfus artışı bir-takım sosunları da beraberinde getirmektedir. Konut yetersizliği, eğitimdeki kifayetsizliklerin üzerine işsizlik sorunları da yükselmektedir. Uygulanan pöiHika neticesinde Özbekistan'da köy ekonomisi giriştirilmiş ve bu ekonominin de %75*ni toprağa bağlı ekincilik (başta pamukçuluk) teşkil eder. Özbekistan SSCB'nin 2/3 pamuğunu üretmektedir. Bu politika diğer alanların ihmal edilmesine de yol açmıştır. Kısacası ülkenin ekonomisi haikınm ihtiyacım temin edememek gibi bir problemle karşı karşıya kalmıştır. Neticede son yıllarda (1989-1990) meydana gelen sosyal patlamalarda demografik gelişmenin ve ekonomik istikrarsızlığın büyük rolü olmuştur. Bazı Özbek gençlerini, her ne kadar pravokos-yon neticesinde olsa dahi. Meshet Türkteri'ne ve Kırım Tatarları'na kanlı saldırılan, Kırgızistan'ın Oş bölgesinde Özbek-Kırgız çatışması, daha öncelerde Taciklerle olan sürtüşmelerin hepsi Özbeklerin çaresiz* içine düşerek, bu gelişmelerin sorumlusu olarak yabancıları görme eğilimlerinden kaynaklandığı düşünülebilir. Topluluklar, kendi içlerinde bir takım problemler çıktığı zaman, bir 'günah keçisf aramaya başlarlar. Bu hatta medenî diye bilinen topluluklar için de geçerlidir (İrsi. Almanya'daki Türk düşmanlığı') Yukarıda da belirttiğimiz üzere 1989 nüfus sayımına göre SSCB'deki Özbekler'in toplam nüfusu 16.686.240'a ulaşmıştır. Özbeklerin ekseriyeti kendi cumhuriyetinde yaşar (%70) kalanlar ise komşu cumhuriyetlerde meskundurlar. Aşağıdaki tablo daha iyi bir fikir verecektir:

78

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

ÖZBEKLERİN DAĞILIMI (1989) Bölgenin adı

Nüfus

Genel Nüfusa Oran (%)

Genel

16.686.240

100

Özbek SSC

14.183.304 •

85

Tacik SSC

1.168.036

7

Kırgız SSC

567.332

3,7

Kazak SSC Türkmen SSC

350.041 917.038

2.1 1.9

Diğer bölgeler

100.489

0.6

Yukarıdaki tablo incelendiğinde bir milyonun üstündeki bir Özbek nüfusunun Tacikistan'da bulunduğu anlaşılmaktadır. 864.422 Tacik Özbekistan sınırları içine yerleşmiştir. Kısacası iki topluluk girift demografik bir manzara arz ederler, herjki taraf bir-birlerini kendilerindeki azınlıkların (Özbek veya Tacik) nüfus verilerini tahrifle suçlamaktadır. Ancak asırlar boyu birlikte yaşayan bu topluluklar arasında bir hayli kültürel ortaklıklar olduğu, aynı din ve mezhebe mensubiyet sebebiyle hayli evlilikler gerçekleştiği, Özbeklerin bir haylisinin Farsçanın şivesi olan Tacikçe konuştukları gerçeği de göz önünde tutulmalıdır. Yukarıda da belirttiğimiz üzere Özbekler kendi cumhuriyetlerindeki genel nüfusun takriben %70'ni teşkil ederler. Özbekistan'da yaşayan diğer topluluklar aşağıdaki gibidir: Milliyet Özbek

Nüfus

Özbekistandaki Oranı (%)

14.183.304

70

Rus

1.665.658

8.7

Tacik

864.422

4,5

Tatar Kazak Karakalpak Koreli Kffgız Ukraynalı Türkmen Yahudi Azeri

650.000 620.000 410.000 163.000 143.000 113.000 92.000 95.000 60.000

3,4 3,2 2.1 0,8 0,7 0,5 0,4 0,4 0,3

19.059.384

100

Toplam

Yukarıdaki tabloyu incelediğimizde Ruslar, Ukraynalılar ve Korelilerin dışında yabana unsurun olmadığı anlaşılır.

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

79

Tacik, Kazak, Karakalpak, Kırgız, Türkmen ve Yahudiler Türkistan yöresinin yerli halkıdır. Diğer Türk boyları ise Tatar ve Azeriler'dir. Tatarlar'ı aslında iki gurupta mütalâa etmek gerekir, ilkini İdil boyu-Tatarları teşkil ediyorsa, 200.000 kadarını 1944'te bu bölgeye sürülen Kırım Tatarları teşkil eder. Burada Yahudiler hakkında da kısa bir açıklamada yarar görüyoruz. Bunlar Buhara Yahudisi olarak ta bilinen asırlardan beri burada yaşayan, bir haylisi Özbekçeye tam hakkıyla vakıf Yahudi inancındaki halktır. Buna benzer bir Yahudi topluluğu Azerbaycan'da mevcuttur. Onları da müslüman Azeriler'den ayırmak hayli zordur. Özbekistan'daki Türk soyluları Ur arada mütalâa ettiğimiz tekdirde Özbekistan cumhuriyetinde %80'lik bir orana sahiptirler. Bunlar arasında Karakalpaklar'm ayrı bir statüsü mevcut olup, Kazaklar'a daha yakın bu Türk gurubu Karakalpak MSSC adlı Özbek SSC'ne bağlı bir cumhuriyete de sahiptirler. Toplam sayıları 1989'a göre 423.436'dır ve ekserisi Karakalpak cumhuriyetinde yaşar. Son yıllarda her ne kadar Özbek aydınları Türkistan ve Türk birliği hakkında propoganda yürütmelerine rağmen Meshet (Ahıska) Türkleri'ne ve Kırım Tatarlarına karşı başlatılan kanlı saldırılar bu nevi bir birliği baltalamaktadır. Meshet Türkleri'nin ekserisi Özbekistan'dan göç etmiştir, aynı şekilde Kırım Tatarları arasında da vatan Kırım'a dönme hareketi başlamış ve 75 bin kadarı Özbekistan'ı terk etmiştir. Gelişmelerden huzursuz olan diğer Türk boylarında da SSCB'nin başka bölgelerinde veya yurt dışına yerleşme temayülü artmıştır. Tabii ki henüz Ruslar'a karşı açık düşmanlık emareleri ortaya çıkmamakla birlikte Ruslar da Özbekistan'ı terke başlamışlardır. Meshet Türkleri : 1944'ten önce Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin Acar MSSC'nda Meshet sıradağlarının bulunduğu bölgede yaşayan bü Türkler Stalin'in ufak halkları Sürgününden kurtulamayarak başlıca Özbekistan'a yerleştirilmişlerdi. 1926 nüfus sayımında 137.921'lik bir nüfusa, sahip olan Meshet veya Türkiye'deki ifadesi ile Ahıska Türkleri 1989da 207.369'luk bir nüfusa erişmiş gibi gösterilmektedirler. 1944 sürgünü esnasında onların dışında Gürcistan ile Ermenistan'da yaşayan Meshet Türkleri, Karapapahlar, Kürtler, Türmenier ve Hemşinler de bu guruba dahil edilerek sürülmüşlerdi. Haklarında uzun yıllar bir şey yazılmamıştı. 1989 yılında Özbekistan'da kanlı saldırılara maruz kaldıktan sonra büyük bir kısmı Sovyetler Bırliği'nin çeşitli^erlerine dağıtıldı, bk Joanu ise Türkiye'ye oatdî. Esas yerleşim merkezlerine döndükleri hakkında ise herhangi bir bilgi mevcut de-ğildir. Türkmen SSC : SSCB'de Orta Asya cumhuriyetleri diye adlandırılan cumhurbyeterden biri de Türkmen SSC'skfir. 488.100 km2'lik bir sahayı kaplamasına rağmen ülkenin 4/5'ni Karakum çölü {350.00 km2) kaplandığından yerleşim merkezleri hayli azdır. Sovyetler Brliği'ndeki Türkmenlerin genel sayısı 1989'a göre 2.718.297 idi. Türkmenler Türk boyları arasında nüfusları en hızlı artan Özbekler'te aynı tabiî nüfus artış oranına (son on yılda %34) sahiptirler. Sovyetler BHğrrin dışında Türkmen SSC'ne komşu Kuzey İran'da Horasan vilâyetinde ve aynı şekHde sınırdaş Afganistan'da, Türkiye ve Suriye'de de Türkmen toplulukları mevcuttur. Sovyetler Birliği'ndeM Türkmenlerin %93.4 ise (2.538.889) yani büyük ekseriyeti kendi cumhuriyetinde yaşarlar ve aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere Türkmen SSC'inin genel nüfusunun %75,5

teşkil ederler:

60

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

TÜRKMEN SSC'NDE NÜFUS DAĞILIM (1989) Milliyet Türkmen RU6 Özbek Kazak Tatar Azeri

Nüfus

Türkmenistan'daki Oranı

2.538.889

?$5

350.000

10,4

317.000

9.4

100.000

3,0

40.000

1.1 0,6

25.000

Toplam

3.370.000

100,0

Türkmenistan'daki tek yabancı unsur olarak Ruslar görülür. Oiğer Türk boyları ile birlikte Türkmenistan'daki Türk soyluların oran» %89,6'ya çıkar. Türkmenlerin %65'i kırsal kesimde yaşamakta olup başkent Aşkabad'da Türkmenler ancak %40'Iık bir orana sahiptirler. Rus (%42), Ukraynalı ve Ermeniler ise mutlak çoğunluğu ellerinde tutarlar, Kırgız SSC: Çin kayıtlarında M.Ö. II y.y'da adlarına rastlanan en eski Türk boylarından biri olan Kırgızlar'ın ekseriyeti (% 88,5) başta dünyanın ikinci büyük krater gölü Issık Göl (6.202 km2) olmak üzere çeşitli göllerle çevrili dağlık bir bölge olan Kırgızistan'da yaşarlar. Sovyetler Biriiği'ndeki Kırgızlar'ın kalan kısmı komşu Özbekistan ile Tacikistan'da mevcuttur. Bunun dışında Çin'de (Doğu Türkistan'da) ve Afganistan'da da Kırgızlar bulunmaktadır. Kırgız SSC nüfus dağılımı ise aşağıdaki gibidir:

Nüfus

Kırgız

2.293.933

Rus

429.588

41,1

Yakut

368.876

35,3

54,0

Ukrain

46.326

4,4

Tatar

11.000

1.0

Diğer

187.210

17,9

1.043.000

100,0

Kırgızistan'daki oranı (%)

911.703 567.332

22,0 13,7

Ukraynah

109.324

2,6

Alman Talar

101.057 72.018

2.4 1.7

Uygur

30.000

0f7

Kazak

28.000

0.6

Dungan

15.000

0,3

Tacik

15.000 "

0,3

4.143.000

YAKUT MSSC'NDE NÜFUS DAĞILIMI (1989) Nüfus

Rus Özbek

Toplam

Görüleceği üzere geçen dokuz yıllık dönemde (1970-1979) Kırgızlar cumhuriyetlerinde mutlak çoğunluğa sahip değilierken şimdi buna ulaşmışlardır. Kırgızistan'da yabancı unsurlar olarak işe %22'lik oranda başta Ruslar olmak üzere, Ukraynalılar ve ikinci dünya harbinde sürdün edilen Almanlar sayılabilir. Kırgızlar diğer Türk soylularla birlikte %70'in üstünde bir orana kavuştukları gözükmektedir. Fakat 1990 yılında Oş yöresinde Kırgızlarla Özbekler arasında meydana gelen kanlı çatışmalar Türk boylarının sosyal ve ekonomik nedenler, yani menfaat çatışmaları dolayısıyla asgari müştereklerde de anlaşamadıklarını göstermektedir. İki topluluk arasında kışkırtmaların olaylara yol açtığı bir gerçektir. Fakat topluluklarda bu nevi bir psikolojinin gelişmesinde Sovyet mitîî politikasının büyük tesiri de unutulmamalıdır. SİBİRYA BÖLGESİ: Urai dağlarının doğusundaki Tobol, Irtiş, İşim, Obi Irmaklarını içine alarak Altay dağlarına kadar uzanan bu bölgede de çeşitli Türk topluluklarına rastlamaktayız. Sovyetler Birliği'nin bu az nüfustu bölgesinde bazılarının adlan idarî-siyasî bölgelerde verilmiş bu Türk topluluklarına Altay Türkleri de dendiği binmektedir. Sibîryada başlıca Yakutlar, Tuvahlar, Batı Sibirya Tatarları, Hakaslar. Altaylılar git» değişik adtaki Türk soyluların toplam nüfusları 1 milyona dahi ulaşmaz ve yaşadıkları bölge yerleşime fazla elverişli olmamakla birlikte, çok büyük yeraltı zenginliklerine sahip olması bakımından mühim bir bölgedir. Yakut MSSC : Burası SSCB'nin yüzölçümü bakımından en büyük muhtar cumhuriyeti olup, 3.103.000 km^tfir. 19874de cumhuriyetin nüfusu 1.043.000 idi. Yakutların genel nüfusu işe 1989'da ancak 382.255 idi ve bunların %96,5 kendi cumhuriyetlerinde yaşamasına rağmen mutlaK çoğunluğa ulaşamamışlardır. Bu durum aşağıdaki tabloda daha açık görülür:

Milliyet

KIRGIZ SSC'NDE NÜFUS DAĞILIMI (1989) Milliyet

M

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

Toplam

Yakutistandaki Oranı (%)

Tuva MSSC : Tuba adına Çin'in Su sülâlesinin (581-618) kayıtlarında rastlanmıştır. Oturdukları bölgeye Tannu-Tuva denir. Kullandıktan dile Soyonca veya Uranhayca'da denilirdi. Yakutlar gibi Tuvalılar'da eski bir Türk dilini kullanırlar, anlaşılması hayli zordur. Tuvalılar'ın Karagas (Tofa) denilen bir boyu da bulunmaktadır. Tuva MSSC 1.750.500 km2'dir. 1989 nüfus sayımına göre Sovyetler Biriiği'ndeki Tuvalılar'ın toplam sayısı 206.924 idi. %98'i kendi cumhuriyetlerinde yaşar. Tuva MSSC nin nüfus dağılımı ise aşağıdaki gibidir:

82

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

TUVA MSSC'NİN NÜFUS DAĞILIMI (1989) Milliyet

Nüfus

Tuva'dakl Oranı (%)

Tuvali Rus Hakas Ukrain Diğer

202.785 77.793 2.193 1.729 4.500

70,1 26.9 7,5 5.9 15,5

Toplam

289.000

100,0

Batı Sibirya Tatarları: Obi ve ve Irtiş vadilerinde, Tobolsk, Tümen, Tomsk ve Baraba'da fazlaca sayıda olan ve Kazan Tatarları ile yakın akrabalığı olan bu Tatarlar, bulunduktan şehir adıyla da anılırlardı (msl. Baraba Tatarları gibi). Elimizde ancak 1979'a göre olan istatistiki bilgiler mevcuttur. Bunlarda aşağıdaki gibidir: : SİBİRYA TATARLARININ NÜFUS DAĞILIMI Oblast'ın adı Tünen Omsk Novosibirsk Torrtsk Irkutsk Arhangelsk Çikitinsk Kemerov Magadan Toplam

Nüfus 136.757 46.714 28.549 17.630 41.747 4.906 13.372 64.821 6.793 316.289

Kısacası Sibirya'nın muhtelif yerlerinde 350 bin civarında Sibirya Tatan'nın mevcut olduğu tahmin edilmektedir. Ancak bunların genel Tatar nüfusu içinde kayde-dilip-edilmediği meçhuldür. Bu bölgede Sibirya Buharalıları denilen bir Türk topluluğu daha mevcut olup, 25-30 bin civarındadırlar, Tümen'de zengin petrol yataklarının bulunması buraya çok sayıda yabancıların (Rus) gelmesine de yol açtığını kaydetmekte yarar vardır. Hakas Muhtar Oblastı: 1989 nüfus sayımına göre 81.428 nüfusa sahip olan diğer bir Türk boyu Hakas'lar Krasnoyarks Kray'a bağlı Hakas Muhtar Oblastında yaşarlar. Onların Kırgız ve Sagay adlı iki mühim kolu vardır. Hakas Muhtar oblastı 64.400 km2'dir. Ruslar 400 bine yaklaşan nüfusları ile bölgenin nerdeyse %80'lik oranını teşkil ederler. Hakaslar ise ancak %12'lik bir oranla 60 binin biraz üzerindedirier.

S3

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

Dağlık Altay Muhtar Oblastı: 1989 nüfus sayımına göre 71.317% ufak bir nüfusa sahip olan Altaylılar'a eskiden Oyrot ta denirdi. Onların bölgesinde de Ruslar 110 binlik bir nüfusla %64'lük nüfus oranına sahiptirler. Altaylılar ise kendi bölgelerinde 50 binden fazla bir nüfusla genel nüfusun %30'nu teşkil .ederler. Kemerov oblastında yaşayan ufak bir Türk boyu Şorlar'ın genel nüfusu 1989'a göre 71.317'dir. Krasnoyarsk Krayına bağlı Taymır (Dolgan-Nenets) muhtar okluğunda bulanan Dolganlar ise takriben 5 binlik bir nüfusa sahiptirler. Ancak son nüfus sayımlarında artık adlarına rastlanmamaktadır. Buna Dolganlar'ın kendilerine Saha, yanî Yakut demeleri de sebep olabilir. Özetlersek Sibirya bölgesinde aşağıdaki Türk boylan mevcuttur: Topluluk adı Yakut Tuvali Sibirya Tatarı Sibirya Buharaİısı Hakas Altay Dolgan Toplam

Nüfus (1989) 382.255 206.924 316.289 25.000 81.428 71.317 5.000 1.088.213

Ancak 1 milyon civarındaki bu topluluklar yaşamaya elverişli olmayan, bölgelerde, dağınık ve Ruslar'm arasında yaşamaktadırlar. Fakat bîr Haylisi mlB benliğini korumuştur. Msl. 1990 yılının Ağustos başlarında Tuvalılar'ın ülkedeki Ruşter1» kp* mak için faaliyetlere giriştikleri haberferi çıkmışta Çok ağır şartlarda olmalarına rağmen benliklerini muhafaza etmeye çalışırlar. ÇİN HALK CUMHURİYETİ: Dünyanın en büyük nüfusuna sahip dan Çin Halk Cumhuriyeti'nde de (3982 rşsmî istatistik bilgilerine göre 1.031.882.511) Türk soylular bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla Uygur, Kazak, Kırgız, Salar, Özbek ve Tatar gibi föıfe boylarına mensupturlar. 1949'da Mao'raa* iktidara gelmesiyle Çin'de sosyalist bîr sistem yürürlüğe girmiştir. 1982 nüfus sayımının resmî verilerine göre Çin rtalk Cumhuriyeti'nde Han diye. adlandırılan.esas Çtnffler %93.3*ü (936.703.824) azınlıklar ise %6.7'ye (67.233.254) teşkil ediyorlardı. Bunların içinde Türk soyluların nüfusu 7.064.826 olarak verilmiştir. Bu hesaba göre azınlıklar arasında dahi Türkler'in oranı ancak % 10.5'a ulaşmaktadır. 1964-1982 yılları arasında %68.4'lük bir artış oiduğu kaydedilmektedir. Bu rakamları ve genelde kırsal kesimde yaşayan Türkler'deki yüksek nüfus artışım da göz önünde tutarsak son 9 yılda %34.2'lik tabiî bîr nüfus artışı olduğunu kolayca tahmin edebiliriz. Buna göre Türkler'in 2^16.170 nüfus artarak &470.996'ya ulaşmış olmalan gerekir. Bu Türkler'in ekseriyeti de1955'de kurulan Sîncang-Uygur Muhtar Bölgesinde, yani Doğu Türkistan'da

yaşarlar.

84

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Sincang-Uygur Muhtar Bölgesi : Resmî verilere göre Çin Halk Cumhuriyetimde 56 milfi azınlık bulunmaktadır. Bunları nüfuslarının yoğunluğuna göre Juang-Hui (Çin müslümanı), Uygur, Yi, Miao, Tibetli, Mançu, Moğol, Bouyei, Koreli, Yao, Dong ve 6ai olarak sıralamak mümkündür. İşte bu milîî azınlıkların bazıları için kendi adlarını taşıyan bölgeler tesis edilmiştir Bu bölge Batı Avrupa kadar büyük bir yüzölçümüne sahip olup 1.710.000 km2 dır. Çin'in toplam yüzölçümünün altıda birini teşkil eder. Ülkenin kuzey kısmı Çun-garya ve güney kısmı Kaşkarya olarak bilinir. Kuzeyinde ise büyük Taklamakan çölü bulunur. Bu muhtar bölgede değişik azınlıkların adını içeren 5 muhtar eyalette bulunur. T İli Kazak Muhtar Eyaleti 2. Boro Tala Moğol Muhtar Eyaleti 3. Çang-Çi Hui Muhtar Eyaleti 4. Bayangol Moğol Muhtar Eyaleti 5. Ktzılsu Kırgız Muhtar Eyaleti Doğu Türkistan esas halkım Uygurlar teşkil eder ve Uygurlar'ın %90-95'i kendi muhtar bölgelerinde yaşarlar. 200.000'in üzerinde Uygur ise komşu SSCB'nde (Kazakistan ve Özbekistan) 100-150.000 kadarı da Afganistan, Pakistan, Suudi Arabistan, Türkiye ve ABO gibi ülkelerde bulunmaktadırlar. 1982 resmî istatistk verilerine göre Smcang Uygur Muhtar Böigesi'nin nüfusu 13.081.681 idi. Bu bölgede yaşayan Türkleri nüfusları ise aşağıdaki gibidir. SİNCANG UYGUR MUHTAR BÖLGESİNDEKİ NÜFUS(1990) Adı

1982 Nüfusu

1990 Tahmini Nüfusu

(%) Oran(1982)

(%) Oran (1990)

Çinfi Uygur

6000.000

9.000.000

45.9

48.7

Kazak '

5.957.112

7.994.444

45.5

43.2 6.6

Kîfgız îac&

907.582

1.217.975

6.9

Özbek

113.999

152.986

0.9

0.8

Taraf

26 503

* 35.567

0.2

0.2

16.779 2.000 63.000

0.09

0.09

0.03

0.01

4.3

3.4

12.503 4.127 56.855 Toplam

..........

ia.oei.68i .... .... ..

18.482.751

Eki böîgerm dışında yaşayan (Çrnghai veGansu eyaletleri) Salarlar ise îSSZöe 69.503 nüfusa saNp iken şimdi 75.000 dolaylanndadır. Yukarıdaki tablonun incelenmesinde Türklerin toplam nüfusunun 9,459.184'e ulaştığı söytenebSir. Ancak Uygur Muhtar Bölgesi ile ilgili nüfus tablosu btee ülkedeki Çin nüfusunun

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

05

artmakta olduğunu ve genei nüfusun %50'literine yaklaştığını göstermektedir. Her

ne kadar Türkler'de tabiî nüfus artışı yüksek ise de Türkler Uygur, Kazak vb diğerleriyle birlikte ancak %50'nin biraz üzerinde bir orana sahiptirler. Kısacası Çinli göçmenlerin çok sayıda yerleştirilmesi neticesinde kısa bir gelecekte Doğu Türkistan'daki Türk boyları ülkelerinde azınlık durumuna düşme tehlikesiyle karşı karşıya-Ckrler. AFGANİSTAN : 10 yıl süreyle Sovyet işgaline maruz kalan 650.000 km2 lik Afganistan'ın demografik yapısı hakkında kesin neticeler çıkarmak hayli zordur. Ancak araştırmacılar bu ülkenin nüfusunu 12 ifâ 15.5 milyon civarında tahmin etmektedirler. Bu tahminlere savaşlar esnasında ölen 1.240.000 Afganistan vatandaşının dahil edfildiği düşünülebilir. Fakat gene de +/- %15 hata ihtimali de dikkate alınmalıdır. Sovyet işgali neticesinde Afgan halkının büyük bir çoğunluğu da canını komşu Pakistan ve İran'a sığınarak kurtarmıştır. Ülke dışında 3-4 milyon Afgan mültecisinin olduğu tahmin edilmektedir. Bunun büyük bir kısmı Pakistan'a yerleşmiştir. 1979 öncesi Afganistan'da en büyük nüfusu Puştunlar teşkil etmekte olup, tahminen %40'lık bir orana sahipler. Ancak göçmenler arasında %85'iere varan oranı teşkil ettiklerinden şu anda genel nüfus oranında %2ö 'lere düşmüşlerdir. Aşağıdaki tablo bu konuya açıklık getirecektir. AFGANİSTAN'IN ETNİK YAPISI Etnik Gurubun Adı

Puştun "Tacik Hazara Özbek

1978 Oranı (%)

1967 Göçmen Oranı(%)

39 26 10 10

Afganistan 1987 Oranı (%)

84.6 6.0

22 34

0.1 0.5

14 14

Türkmen

3

1.0

4

Nuristani

1

1.5

1 11

3.6 2.7

-

Beluci Diğer

12

Afgan resrrîî şahıslarının ifadelerine göre ülkede bugün 12 milyon insan bulunmaktadır. Yukarıdaki tabloyla bu rakkamın mukayesesinden şöyle bir sonuç çıkarabiliriz : Milletin Adı

Nüfus

Tacik

4.080.000

Puştun

2.640.000

Hazara Özbek

1.680.000 1.680,000

Türkmen Diğer

480.000 1.440.000

86

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Yukarıdaki diğerler hanesinde gösterilen rakamın içinde Türk boyları Kırgız, Kazak ve Karakalpaklar da'dahildir. Sırasıyla incelersek Özbekler Afganistan'daki en kalabalık Türk topluluğunu teşkil ederler. Özbekler Herat'ın dışında Balamurgap, Maymana, Şıbırgan, Seripul, Akça, Belh, Mazarişerif ve Tûkurgan şehirlerinde yaşarlar. Türkmenlerin Teke, Yomut, Tarık boylan Herat bölgesinde, Salur boyu Maymana ve Maruçak'ta, Sarık ve Çakra boyları Andhui ve başka yerlerde bulunurlar. Kırgızlar ise Afgan Pamiri veya Vahan denilen yörede yaşarlardı ancak Sovyetler onları Vahan koridorundan uzaklaştırdılar. Kazaklar işe Hanabad bölgesine yerleşmişlerdi. Karakalpaklar ise dağınıktırlar. Bu son üçünün toplam nüfsunun 100.000 dolaylarında olması gerekir. Buna göre Afganistan'daki toplam Türk nüfusu 2.5 ilâ 3 milyon arasındadır diye tahmin edebiliriz. İRAN : 1.648.000 km2 yüzölçümüne sahip olan Iran İslâm Cumhuriyetinde nüfus 50 milyon civarında diye tahmin edilmekte olup, bunun en düşük tahminle 16 en yüksek tahminle 18 milyonunu Azeriler teşkil eder. Azeriler'in büyük çoğunluğunun yaşadığı Güney Azerbaycan 107.000 km2lik bir sahayı kapsayan Tebriz, Erdebil, Hoy, Urmiye, Seimas, Maku, Meraga, Astara, Culfa, Merent, Halhal, Soğukbulak gibi şehir ve kasabaları içine alır. Güney Azerbaycanlıları, Kuzey Azerbaycantılar'dan ayıran belki de en mühim hususiyet ilklerinin çok güçlü Fars dili ve kültürünün tesiri altında kalmış olmaları teşkil eder. Tahran'ın Fars milliyetçiliğine dayanan küttür politikası Azeri neşriyatına imkân vermemiştir. Ancak 1978'den sonra bu yasağın kalkması neticesinde bazı neşriyat faaliyetleri başlamıştır. Fakat eğitim eskisi gibi Farsça yapılmaktadır. İran'daki Türk boyları arasında ikinci mühim topluluğu Kaşgaylar teşkil eder. Güney İran'ın Fars eyaletinde yoğun halde bulunurlar. Konar-göçer bir hayat süren Kaşgaylar'ın nüfusu 500.000'ün üzerinde diye tahmin edilmektedir. İran'ın kuzey doğusunda Türkmen Sovyet SSC'ye komşu bölgede ise Yomut, Göklen, Salur ve Sarık boylarından müteşekkil Türkmenler yaşar. Onlar benliklerini, Hanefî mezhebinden olmaları dolayısıyla Azeriler'e nisbeten daha iyi korumuşlardır. Bunların da nüfusu 500.000 dolayında tahmin ediliyor. Bunların dışında ise Afşar, Kaçar, Şahseven, Karapapah, Hamse, Kengürlü, Karadağlı vs gibi değişik adlara sahip Türk topluluktan mevcut olup toplam nüfusları 1 milyon civarındadır. Özetlersek, İran'daki Türk soyluların nüfusu 20 milyona ulaşmıştır diye tahmin etmekteyiz. IRAK: Dicle ve Fırat'ın hayat verdiği Irak'ın yüzölçümü 434.000 km2 olup nüfusu17 milyonun üzerindedir. Zengin bir petrol ülkesi olan Irak'taki Türkler Türkmen adıyla bilinmekle birlikte Azericenin bir şivesini konuşurlar. İşte bu Türkmenler Araplar'la Kürtler arasında sıkışmış olup tarihî Musul-Bağdat yolu üzerinde yaşarlar. Başlıca kuzeyden güneye doğru Telafer, Yunus Peygamber, Erbil, Kuştepe, Altınköprü, Kerkük, Taze Hurmata, Tuz Hurmata, Dakuk, Kifri, Karatepe, Karahan, Kızlarabad, Şahraban gibi şehir ve kasabalarda yaşarlar. Türkiye'de Kerkük Türkleri diye de bilinen bu Türkmenler rejimin çok şiddetli baskısı altındadırlar. Nüfusları 2 milyon olarak tahmin edilmektedir. SURİYE: Türkiye'nin en uzun sınır komşusu Suriye'nin yüzölçümü 185.180 km2 olup, nüfusu 10 milyon civarındadır. Fırat bu ülkenin can damarıdır. Nüfusları 300.000'in üzerinde olan Türkler Lazkiye ve çevresinde Halep, Hama ve Humus'ta bulunurlar. Bunlar kopuk bir topluluk manzarası arzederler.

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

S7

KUZEY KİBRİS TÜRK CUMHURİYETİ İ Yüzölçümü 3335 km2 olan KKTC 15 Kasım 1983te ilân edilmişti. Bu şekilde Yunan soykırımından kurtulan Türklerin nüfusu 200.000'e ulaşmıştır. BULGARİSTAN : 1878 Berlin Muahedesi neticesinde Osmanlı İmparatorluğumdan koparak kurulmuş olan Bulgaristan'ın yüzölçümü 110.928 km2olup, 9 milyon civarında bir nüfusa sahiptir. Son istatistik? verilere göre 1989 yılında Bulgaristan'ın nüfusu ancak 6.000 kişi artmıştır. Bu ise 1000 kişide 0,75'lik bir orana tekabül eder. Dolayısıyla da "Bulgar milleti yaşlanmaktadır* gibi ilim adamlarının ikazlarına şahit olmaktayız. 1990 yılının Haziran ayında yapılan İlk serbest seçimlerinde 6.976.620 seçmen mevcut olup Türkler %6.6'lık bir oy potansiyeli ile 400 kişilik parlementoya 23 milletvekili seçtirebilmişlerdir. Bulgaristan'ın nüfusundaki bu olağandışı gelişmede çok kişinin ülkeyi terketmesinin de rolü vardır. Avrupa şurasının raporlarına göre 300.000 Bulgar vatandaşı illegal olarak İspanya'da çalışmaktadır. Son yılda 18.000 kişi Doğu Almanya'ya, 7.000 kişi Kanada'ya, 5000 kişi İsveç'e, 1000 kişi de Avusturya'ya göçetmiştir. 25.000 kadar Bulgar Yunanistan'daki vize süreleri bitince ülkelerine dönmemişlerdir. 1989'da Türkiye'ye otan büyük göç dalgası neticesinde 150.000'in üzerindeki soydaşımız tekrar Bulgaristan'a dönmüştür. Ayrıca Türkiye'ye resmî kanallarla (vize ile) girenlerin sayısı da 30.000'e ulaşmıştır. Bazı verilere göre, Türkler'in Bulgaristan'daki oranı %8.4'tür. Bu durumda onların nüfusunun 756.000'e ulaşmış olması gerekir. Ayrıca genel nüfus içinde %6'lık bir orana sahip olan Roman (Çingene) halkının İslâm dinîne bağlı olan 180.000'i Tprkçe konuşmakta olup, kendilerini Türk kabul etmektedirler. Bu rakamla birlikte Türkler'in sayısının 936.000'e ulaşması gerekir. Ayrıca buna ilâveten 1974'te Bulgarlar'da %6, Türkler'de ise %17.7 olan yüksek nüfus artışıda nazarı ita-bara alınırsa Bulgaristan'daki Türk nüfusunun 2 milyona ulaştığını tahmin edebiliriz. Bundan önceki Bulgar yönetiminin Türk ve diğer azınlıkları (ki bunlar arasında Türk asıllı Tatarlar da vardır) zorla Bulgarlaştırma siyasetinin etkileri henüz bilinmemekle beraber ufak yaştakilerin bu insanlıkdışt kampanyanın etkisi ite esas benliklerini kaybetmiş olmaları da muhtemeldir. ROMANYA : 237.500 km2 yüzölüçümünde takriben 20 milyon nüfusa sahip olan Romanya'da üç Türk gurubuna rastlanır. Bunlar Anadolu'dan gelip buralara yerleşenlerin torunları, Kırım'dan Romanya'ya göç eden Tatarlar ve yerli Gagauzlar'dır. 1956 resmî nüfus sayımına göre, 105.000 Gagauz, 20.469 tatar ve 14.329 Türk olmak üzere toplam olarak 140.000 dolaylarında Türk vardı. Bugün de bu sayıyı muhafaza ettikleri tahmin edilebilir. YUNANİSTAN : 131.944 km2 yüzölçümü ve. 1971 nüfus sayımına göre 8.769.000 nüfusa sahip olanlar Yunanistan'da Türkler çok ufak bir azınlığı teşkil eder. Bu Türkler genel olarak Batı Trakya bölgesinde Gümülcine, Iskeçe, ve Dedeağaç vilâyetlerinde ve ayrıca Dimetoka ve Sofu'da ve bir miktar da Rodos'ta yaşarlar. Toplam nüfustan 120.000 dolaylarındadır. YUGOSLAVYA SOSYALİST FEDERATİF CUMHURİYET: Yüzölçümü 225.804 km2 ve 1981'e göre 22.3S2.000 nüfusa sahip olan bu ülke 6 birlik cumhuriyetinden müteşekkildir. Çoğunluğu Sırplar teşkil eder (%40). Türk ise 150.000 civarındadırlar. Onlar Kosova muhtar bölgesinin, Priştine. Dragaş ve Makedonya cumhuriyetinin

88

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

ÜskOp, Bitola, Gostiva, Devar gibi şehirlerinde yaşarlar. Balkan ülkeleri içinde kültürel yönden en rahat durumda bulunanları Yugoslavya Türkleri teşkil eder. DİĞER ÜLKELER : ABD, Kanada, Finlandiya, Avustralya, Japonya, Suudi Arabistan gibi ülkelerde de ya Türkiye'den ya da başka Türk illerinden buralara göç etmiş ve yerleşmiş olanlar mevcuttur. Bunlar arasında en büyük topluluğu ABD'de yaşayanlar teşkil eder. Buradakilerin ekserisi New York ve California eyaletlerinde bulunurlar. Fakat oldukça dağınık bir manzara arzederler. Buna rağmen güçlü dernek faaliyetleri ile Türkiye'nin meselelerini Amerika kamuoyuna yansıtmaya çalışırlar. Aralarında bir hayli öğretim üyesi, tıp doktoru, mühendis başarılı iş adamları bulunan Türkler bu ülkede Türkiye'nin güzel bir imajını yaratırlar. ABD'de ayrıca ekserisi SSCB'nden (Rusya) göçetmiş olan Kırım Tatarı, Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen, Karaçay, Azeri ve Tatar toplulukları da mevcuttur. Bütün bu Türkler'in toplam sayısı 250.000 civarındadır. Yukarıda belirttiğimiz diğer ülkelerdeki Türkler'in toplam sayısını ise 250.000 diye tahmin ediyoruz. Dünya Türkleri'ne Genel Bir Bakış: Dünyadaki çeşitli Türk topluluklarının kesin nüfuslarını belirlemek mümkün olmamakla birlikte eldeki mevcut kaynakların değerlendirilmesi sonucu yeryüzünde 145 milyonun üzerinde Türk'ün yaşadığını belirtebiliriz. Böylece Türk asıllılar dünyadaki belli başlı soylar arasında ilk sıraları alırlar. Türkter'i beş ana gurupta mütalâa etmek gerekir. Bu gruplandırma daha ziyade hususiyetlerine bakılarak yapılmış olup, bu değişik Türk toplulukları arasında ayrıca bölgesel, kültürül ve siyasî farklılıklarnı bulunduğu da unutulmamalıdır. ALTAY TATAR BAŞKURT KIRIM TATARI NOttAY KUMUK KARAÇAY BALKAR KAZAK KARAKALPAK KIRGIZ

YAKUT DOLGAN ŞOR • HAKAS TUVA KARAGAS

KUZEY BATI (Ktpca k) \ GÜNEY BATI TÜRK (Ofrız)

1 TÜRKMEN AZERÎ ANADOLULU OAGAUZ V.B.

ÇUVAŞ ÇUVAŞ

KUZEY DOĞU

G

C

INEY DOftU(Kaşkar) ÖZBEK UYGUR



DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

89

Araştırmamızın başında belirttiğimiz üzere bu Türkler Balkanlardan başlayarak Çin'in batısına kadar uzanan bir haylisi birbirinin devamı şeklinde olan coğrafî bölgelerde yaşarlar.Bu yüzden de mesela, Balkan Türkleri gibi tabirler de kullanılmaktadır. Türk topluluklarının esas yoğun bulunduğu bölgeler başta Türkiye olmak üzere SCB, Çtettalk Cumhuriyeti ve İran'dır. Türkiye'nin dışındaki Türkler'in ekseriyeti işe tek parti sisteminin hüküm sürdüğü ülkelerde bulunmaktadır. Her ne kadar son siyasî gelişmeler bu ülkelerde de demokratikleşme törecini başlatmışsa da bu gelişmenin azınlık durumunda bulunan Türkler'e müsbet yönden etkisinin olacağını söylemek için vakit henüz erkendir. İşte totaliter rejimlerde yaşayan bu Türklerle demokrasi şartlarından yararlanan Türkler arasında siyasî davranış ve şuur yönünden de farkMtkfar olması gayet normaldir. Türkiye ile diğer ülkelerdeki Türk toplulukları arasında bir aşıra yakındır herhangi bir kültürel mübadelenin olmaması da bu toplulukların birbirlerini tanımalarına, bilmelerine, anlamalarına engel olmuştur. Her ne kadar aynı soydan gelseler de gerek dil, gerek düşünce ya-prsı ve gerekse ekonomik", sosyaîve politik menfaatler yönünden aralarında farklılıklar olduğu anlaşılmaktadır. Kısacası bu topluluklar arasında bir nevi kardeşlik bağı mevcut ise de bu şartlarda tek bir mütecanis Türk milletinden bahsetmek oldukça güçtür. Ancak çeşitli Türk toplulukları arasındaki soy birliğinin diğer ırklara nazaran çok güçlü olduğunu belirtmekte de yarar vardır.

90

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

BİBLİYOGAFYA Altıncı Baş Yıllık Kalkınma Planı, 1990-1994, Ankara 1989. Alptekin, E. Uygur Türkleri, İstanbul 1978. 'Age Dist ribution of China's Population' Baljing Rewlew, sayı 1(16 Ocak 1984) . Aird, J.S, 'The Pretiminary Ruselts of China's 1982 Census." Tha Chlna Quartaly (Aralık 1983) 8.613-614.

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

91

2- Ekonomi Türkiye dışındaki Törkler'in bûyök çoğunluğu SSCB'de bulunmaktadır. Dolayısıyla onlarında belli bir ekonomik potansiyele sahip olduklarını düşünebiliriz. SSCB yüzölçümü yönünden dünyanın en büyük ülkesidir (22.402.200 km2). Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ve endüstriyel kapasitesiyle de dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer alır. SSCB aşağıdaki 20 ekonomik bölgeye ayrılır:

Bulgaristan'da TOrk Varlığı, Ankara 1985 Batı Trakya'nın Şasi. sayı 1 (Kasım-Aralık 1987) Caferoğlu, A.- Yücel, 7. "Güney Azerbaycan ve Iran Türkleri", TDEK,s. 1111-1120 Canubi Azerbaycan Tarihi Meşaleleri, Baku 1989. Cenubî Azerbaycan Tarihinin Oçerkl (1828-1917), BakO 1985. ÇİSHMinost 1 Sostav Nasalanlya SSSR. Po Dannım, Vsesoyuznoy Pereplsl Nasele-niya 1979 Goda. Moskova 1984 Devlet, N, Çağdaş TOrk Dünyası, İstanbul 1989 * ayn. arif. "Dış Türklerde Büyük Nüfus Artist', Türk Dünyası Araştırmaları, sayı 6(1980),s. 4551 Ibrahimov, T.E. Gaşgaylar, Baku 1988. itogi Vsesoyuznoy Preplsl Naselenlya, 1970 goda IV, Moskova 1973. Lubin. N. Labour and Natlonallty in Sovlet Central Asla, Hong Kong 1984. Narodnoo Hozyaystvo SSSR 1922-1982, Moskova, 1982 Naselenlya SSSR, Po Dannıın Vsesoyuznoy Pereplsl Naselenlya 1979 goda, Moskova 1980 Naselenlya SSSR 1987, Statlçeskly Sbomlk, Moskova 1988. Natslonabıyl Naselenlya, II. Moskova 1989 Nifcoiaev, *Resulıs of the National Elections", Report on Eastern Europe, 1. sayı 26 (Haziran 29,1990) s. İst Sheey. A. *Ethnic Müslim Account tor Half of Soviet Population Increase", Report on USSR, II. sayı 3(19 Ocak 1990) s. 16-18. . M£ Simonov. $' The Gypsies: A Re-Emerging Minority", Report on Eastern Europe, I. sayı 21 (25 Mayıs 1990). s. 12-16. Sârenski, M,* Mghanıstan 1978-1987, War, Demography and Society", Central Aslan Survey, tacutental Papers Series: sayı 6, Londra 1988. Stailstlacfce* Jahrbueh §988 tür die Bundesrepubllk Deutshcland, VViesbaden 1984 YOM iktisadi Raeor-1968, İstanbul 1988

KUZEY BÖLGESİ LKarel MSSC 2. Komi MSSC 3. Arhangelsk Oblast 4. Voiogodsk Oblast 5. Murmansk Oblast

KUZEY-BATI BÖLGESİ 1. Leningrad Oblast 2. Novgorod Oblast 3. Pskov Oblast

MERKEZİ BÖLGE 1.Bryansk Oblast 2.Vladimir oblast. 3.Ivanov Oblast 4.Katinin oblast 5.Kostroma Oblast 6.Moskova Oblast 7.Orlov Oblast 8.Ryazan Oblast 9.Smolensk Oblast 10. Tula Oblast 11. Yuroslav Oblast

MERKEZÎ KARA TOPRAK BÖLGESİ 1. Begorod Oblast 2. Voronej Oblast 3. Kursk Oblast 4. Lipets Oblast 5. Tambov Oblast İDİL- BRYATSK BÖLGESİ LMariMSSC 2. MordvaMSSC

m■

-TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPİ

93

3 Çuvaş MSSC 4. Gorkov Obiast

GÜNEY BÖLGESİ

BALTIK BOYU BÖLGESİ

1. Kırım Obiast

5. Kîıov Obiast

LLetonyaSSC

2. Nikolaevk Obiast

2. Litvanya SSC

3. Odessa Obiast

3. EstonyaSSC

4. Herson Obiast

4. Kaliningrad Obtast

2. Kabarda-Balkar MSSC

BATI SİBİRYA BÖLGESİ

DOĞU SİBİRYA

3. Kuzey-Osetin MSSC

1. Altay Kray

LBuryatMSSC

4. Çeçen-lnguş MSSC

2. Kemerov Obtast

2. Tuva MSSC

5. Karasnodarsk Kray

3. Novosibirsk Obiast

3. Krasnoyarsk Kray

6. Stavropol Kray

4. Omsk Obtast

4. Irkutsk Obtast

7. Rostov Obiast

5. Tomsk Obiast 6-

5. Citinsk Obiast

İDİL BOYU BÖLGESİ t.KalmukMSSC 2.TaîarMSSC 3 Astrahan MSSC 4 VoJgograd MSSC

5. Kuybişev Obiast 6. Penza Obiast

7. Saıatov Obiast 8 Utyanov Obiast URAL BÖLGESİ V Başfcurt MSSC 2 UdrmırtMSSC 3. Kurgan Obiast 4 Öfenburg Obtast 5. Perm Obtast 6 Sverdîovsk Obiast 7. Çei^abinsk Obiast

KUZEY KAFKASYA BÖLGESİ

1. Dağıstan MSSC

Tümen Obiast UZAK DOĞU BÖLGESİ

KAFKASYA-ÖTESİ BÖLGESİ

ORTA ASYA BÖLGESİ

1. Yakut MSSC

1. Gürcü SSC

2. PrimorKray

2. Azerbaycan SSC

3. Habarovsk Kray

1. Özbek SSC 2. Kırgız SSC

3. Ermeni SSC

3. Tacik SSC

4. Amur Obiast 5. Kamçatka Obtast

4. Türkmen SSC

6. Magadan Obiast

KAZAKİSTAN BÖLGESİ

7. Sahalın Obiast

1. Kazakistan SSC

DÖNETS-PRİONEPROVSK BÖLGESİ

GÜNEY-BATI BÖLGESİ

1 Varoş&ovgrad Obiast

LVinnHsk Obiast

2- DnepropetrovsK Obiast

2. Vohnsk Obiast

3. Donets Obiast

3. Hitomirsk Obiast

4 Zaporoje Oolasî 5 Kirovograd Obiast 6.

4. Zakarpat Obiast

Po&ova Obiast

6. Kiev Obiast

7 Symsk Obtast

7. Lvov Obiast

8 HarkovObfcMt

8. Rovensk Obtast

5. İvano-Frankovsk Obtast

9. Ternopolsk Obtast: 10. Hmelnctek Obiast

11. Çerkassa Obiast 12. Çernigovsk Obtast

13. Çemovftsk Obiast

BELORUS BÖLGESİ 1. Belorusya SSC

MOLDOVYA BÖLGESİ LMöldovyaSSC

Sovyet genel nüfusunun takriben % 701 ülkenin Avrupa bölümünde yerleşmiş olup, esas endüstri de bu bölge de bulunmaktadır. Ancak yeraltı zenginliklerinin ise başlıca gayri Ruslar'ın bölgelerinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Mesela, petrol Idit-Ural bölgesinde, Kafkasya bölgesinde.batı Sibirya ve Orta Asya bölgelerinde; aynı şekilde tabiî gaz da bu bölgelerde bulunur. SSCB'nin en zengin kömür yatakları Donets bölgesinde, Kazakistan'ın Karaganda yöresinde, kuzey Ural'da ve uzak doğu bölgelerinde bulunur. Ülkenin bilhassa batısındaki ekonomik bölgeleri ekime elverişli olup, Orta Asya bölgesinde ise sulama ile ekincilik yaygındır. Sibirya bölgesi ise, orman ve tundralarla kaplıdır. Fazla yaşamaya elverişli olmadığı için buralarda ziraat ehemmiyetsiz derecede azdır. Endüstri başta Moskova olmak üzere sırasıyla Leningrad, Gorki, Kazan, Uta, Kuybişev, Kiev, Harkov, Rostov, Tiblisk, Novosibirsk, Omsk,

»4

TÜRK DÜNYASİ EL KİTABI

Krosnayarsk gibi merkezlerde toplanmış bulunmaktadır. Bu merkezlerde ağfr ve hafif endüstri, kimya ve petro-kimya, otomotiv, demir-çelik endüstrileri bulunur. Kömür yataklarının bulunduğu merkezlerde demir-çelik, petrol yataklarının bulunduğu bölgelerde ise petro-kimya endüstrileri yaygındır. SSCB'nde elektrik enerjisi termo, Ndıo ve atom elektrik santrallerinde üretilir. Atom santrallerinin bir istisna dışında hepsi SSCB'nin Avrupa bölümünde bulunur. 1980 yılında enerjinin % 60.2*8! endûsri İçin kullanılmıştır. Petrol üretimi ise 1980'de 603 milyon ton, doğal gaz 435 milyar m3, kömür istihsali ise 716 milyon tona ulaşmıştır. Sovyet genelinde »sı enerjisi olarak petrol ve doğal gaz kullanılmaktadır (% 45.3,% 27.1). Kullanılan Kömür ısısı ise ancak % 25 oranındadır. 1980 yılında demir üretimi 245 milyon tona, çelik üretimi ise takriben 10 milyon tona ulaşmıştır. Otomotiv endüstrisi de, her yıl gelişmekte olup, 1980 yılında 2.199.000 araba imal edilmiştir. SSCB'nde basın-yayın bir hayli gelişmiş olup, çok yüksek tirajlarda (bazıları 5 milyona ulaşan) kitap, dergi ve gazeteler yayınlanmaktadır. Ülke bu kâğıt ihtiyacını kendi zengin ormanlarıyla karşılamaktadır Son yıllarda selüloz imalâtı 7.5 milyon ton ve kağıt imalâtı ise 5 5 milyon tona ulaşmıştır. Yukarıdaki rakamlardan görüleceği Üzere SSCB'nin çok zengin bir ekonomiye sahip olduğu kanaati hasıl olmaktadır. Fakat herşeye rağmen merkeziyetçi bir felsefeyle yönetilen ekonominin başarısız olduğu halkın ihtiyaçlarını karşılayamadığı ve ac*!en durumun düzeltilmesi gerektiği Sovyet liderlerinin son yıllardaki ifadeleriyle de ispatlanmıştır.

Türk Yörelerinin Ekonomik Durumu: Demografi bölümünde belirttiğimiz bölgeler aşağı yukarı ekonomik bölgeler için de geçerli olup, değişik Türk boyları Idil-Ural, Kafkasya (Kuzey Kafkasya ve Kafkssya-Ötesi) Orta Asya ve Kazakistan ve Sibirya bölgelerinde yoğun halde yaşadıklarından bu bölgelerin ekonomik potansiyelini inceleyerek bu Türk boylarının iktisadî yapısı hakkında bir fikir edinmiş olacağız. İrfîl-Bryatsk, İdil Boyu ve Ural Bölgeleri: Sovyetfer Biriiği'nin yukarıda belirtilen ekonomik bölgelerine Tatar, Başkurt ve Çuvaş cumhuriyetleriyle Türkter'in meşkim olduğu çevredeki oblastlar girer. Bu yöre yera!tı( petrol» doğal gaz vb) ve yerüstü (çeşitli tahıllar, meyva, sebze ve hayvancılık) zenginlikleriyle SSCB'nin mühim ekonomik kısmını teşkil eder. Ayrıca bu yörede hatın sayılır endüstrileşme de göze çarpar. Şimdi bu ekonomik bölgelerdeki Türk muhtar cumhuriyetlerini teker teker inceleyelim. Tatar MSSC: Bu cumhuriyet tarım ve endüstri ülkesidir. Sn büyük tabiî zenginliğini petrol ve yeraltı (doğai gaz) teşkil eder. Tataristan bugüne kadarrınerkeze 1 milyar ton petrol devretmiş bulunmaktadır. Son yıllarda yıllık üretim 70-80 milyon tona düşmüştür, Türkiye'nin yıBık ham petrol üretiminin 3 milyon ton dolayında ve Türkiye'rtf&iyrllık ihtiyacının 17-18 milyon ton olduğu düşünülürse Tataristan'ın tek bir petrolden ne kadar büyük gelir sağlayabileceği anlaşılır. Fakat bu petrol gelirinin hepsi Moskova tarafında» sömürülmektedir. Yani bu petrol gelirinden yerli halk Tatarlar'a herhangi

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

95

bir pay verilmemektedir. Tatar MSSC'nin petrol ve tabir gaz merkezlen Etmet, Leninogorsk, Alabuga, Mendelyevsk gibi şehirlerdir. Çıkarılan petrol Başkurdistan, Kuybişev, Gorki, Yaroslav, Ryazan.Moskova ve Perm rafinelerine "Dostluk Hattı"yla Polonya, Doğu Almanya, Macaristan, Çekoslovakya'ya yollanmaktadır. Doğal gaz'ın birkısmı ise şimdi Türkiye'ye gelmektedir, Tataristan'ın doğal gaz üretimi yılda 4 milyar m3 dür. Petrol çıkarılırken toprağa basınçlı su verme metodunun kullanılması çevrenin kirlenmesini ve tarıma elverişli toprakların tahribine yol açmıştır. Tataristanto en mühim endüstri dallarını kimya ve petrokimya teşkil eder. Bunlar başlıca Kazan ile Tûben Kama şehirlerinde bulunur. Kimya fabrikalarında polietilen, aseton, sentetik kauçuk, film gibi 4 binden fazla madde imaledilir. Kazan uçak fabrikasında İL-62 tipindeki uçaklar üretilir. Ayrıca Kazan'da SSCB'nin en büyük bilgisayar ve optik aletler fabrikası bulunur. Yar Çallı'da 1976'da imalâta geçen SSCB'nin enbüyük kamyon fabrikası KAMAZ bulunmaktadır. Burada yılda takriben 150 bin ağır evsaflı kamyon ve 250 bin dizel motoru üretilir. Hafif endüstri dalında dericilik ve kürkçülük mühim yer tutar. ı Tarım SSCB'in genelinde olduğu şekilde Sovhoz (devlet çiftliği) ve Kolhozlar (kollektif çiftlik) tarafından yürütülür. Başlıca çavdar, buğday, mısır, burçak, keten, şeker pancarı yetiştirilir. Bunun dışında sebzecilik ve meyvecilik de gelişmiştir. Koca ve küçük baş hayvancılık ülkenin ihtiyacını karşılamaya kafi gelmektedir. Kısacası Tataristan'ın ekonomisi Sovyet standartlarında çok gelişmiştir. Ancak koloni statüsüne sahip olduğundan cumhuriyette üretilenlerin ekserisi merkeze devredii-mektedr. Başka bir ifadeyle cumhuriyetin yerli halkı kendi ürettiği zenginliklerden yararlanamamaktadır. Çünkü Tataristan'daki iktisadî kuruluşlar 3 grupta mütalâa edilirler. Birinci ve ikinci kategoridekiler SSCB'e merkez hükümeti ile RSFSC hükümetine bağlı olanlardır ki, bunlar ekseriyeti teşkil ederler. Ancak çok kısıtlı bir bölüm Tatar cumhuriyetinin kendine bağlıdır. Dolayısıyla de petrol, doğal gaz gibi yeraltı zenginlikleri, kimya ve makina gibi mühim sanayii kollan doğrudan doğruya Moskova'ya bağlanmıştır. Neticede bunlardan elde edilen gelirin % 11 dahi Tataristan hükümetine kalmamaktadır. Mesela, Tüben Kama petro-kimya endüstrisinin 1989 yılındaki net kazancı 137 milyon ruble olmuşsa da, bunun % 1'den az bir meblağı yerel hükümete kalmıştır. Başkurt MSSC: Bu cumhuriyette de Tataristan'daki kadar olmamakla beraber zengin petrol ve tabiî gaz yatakları mevcuttur. Yılda takriben 30-40 milyon ton petrol, 3,5 milyar m3 doğal gaz elde edilir. Tuymasi-Ufa, Omsk, İşimbay-Ufa ve Tuymasi-Şkapova-Salavat arasında petrol hattı mevcuttur. Rafineriler ve petro-kimya fabrikaları Başkurdistan'ın esas ekonomik zenginliklerini teşkil ederler. Bunun dışında ülkede kömür, bakır, boroksit, altın* manganez ve krom ocakları mevcuttur. Köy ekonomisi hayli gelişmiştir. Başlıca buğday, çavdar, darı, baklagiller yulaf, patates ve sebze yetiştirilir. Çuvaş MSSC: Ülkenin ancak yansı tarıma elverişli olup, buğday, çavdar, patates, şekerpancarı, baklagiller ve şerbetçi otu yetiştirilir. Burada ayrıca büyük baş hayvan, domuz, koyun ve keçi beslenir. Çeboksan, Atatır, Şumerliya, Kanasa, Ur-manaş gibi merkezlerde et kombinaları sütlü gıda imalathaneleri bulunmaktadır. Ayrıca makina, elektronik kimya endüstrileri de mevcuttur.

96

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Çuvaşıstan ekonomik yönden Tatar ve Başkurt cumhuriyetleri kadar mühim değtkfcr. Yukanda da görüleceği üzere daha ziyade gıda endüstrisi gelişmiştir. Görüleceği dzere takriben 9 milyon Türk asıllının yaşadığı Idil-Ural bölgesi SSCB'nin çokmühtrn ve zengin ekonomik merkezlerinden birini teşkil eder. Şayet bu yörenin yerfc Türk halkının bu ekonomik zenginlikte tasarruf hakkı olsaydı gelirleri Arap ütketertnın en zengin devletlerini fersah fersah geçmiş olurdu. Ktueey Kafkasya va Kafkasya-Ötesi Bölgeleri: 8u ekonomik bölgelerde tab» M, en mühim topluluğu Azeriler teşkil etmektedir. Kuzey Kafkasya ekonomik bölgesindeki Kumuk, Karaçay, Balkar, Nogay gibi Türk topluluklarının hem sayıca az olmaları hem de onların Rus ve dfğer Kafkasya halk-tanyta gtnft bir şekilde iç cçe yaşamaları sebebiyle ekonomik potansiyelleri hakkında btr tahlilde bufcjnmak hayft zordur. Dolayısıyla hem demografi, hem de ekonomi yönünden daha büyük ehemmiyete haiz olan Azerbaycan SSC'nin incelemek uygun olacak. Azerbaycan SSC: Burada yeraltı zenginliklerinden petrol ve doğal gaz en mühim yeri almaktadır. Bugön dahi petrol denilince Baku akla gelmekle birlikte Azerbaycan'da üretilen petrolün m&tarı Sovyet genel istfosafi içinde ehemmiyetsiz denilecek bir dereceye düşmüştür. Gene de yılda 12 milyon ton petrol çıkarılmakta olup. bunun 10 milyonu *off shore* tabir edilen Hazar Deniz?nde açılan kuyulardan elde edilmektedir. Bu durumda Sovyet genelinde üretilen petrolün ancak % 2' sinm Azerbaycan'da ekle edüdiği anlaşılmaktadır. Bunun dışında demir, bakır, kf> kürtkurşun. çinko, kobalt ve tuz yataktan mevcuttur. Mingeçevir ve Vardanis termo etektrtfc santrafler* Kafkasya üresinin en büyük santralleridir, ülkenin esas endüstrisin* Baku ve çevresine yerleşmiş olan pelro-krrnya sanayii teşkil eder Bunun dîştnda çelik, alffninyüm, makina inşaa, gemi inşaa, lastik, tekstil, konserve endüstrileri mevcuttur. Ayrıca halıofck da mühim bir iş alanıdır. Tanmtn % 651 strfama 3e yatmakta olup. Kura havzasında pamuk üretilir. Azerbaycan pamuk üretertmde Sovyetler Birliği'nde 4. sırayı adr1. Tütüncülük ve ipekçilik gelişmiş okip, buğday, çavdar, mis»- ve pirinç yetiştirilir. Hayvancılık da gelişmiş olup, sut ve sütlü gıdater köy ekonomisinin mühim ürürferîdfr. " Örtü Asya Bölgesi: Orta Asya ekonomik bölgesindeki Özbekistan, Kırgızistan; Tacikistan ve Türkmenistan Sovyet cumhuriyetleri takriben 13 milyon km2 İlk bir atam kaplamakta olup, değişken coğrafî bir Mm yapısı gösterirler. Doğusunda Çîn(.Doğu Türkistan) güneyinde Afganistan ve Iran, batısında Hazar Denizi ve kuzeyinde Rusya'nın Avrupa bölümü w Kazakistan bulunan Sovyet Orta Asyası çok sert bir yerel yapıya sahiptir. Çoğunluğu çıplak veya otlarla kaptı bozkırlar, yüksek yaylalar, dağ silsileleri ve çöllerle kaplıdır. Yükseklikler kuzey ve Hazar'ın doğusundaki yerlerde deniz seviyesi altına düşerken bazı bölgelerde dünyanın en yüksek dağları mevcuttur. İklimi genelde kurak diyebiliriz. Özbek SSC: Özbekistan'da endüstriden ziyade köy ekonomisi, gelişmiştir. Köy ekonomisinin % 75'ini de tarım ve pamukçuluk teşkil eder. SSCB'nde yetiştirilen

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPİ

97

pamuğun 2/3 si Özbekistan menşelidir. Son yıllardaki istihsal 8 milyon tona ulaşmıştır. Pamuğun yetiştirildiği ana bölge ise Fergana vadisidir. Lenin, çarların Orta Asya'da uyguladıkları ekonomi politikasını tenkit ederek 'Çarlar burayı pamukla Rusya'ya bağımlı hale getirdiler*' diye suçladıysa da Moskova aynı politikayı sürdürdü. Pamuk üretimi tahıl üretimi aleyhine geliştirildi. Beyaz altın diye de adlandırılan pamuğun 1 tonundan 3 bin metre pamuktu kumaş, 100 litre yağ, 250 kg hayvan yemi vb değişik mahsûller elde edildiğinden pamuk çok mühim sinaî bir hammaddedir. Dolayısıyla da pamuk ekim alanları her geçen yıl arttırılmıştır. Mesela, 1813 yılında Özbekistan'da 423.500 hektarlık alanda pamuk yetiştirilirken 1978'de bu 1.824.000 hektara yükselmiştir. Özbekistan'da pamuğun dışında en mühim tarım ürünü pirinçtir. Pirinç üretimi genel Sovyet üretiminin takriben % 50'sini karşılamaktadır. Bunun dışında sebze, mısır, tütün ve değişik meyvalar yetiştirilir. Ekim genelde sunî sulamayla yapılmakta olup 3 milyon 500 bin hektar sulanmaktadır. Fergana ve Zerefşan vadilerinde yetiştirilen ipek genel sovyet istihsalinin % 50'sini teşkil eder. Tarımın dışında besiciliğe de büyük ehemmiyet veriljrV 10 milyona ulaşan koyun sayısının 5 milyondan fazlasını meşhur Karakul koyunları teşkil eder. Bunun dışında sığır gibi büyük baş, keçi ve domuz gibi küçük baş hayvanlar yetiştirilir, Özbekistan yeraltı zenginlikleri yönünden de mühim bîr ülkedir. Gazlı, Carkak, Mubarak'ta doğal gaz, Fergana vadisi ve Aşağı Surhandar'da petrol, Angaran'da kömür, Almalık ve Koytaş'ta bakır, çinko, kurşun, molibden ve Muruntav'da bol miktarda altın çıkarılmaktadır. Tahminlere göre yılda 80 ton kadar altın elde edilmekte olup, bu miktar dünyadaki büyük altın ocaklarının istihsalinden daha fazladır. Üçkuduk'ta ise stratejik madde uranytfl» çtkanlmaktadır. Bu ocaklarda ise mahkûmlar teJaralmaktactor. Özbekistanin Sırderya, Çırçık, Zerefşan gibi şehirlerinde hldro elektrik santralleri mevcuttur. Olkenin en gelişmiş sanayisini traktör; tarım ve pamuk toplama makinalan, motor, doğal gaz ve petrol aletleri fabrikaları teşkil eder. Görüleceği üzere endüstri de tarıma yöneliktir. Bu fabrikalar Taşkent Çırçık, Endican, Semerkand, Kattakurgan gibi şehirlerde bulunmaktadır. Kırgız SSC: Kırgızistan Cumhuriyetinin % 50'sinden fazlası 1000-3000 metre ve % 25'si ise 3000-4000 ^yükseklikte bir alana yerleşmiştir. Fergana vadisi Tanrı ve Altay sıradağları Kırgızistan'ın coğrafî konumunu belirler-yüksek dağlardan çıkan nehirler düzensiz ve hızlı akıntılı olduğu için elektrik enerjisi elde etmeye yararlar. Kırgızistan'dan elde edilen 165 kilovat saat enerjinin büyük bk kısmı Kazakistan, Tacikistan ve Özbekistan'a nakleder, funyadaki ikinci büyük krater gölü Issık Qöl (6202 km2) büyük bir su rezervuardır. Yerleşmeye en müsait bölge Fergana vadisi olup halkırt4 ^"Sİhden fazlası burada bulunur. Kırgızistan'ın kayda değer ağır san^ii yoktur.'Köy ekonomisi esas geçim kaynağını teşkil eder. Başlıca besicilikyapftr. 10 milyon civarında koyun, keçî, domuz gflal küçük baş hayvanlar vartfcr.Târim ise kayda değecek miktarda değitrjr. Kuzey ve güney-batıda Fergana vadisinde civa, antimon, kömür, ipetrol ve çinko, Issık Göl civarınd&ise kükürt çıkardır^.Konservecîyk hayü gelişmiş olup. üretimde Sovyet genelinde 4. sırayı alır.

Türkmen SSC: Burada da ekonomi başlıca köy ekonomisine dayar». Ülkenin

9*

TÜRK DÜNYASI EL KİTABİ

4/5'ünü Karakum Çölü (350.000 km2) kapladığından yerleşim alanları kısıtlıdır. Türkmenlerin su ihtiyacı başlıca 900 km uzunluğundaki Karakum (Türkmen) kanalından temin edilir. Tarım da başlıca sulama ile yapılır. Ekili yerlerin 9/10 'u sulamadan yararlanır. Köy ekonomisinde pamukçuluk mühim yer tutar. Murgap, Tecen ve Kopet dağının eteklerinde pamuk, Çarcuy'da kavun-karpuz yetiştirilir, Aşkabad, Göktepe ve Merv'de üzüm bağlan bulunur. Besicilik de mühim yer alır. Burada 5 milyonun üzerinde Karakul koyunları yetiştirilir. Yeraltı zenginlikleri yönünden de oldukça mühim bir bölgedir. Çeleken yarımadasında Nebit dağı, Kumdağı ve Okarem de mühim miktarda petrol çıkarılır. Yıllık üretim 15 milyon tonu geçmiştir. Aynı bölgelerde ve Karakum'da doğal gaz da çıkmaktadır. Bu doğal gaz Buhara ve ürat'a sevk edilir. Petrolün dışında kükürt, Kurşun, kalyum, biz, iyot gibi madenler elde edilir. Türkmenistan'da başlıca tekstil endüstrisi gelişmiş olup, Aşkabad, Merv, Çar-cuy, Taşauz gibi yerlerde fabrikalar mevcuttur. Bu fabrikalarda başta pamuklu olmak özere yünlü ve ipekli kumaşlar dokunur. Bunun dışındaki endüstri kayda değer değildir. Kazakistan Bölgesi: Kazak SSC: Kazakistan SSCB'nde RSFSC'den sonra en büyük yüzölçümüne sahip bir ülkedir ( 2.653.300 km2 ). Arazisi genellikle arızasız bozkırlardan ibaret olup, ancak güney ve güney doğusu dağlıktır. İklim kuraktır. Sovyetler Birliği'nin belli başlı nehirleri olan İrtiş, Obi buradan geçer. Ülkenin en büyük gölü Aral olup, son 10 yılda büyük bir ekolojik felakete uğramış» suyu oldukça azalmıştır. Bu durum ise komşu ülkeleri .sulamak'için açılan su kanalları neticesinde meydana gelmiş ve dünyada misli görülmeyen bir tabii felaket insan eliyle meydana getirilmiştir. Büyük protestolara yol açmasına rağmen Aral'ın eski haline döndürmek için şimdiye kadar hiçbir ciddi tedbir alınmamıştır. Kazakistan tarım ve hayvancılık ülkesidir. 1954 yılında 100 binlerin çalışırılması neticesinde Kazakistan'a 25 mayon hektarlık ekim alanı kazandırılmıştır. SSCB'de tarım istihsalinde 3. sırayı alan Kazakistan'da başlıca buğday yetiştirilmektedir. Ancak bu üretimde de bîr düşüş gözlenmektedr. 1982'de tahıl üretimi 11.300.000 tona düşmüştür. Kazakistan'da 500 kadar kolhoz, 1500 'den fazla sovhoz bulunmakta olup, 3& milyon küçük hayvan 10 milyona yakın da büyük baş hayvan beslenir. Bunun 1 milyondan fazlasını at teşkil eder. Kazakistan yeraltı zenginlikleri yönünden de mühim bir ülke olup, Karaganda bölgesinde zengin kömür yatakları (rezerv 50 milyar ton tahmin ediliyor), kuzeyde Ural-Enbağ havzasında petrole rastlanmaktadır. Bunun dışında Kazakistan'da çıkarılan bakır, kurşun ve çinko SSCB'nin ihtiyacının % 50'sinden fazlasını karşılamaktadır. Bunların dışında dmûrt manganez, kalay, volfram, molibden, antimon gibi madenler kayda değer. Endüstrisi fazla gelişmemiş olmakla birlikte en mühim merkez olarak maden ocaktan, makina inşaa, tekstil ve gıda sanayiinin bulunduğu Karaganda göze çarpmaktadır. Büyük çapta olmamakla birlikte

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

99

demir-çelik fabrikaları, kimya endüstrisi, bakır ve demir döküm ateiyeleri sayılabilir.

Batı Sibirya, Doğu Sibirya ve Uzak Doğu Bölgesi: Yerleşime pek müsait olmayan bu bölge yeraltı zenginlikleri bakımından SSCB'nin belki de en mühim kısmini teşkil eder. Urai dağlarının doğusunda Tobof, İrtiş, İşim, Obi, Yenisey, Lena gibi SSCB'ni baştan başa geçen mühim ırmaklar bulunur. Sibirya'nın Altay-Sayan dağlık bögesinde Ob, Abakan ve Yenisey kaynak ve havzalarında muhtelif Türk boylan yaşar. Dolayısıyla da buradaki Türkler'e genel olarak Sibirya Türkleri veya Altay Türkleri de denilmektedir. Burada da Türklerin Yakut, Tuva adlı muhtar cumhuriyetleri, Hakas Muhtar ve Gorno Altay. Muhtar Oblastları adlı idarî bölgeleri mevcuttur. Yakut MSSC: SSCB'nin en büyük muhtar cumhuriyeti olan Yakutistan'da (3.103.000 km2). Anabar, Olenek, Lena, Yana, Indigirka ve Kolumna nehirleri bulunur. Ülkenin % 20'sinden fazla bir bölümü kuzey kutbunda ve 2/3 si dağlarla kaplıdır. Kış 180 ila 220 gün arasında sürer. Ocak ayı ortalaması ise (- 34° )-(-45° ) arasındadır. Ülkenin 4/5'i kutup bölgesine has iğne yapraklı ağaçlarla kaplıdır. Genellikle balıkçılık yapılır. Kürk hayvanları avlanır. Bunun dışında soğuğa dayanıklı Ren geyikleri ve at yetiştirilir. Yeraltı zenginlikleri yönünden çok mühim bir bölgedir. Aldan, Indigirka ve Kolumna'da bol miktarda altın» Vilcuc ve Olenek'te elmas bulunur. Bunun dışında kurşun, çinko, volfram ve molibden de elde edilir. Çok zengin kömür rezervlerinin bulunduğu tahmin edilmektedir. Tuva MSSC: Yenisey'in aşağı mecrasında Çin'e komşu Tuva'nın yüzölçümü 170.500 km2 dir. İklimi çok sert olup, karasaldır. Ülkenin yansı ormanlarla kaplıdır. Geçim köy ekonomisine dayanır. Başlıca besicilik yapılır. Koyun, Sığır, domuz, at ve deve, yak ve ren geyiği beslenir. Vahşi kürk hayvanları avlanır. Ağaç, deri ve gıda sanayileri mevcuttur. Maden olarak ise kömür mühim bir yer alır. Diğer bölgeler ise nüfusları gayet az olup, fazla bir ekonomik performans göstermezler. Bunun dışında Türklerin yoğun bulunduğu Batı Sibirya'da Tümen havzasında Sovyetler Birliği'nin en zengin petrol yatakları bulunmakta oiup,son zamanlarda Sovyet istihsalinin 3WV bu bölgeden temin edilmektedir. Sibirya bölgesinde zengin kömür yatakları ve diğer madenlerin bulunduğu da bilinmektedir- Sibirya'dan (Tümen) doğal gaz getirmek icat boru hatlarının döşenmesine başlanmış olup bu proje tamamlanmak üzeredir. Bunun dışında BAM adı verilen yeni tren hattı ile Sibirya'nın zenginlikleri merkeze sevk edilmeye çalışılmaktadır. Gelecekle çok daha büyük istikbal vadeden bu bölgeye yatırımlar sürmektedir. Kısacası Türkler'in yaşadığı hemen her bölgede zengin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri bulunmaktadır. Ancak her türlü zenginlik merkezin yönetimi ve kontrolünde olduğu için yerli halka bu zenginliklerden fazla pay düşmemektedir. Son yıllarda bu konuta* huzursuzluklara yol açmış ve ülkenin ekonomisini liberalleştirme sürecinde bir takım çüzümJer aranmaya başlanmıştır. Ancak bunun neticesinin ne şekil alacağını şimdiden kestirmek mümkün değildir. Şincang-Uygur Muhtar Bölgesi: Çin Halk Cumhuriyeti'nin batısında Türk asıllı Uygur ve Kazakların yoğun olduğu bu bölgenin (Doğu Türkistan) yüzölümü 1.710.000 km2 olup, Çin'in toplam yüzölçümünün 1/BVıi teşkil eder. Doğudan batıya uzanan Tanrı dağları bu ülkeyi ku-

100

TÜRK DÜNYASİ EL KİTABI

zeydeki ufak Çungarya ve güneydeki büyük Kaşgarya'ya böler. Ülkenin kuzeyinde büyük Takiamakan çölü bulunur. İklimi sert ve karasaldır. Halkının % 70'i köy ekonomisinden geçimini temin eder. Halkın % 90*ı Hami, Urumçi, Korla, Aksu, Kaşgar, Hotan.Turfan gibi sulak bölgelerde yerleşmiştir. Buralarda bağcılık, meyvecilik ve ekincilik yapılır. Ülkede 30 milyon civarında küçük ve büyük baş hayvan beslenmekledir. Doğu Türkistan'da zengin petrol kömür, volfram, molibden, manganez, uranyum, nikel ve altın yatakları bulunmaktadır. Yılda 10 milyon ton üzerinde ham petrol elde edilir. Petrol yatakları Karamay adlı bölgede bulunmaktadır. Buna rağmen ekonomik hayat fazla gelişmemiş olup, hayat seviyesi oldukça düşüktür. Yukarıda belirtilen Türk bölgelerinin dışında başta Iran olmak üzere Afganistan, Irak ve Bulgaristan'da yoğun Türk toplulukları mevcuttur. Ancak bunların hiçbirinin kendi adlarını taşıyan idari bölgeleri yoktur. Dolayısıyla hukukî statü yönünden bulunduktan yörelerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinden bir pay alma imkânları bulunmamaktadır. Meselâ, dünyanın en zengin petrol ülkelerinden biri olan Iran İslam Cumhuriyeti'nde başta Azeriler olarak diğer Türk boyları ile birlikte 20 milyon gibi büyük bîr rakama ulaşmalarına rağmen millî kültürel faaliyetler için dahi merkezden pay aîamamaktadirlar. SSCB, ÇHC'ndekt Türk soylular kendi yörelerindeki zenginliklerden kendilerine ayrılan malî payın artırılmasını talep ederken İran ve başka ülkelerdeki Türkler dez-organizasyon tür halde bulunduklarından ve hükümetlerince kendilerine muhtariyet hakkı tanınmadığından bu nevi taleplerde bulunamamaktadırlar. Diğer yönden ise hür ülkelere çatışmak maksadı üe giden T. C vatandaşları ise o ülkelerin vatandaşları oîmadîkîan ve tarihî herhangi bir hakları olmadığı halde Türkiye'ye yolladıkları dövizlerle büyük katkıda bulunmaktadırlar. Başka bir ifade ile bu ülkeler Türkler 'm yurt dışına döviz yollamasını engellemektedir,. Totaliter rejimlerde yaşayan Türk soylular ise, ki bunların hepsi kendi tarih? topraklarında yaşarlar. Kendi yörelerindeki ekonomik faaliyetler ve şahsi katkıları neticesinde elde edilen gelirden dahi adil bir pay alamamaktadırlar. Özetlersek Türkiye'nin dışındaki Türk bölgelerinde zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına rastlamaktayız. Ekonomik bölgelere ve Türklerin yoğunluğuna göre incelediğimizde tek bir petrol üretimini göz önünde tuttuğumuzda msl. Idil.Ufal'da 100 milyon ton,'Kafkasya'da 12 milyon ton, Orta Asya'da 15-milyon ton Doğu Törkistan'da 10 milyon ton üretim yapıldığı anlaşılır. Ancak bu petrolün üretiminden elde edilen kârın çok büyük oran Moskova ve Pekin'e akar, yerli halka ya hiç pay verilmez, verildiği takdirde de bu ehemmiyet arzedecek bir miktarı teşkil etmez. Zaten SSCB'nin yeraltı kaynaklan incelendiğinde esas Rus topraklarının bu yönden çok fakir olduğu anlaşılır. Şayet bu zengin bölgelerde yaşayan çeşitli Türk boylan kendi topraklarında elde edilen madenlerden vb. adil bir pay alabilseler, bu onların hayat standartlarım , kültür ve eğitim seviyelerini yükseltmeye hizmet ederdi.

DEMOGRAFİK VE EKONOMİK YAPI

BİBLİYOGRAFYA E. Alptekin, Uygur Türkleri, İstanbul 1978 Atlas SSSR Moskova 1983 N. Devlet Çağdaş Türk Dünyası İstanbul 1989 B. Hayit Türkistan İm Jahrhundart Darmstadt 1956 F. Kazak Ostturklstan zvvlschen dan Grossmaechten, Berlin 1937 N. Lubin, Labour and NationalKy İn Savlet Central Asla, Hong Kong 1984 Narodnoe Hozyaysvo Baskirskoy ASSRf 1917-1967) Ufa 1967 Narodnoe Hozyaystvo SSSR 1922-1982 Moskova 1982 E. Taysın, Tataratan ASSR Geograflyasi, 8. bsk., Kazan 1981. S.A. Tokarev, Etnografiya Narodov SSSR, Moskova ,1958. Tschıraraschen, Brockhaus, XIX, VViesbaden 1974

TÜRK TARİHİ —i--------1________________________________________________103

İkinci Bölüm

Türk Tarihi

TÜRK TARİHİ

Giriş -

ibrahim KAFESOĞLU

Türk | Adı, Türk Soyu, Türklerin Anayurdu ve Yayılmaları: En eski ve köklü kavimlerden biri olan Türkler aşağı yukarı 4 bin yrtlık mazileri boyunca.Asya, Avrupa ve Afrika kıt'alarına yayılmış bir millettir. Orta Asya'daki Anayurttan etrafa yaptıkları sürekli göç hareketleri Türkter'in aynı zamand^ nüfusça kalabalık olduğunu da gösterir. Türkler bu nüfus çokluğu ve faal durumları dolayısıyla dünya tarihinde mühim rol oynamışlardır. Türk tarihini değerlendirirken onu hem zaman, hem coğrafî bakımdan diğer toplulukların tarihinden ayıran şu noktalar göz önünde tutulmak gerekir: a) Bütün diğer milletlerin, fertleri toplu olarak bir arada bulunduğu için, herhangi bir zamandaki durumunu açıkça tesbit ve tetkik etmek mümkün olduğu halde, Türkler dağınık şekilde yaşamaları sebebi ile birbirinden farklı gelişme yolları takip ettiklerinden Türk tarihini belirli bir zaman kesiminde bütün hâlinde değerlendirmek kolay olmamaktadır. b) Tarihleri sınırı belli bîr coğrafî çevre içinde cereyan eden bütün diğer milletlerin yayılmaları da değişmeyen vatan toprakları civarında vukua gelirken, çeşitli Türk kütleleri asırlarca yeni iklimler, yeni yurtlar arayarak, tarihlerini çeşitti bölgelerde yapmışlardır. Bu itibarla mazinin herhangi bir devresinde ayn yerlerde başka başka Türk top luluk, idare ve devletlerini müşahede etmek mümkün olduğundan, Türk tarihi deni lince, tek bir topluluğun belirti bir mahalde tarihi değü, fakat Türk adını taşıyan ve ya hususî adlarla anılan Türk zümrelerinin -çeşitli bölgelerde ortaya koyduğu "tarihlerin bütünü anlaşılmalıdır. tfS^Jaft Bu bölünme keyfiyeti Türk kütlelerini siyasî, içtimaî kültürel yönlerden

birbirle-

106

TÜRK TARİHİ

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

rinden ayrılması neticesini vermiştir. Bir kısım Türkler "Bozkır Kültürü"nde yaşarken, diğer bir kısmının yerleşik hayata bağlanması, bir bölgede siyâsî nüfuzunu kaybetmiş, fakat diğer bölgelerde iktidarın zirvesine ulaşmış Türk kütlelerinin aynı zamanda mevcut olması ve Türk tarihinin eski, yeni birçok milletlerin tarihi ile bir arada hattâ iç-içe gelişmesi bundan ileri gelmektedir. Geniş Türk tarihinin ilmî yollardan araştırılıp İncelenmesini fevkalâde güçleştiren bu hâdiseyi bir bakıma, Türk Milleti'nin dünya tarihinde derin iz bırakan kudret ve faaliyeti ile izah etmek mümkündür. 1- "Türk" Adı: Türkler'in kadîm bir millet oluşu araştırıcıları Türk adını en eski tarih kaynaklarında aramağa sevketmiştir. Geçen asırdan beri birçok bilgin tarafından ileri sürülen görüşlere göre, Heredotos'un doğu kavimleri arasında zikrettiği Targitalar, veya iskit" topraklarında oturdukları söylenen Tyrkae* (Yurkae) veya Tevrat'ta adları geçen Togharmalar, veya eski Hind kaynaklarında tesadüf edilen Turukha (veya Turuşka)'lar, veya Thraklar, veya eski ön Asya çivi yazılı metinlerde görülen Turukkular, veya Çin kaynaklarında M.Ö..1. bin içinde rol oynadıkları belirtilen Tik (veya Di)'ler ve hattâ Troialılar vb. bizzat Türk" adını taşıyan Türk kavimleri olmalıdır. İslâm kaynaklarında teferruatlı şekilde nakledilen Iran menşeli Zend-Avesta rivayetleri ile, israil menşefî Tevrat rivayetlerinde de Türk " adı aranmış Nuh'un torunu (Yâfes'in oğlu) Türk'de, veya Iran rivayetindeki Feridun (Thraetao-na)'un oğlu Tûrac veya Tür (Turan, buradan geliyor)'da Türk adını taşıyan ilk kavim gösterilmek istenmiştir. Türk kavmi uzun'bir maziye sahip bulunmakla, hattâ M.Ö. 6 asırdaki Iran-Tûran mücadelelerine ait hâtıralarda zikredilen Afrasyab (Tunga Alp Er) aslında bir Türk başbuğu olmakla beraber, son arkeolojik araştırmalar ve kültür tarihi tetkikleriyle elde edilen neticelere aykırı düşen yukarıdaki faraziyelerin linguistique bakımından da doğruluğu tespit edilememiştir. Bu kelimelere göre, Türk adının M.Ö. asırlarda dahi bugünkü telâffuzu ile, yâni tek heceli olarak söylenmiş olması gerekirdi. Halbuki adın tek heceli duruma göre Gök-türk çağında (M.S. 6-8, asır) geçmekte bulunduğunu Orhun kitabeleri göstermektedir. Bu kitabelerde ad "Türk", fakat daha çok Türük" şeklinde kaydedilmiştir. Nitekim adın Çince transkripsiyonu da İki hecelidir (T'uküe). Son araştırmalarda Türk* kelftftesi-nin 6-8. asırlarda hem tek, hem çtfft heceli olarak telâffuz edBdiği, 4-5. asırlardan önce yalnız çift heceli Söylendiği, daha eskiden ise Törük" şeklinde olabileceği belirtilmiştik Jr ■■iki V£

^Wi

TQrk adına -gerek kaynaklarda, gerek araştırmalarda türlü mânalar verilmiştir: Tu-küe (Türk)= miğfer (Çin kaynakları); (Türk) = terk edilmiş (islâm kaynaklah$T"ürk =olgunluk çağı; Takye= deniz kıyısında oturan adam, cezb etmek vb. gibi mânalar ve tefsirler. Geçen asırda A. Vâmbery'nin ilmî izaha doğru ilk adım kabul edilen fikrine göre, Türk* kelimesi türemek" den çıkmıştır. Z. Gökaip adı türel? (kanun ve nizâm sahibi) diye açıklamıştır. W. Barthold'un düşüncesi de buna yakındır. Fakat Türk "sözünün cins ismi olarak "güç-kuvvet" (sıfat hâli ile: güçlü-kuvvetli) mânasında olduğu bir Türkçe vesikadan anlaşılmıştır. Buradaki Türk1 kelimesinin millet adı olan Türk" sözü ile aynı olduğu A.V.Le Coq tarafından Heri sürütmüş ve bu, Gök-Türk kitabelerinin çözücüsü V.*Thomsen tarafından da kabul edilmiş (1922), daha sonra aynı husus Nemeth'in tetkikleri ile tamamen isbat edilmiştir,

107

Cins ismi olarak çok eskiden beri Türkçe'de mevcut olması gereken Türk" kelimesinin "Altaylı" (Ceyhun ötesi Turanlı) kavimleri ifade etmek üzere 420 tarihli bir Pers metninde, daha sonra, yine cins ismi olarak 515 yılı hâdiseleri dolay isiyle "türk-Hun" (kudretli Hun) tâbirinde zikredildiği bildirilmektedir. Fakat Türk" kelimesini Türk Devleti'nin resmî adı olarak ilk kullanan siyâsî teşekkül Gök-Türk imparatorluğudur. Bütün bunlar, Türk' adının aslında belirli bir topluluğa mahsus "ethnique" bir isim olmayıp, siyâsî bîr ad olduğunu ortaya koymaktadır. Gök-Türk Hakanlığı'nın kuruluşundan itibaren önce bu devletin, daha sonra bu imparatorluğa bağlı, kendi hususî adları ile de anılan, diğer Türkler'in ortak adı olmuş ve zamanla Türk soyuna mensup bütün toplulukları ifade etmek Özere millî ad payesine yükselmiştir. Böylece Türk adı Bizans kaynaklan arasında tik defa, GökTürkler münasebeti ile Agathias (ölm. 582)'in eserinde, Arapça yazılmış eserlerden, yine ilk defa Câhiliyye devri şâiri Al-Nâbiga al-Zubyâni (ö!m. m. 600'e doğru) nin Di-van'ında ve 11-12. asır Rus yıllıklarında zikredilmiştir. Coğrafî ad olarak Turkhia (=Türkiye) tâbirine ilk defa Bizans kaynaklarında tesadüf edilmektedir. VI. asırda bu tâbir Orta Asya için kullanılıyordu. (Menandros). 9.-10. asırlarda Volga'dan Orta Avrupa'ya kadar olan sahaya bu ad verilmekte idi (Doğu Türkiye = Hazarların ülkesi, Batı Türkiye- Macar ülkesi). 13. asırda Kölemen devleti zamanında Mısır ve Suriye'ye Türkiye* deniliyordu. Anadolu ise 12. asırdan itibaren Türkiye" olarak tanınmıştır. 2- Türk Soyu: Tarihte Türk ırkı hakkında yapılan tasvirler oldukça karışıktır. Gerek Çin yıllıklarında, gerek Lâtin ve Grek kaynaklarında Türkler daha çok Moğol tipinde tasvir edilmişlerdir. Eski çağlarda Türkler'in "mongoloid" gösterilmeleri, o zamanın Türk devletlerinde Moğol unsurunun çokluğu ile açıklanabilir Türkler'in tarih boyunca en sıkı temasları, yakın komşuları olan Moğollar'la olmuş, kalabalık Moğol kütleleri Türk idaresine alınmış (Asya Hunlan'nda, Tabgaçlar'da olduğu gi bi) ve onbinlerce Moğol, Türklerle birlikte uzun göçlere katılmıştır (Batı Htfftfan'nda olduğu gibi). Ayrreâ'sfltf temasların mümkün kıldığı bazı ırW ihtilâflarda düşünülür se, yabancıların dıştan ttıtişahadelerîne hayret etmemek gerekecektir. Aslında sön yarım asır içinde yapften flrrS araştırmalar TOriderin beyaz ırka mensup bulunduk larını ortaya koymuş ve yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grupundan *Europkf adı verilen grubun Turanid" tipine bağlı olan Türklerin kendilerini başta "Mongoloid" Moğollar olmak üzöfe diğer topluluklardan ayıran antropolojik çizgilere sahip*ol dukları antaşrffaışflfc (hakim vaafi beyaz renk, döz burun, değirmi çehş, hafif dal galı saç, orta gürlükte sakal ve bıyık). Ayrıca, bilindiği üzere Tevrat'ta nakledilen eski ananelerde ve Türk soyu (Hâm ve Şam'dan değil, Yafes'den türemiş olarak) beyaz ırktan gösterilmiştir, turan tipine örnek olan Orta Asya, Mâveraünnehir ve diğer Yakın-Doğu Türkleri beyaz tenli koyu pprlak gözlü, değirmi yüzlü ("ay yüzlü, badem gözlü"), endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadbları ile (Gök-Türk Prensi Kül Tegin'in büstü) Ortaçağ kaynaklarında güzelliğe misâl olarak gösterilmiş, hattâ Iran edebiyatında Türk* sözö "güzel insan" mânasında alınmıştır. 3- Türkler'in Anayurdu: Türkler'in göçlerden önce oturduğu topraklar mesele si geçen asırdan beri münakaşa edilen bîr mevzudur. Batılı bilginlerden çoğu me-

108

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

seleyi kendi meşgul oldukları Hım dalları bakımından ele aldıklarından bu hususta çeşitli neticelere varmışlardır. Tarihçiler, Çin kayıtlarına dayanarak, Altay dağlarını Türkler'in anayurdu kabul ederken (Kiaproth, 1824; Hammer, 1832; Schott, 1836; Castrân, 1856; Vâmbâry, 1885; Obertıummer, 1912), etnologlar iç Asyanın kuzey bölgelerini, antropologlar Kırgız Bozkırı- Tanrı dağlan arasını, san'at tarihçileri kuzey-batı Asya sahasını (Strzgovvsky, 1935) bazı kültür tarihçileri Altaylar- Kırgız bozkırları arasını (Menghin. Koppers 1937) veya Baykal Gölg'nün güney-batısını göstermişler; bazı dil araştırıcıları da Altaylar'ın veya Kingan silsilesinin doğu ve batısını (Radloff, 1891; Ramstedt, 1928) Türk anayurdu olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Bütün bunlara bakarak eski Türk yurdunun coğrafî sınırını çizebilmek az-çok mümkün olmakla beraber, belirli ve daha dar bir bölgenin tâyini müşkil görünmektedir. Bunun sebebi Türkler'in daha ilk zamanlardan itibaren geniş bir sahaya yayılmış bulunmaları ve kültürlerini uzaklara kadar götürmeleri olsa gerektir. Bununla beraber ciddi "dil1 araştırmaları bu sahanın Altay-Ural dağları arasına alınmasına, hattâ Hazar denizinin kuzey ve kuzey-doğu bozkırlarının Türk anayurdu olarak tesbitine imkân vermektedir. Çünkü M.û'll. bin ortalarına ait bazı dil yadigârlarının ortaya koyduğu gibi, Türkler'in etrafa yayılmalarından önce hem eski Ural'lı kavimlerle, hem de Hind-Avrupa dillerini konuşan Ârller'le temas edebilmeleri- Urallılar'ın bölgenin kuzey ve kuzey batısında, Ârîler'in de Mâveraünnehir'in güney sahasında yaşamaları dolayısıyle- ancak bu coğrafî kesimde mümkün olabilirdi. Orta Asya'da Kiselev ve Çernikov v.b. tarafından yapılan arkeoloji araştırmaları. M.ö. II. binden daha öncesi Türk yurdunu tesbitte mühim ip üçlün vermiştir. Kuzey Altaylar'ın hemen batısında (Minusinsk bölgesi) ortaya çıkarılan Afanasyevo (M.Ö. 2500-1700) ve Andronovo (M.Ö. 1700-1200) kültürlerinden bilhassa ikincisinin temsilcileri olan ırk,mongoloid olmayan, brakisefal, Savaşçı Türk ırkının proto tipi idî. 4- Türklerin Yayılmaları: Çok eski zamanlardan başlayan anayurttan ayrılma hareketleri fasılalarla binlerce yıl devam etmiştir. M.Ö. vukubulan büyük Türk göçlerinin tarihleri kesinlikle bilinmemekle beraber bazı tesbitler yapılabilmektedir. Meselâ yukarıda zikredilen Uraifı-Türk-Ârî komşuluğunun M.Ö. 1500'lerde olması muhtemeldir. M.û. 1500-1000 arasında bir kısım Türkler uzak-Doğuda yaşıyorlardı. Kuzey Çin'de ve bugünkü Moğolistan'da Türkler'in mevcudiyeti daha gerilere nâolitik çağa kadar takip edilebilmektedir. Türkler'in kollan olan Yakutlar ile Çuvaşların ana kütleden ayrılması ve Yâkutlar'ın doğu Sibirya'ya doğru yönelmeleri çok eski bir tarihte vukubulmuş olmalıdır; -ara dilleri "ana Türkçe1 den en ayrı düşen Türk kavimleri bunlardır ve bilhassa Yakutça bugün en çok değişen bir lehçedir. Diğer taraftan Türkler'den bir kısmının da M.Ö. 1300-1000 sıralarında Türkistan'da bulunduklarına dair işaretler vardır. VV.Eberhard'a göre, buraya dışarıdan gelen Hind Avrupalıların bölgeyi kendi hâkimiyetlerine geçirdikleri anlaşılmaktadır. Türkler'den bir kütlenin de batıya yönelerek Volga nehri etrafındaki düzlüklerde (M.Ö. Vl-lll. asırlar) 'İskitler* ile birlikte yaşadıkları tahmin' edilmektedir. Hindistan'ın In-dus-Pencâb havalisine doğru ilk Türk hareketi, bir tahmine göre M.Ö. t. bin başlarına tesadüf eder. Daha eski talihlerde Türkler'in Ihan yaylası üzerinden Mezopotamya'ya inmiş olmaları da muhtemeldir. Bunlar ilk "medeni" kavim sayılan Sümerler'dir ki, dilleri sâmî ve Hind-Avrupaî olmayıp, Türkçe'nin dahil bulunduğu

TÜRK TARİHİ

109

"bitişken" gruba mensuptur. Ancak Sümerler'in menşei meselesi halledilmemiş, daha doğrusu aslen Orta Asyalı ve muhtemelen Türk soyundan geldikleri ilim dünyasınca henüz kesinlikle kabul edilmemiştir. Miiâddan sonraki Türk göçlerine katılan boylar ve zamanları hakkında ise açık bilgilere sahip bulunuluyor: Hunlar Avrupa'ya (375 ve müteakip yıllarda) ve kuzey Hindistan'a (Ak-Hunlar); Oğuzlar, Orhun bölgesinden Seyhun nehri kenarlarına (X. asır) ve sonra, Mâveraünnehir üzerinden iran'a ve Anadolu'ya (Xl.asır); AvrupaHunları Orta Asya'dan Orta Avrupa'ya (IV. asır ortası); Bulgarlar İtil (Volga ) nehri kıyılarına ve Karadeniz kuzeyinde Balkanlar'a (641'i takip eden yıllarda); Macarlar'la birlikte bazı Türk boyları, Kafkasların kuzeyinden Orta Avrupa'ya (830 dan sonra); Sabarlar Aral'ın kuzeyinden Kafkaslar'a (5. asrın ikinci yan»; Peçenek, Kuman (Kıpçak) ve Uzlar (Oğuzlar'dan bir kol) Hazar Denizi kuzeyinden doğu Avrupa ve Balkanlar'a (9-11. asır); Uygurlar, Orhun, nehri bölgesinden iç Asya'ya (840'ı takip eden yıllarda) göç etmişlerdir. Bunlardan bilhassa Hun ve Oğuz göçleri, hem uzun mesafeler katetmek suretiyle yapılmış, hem de çok mühim tarihî neticeler vermiştir. Bu göçler yeni vatan kurma maksadını güden büyük çapta fütuhat olarak nitelendirilir. Tarihte Türk yayılmalarının diğer bir şekli de 'sızma' diyebileceğimiz yoldur ki, bazı kalabalık boylardan ayrılan grupların veya ailelerin veya sağlam yapılı gençlerin yabancı devletlerde hizmet almaları suretinde belirir. 8u şekilde dahi Türkler'in katıldıkları topluluklar içinde üstün bir kaabifıyet göstererek askerî kuvvetlere veya siyâsî hayata hakim oldukları hattâ bazen devlet kurdukları bilinmektedir (Mesalâ Mısır'da, Hindistan'da). Türklerin gerek fütuhat* gerek "sızma" vasfında olsun etrafa yayılmaları şüphesiz her zaman kolay cereyan etmiyor, bazan pek şiddetli çatışmalara sebep oluyor du ki, bu durum ağır darbelere maruz kalan yabancılar tarafından Türkler'in sevimsiz karşılanmalarına yol açıyordu. Aslında iyi, haksever ve âdü kısanlar olmalarına rağmen Türkler hakkında söylenen hayat mahsulü türlü ithamların sebebi de bu olmalıdır. Eski dünyanın üç büyük kıtasında görülen geniş Türk yayılmalarının pek ciddî sebeplere dayanması gerekir. Tarihte göçler mevzuunun araştırıcıları, an iptidaîsi dahil hiçbir kavmin kendiliğinden ve keyf için yer değiştirmediğim, oturulan topraktan ebediyen ayrılmanın bir insan için çok müşkül olduğunu ve göçlerin ancak bir takım zaruretler yüzünden vukua geldiğini göstermişlerdir. Tarihî kayrtiarda Törk göçlerinin de Bctisadî sıkıntı yâni Türk anayurt topraklarının geçim bakımından yetersiz kalması sebebi ile olduğu belirtilmiştir. Büyük ölçüde kuraklık (Meselâ Hun göçü), nüfus kalabalığı ve mer'a darlığı (Oğuz göçü), Türkler'* göçe mecbur etmiştir. Toprağın artan nüfusu besleyemez hale gelmesi yüzünden dar ziraat alanları dışında, ancak hayvan yetiştirebilen Türklerin tabiî bir hayat sürebilmek için çeşitli gıda maddeleri, giyim eşyası vb. gibi, başka iktisadî vasıtalara da ihtiyaçtan var İdi ki, bunlar, iklimi elverişli, tabiat servetleri zengin ve o çağlarda pei< az nüfuslu komşu ülkelerde mevcut idi. Türk tarihine dâir kayıtlarda göçlerin ve akınların başlıca sebebi olarak zikredilen bu hususi», yalnız Türkler'in başka memleketlere yönelmelerini değil, bazan iktisadî ve ticarî yönden nisbeten daha fazla imkânlara sahip diğer Türk topraklarına saidırmalanyla da neticelenmiştir. Böylece tarihî de-

110

TflPirnflMVACTM.lrtTAM

TÜRK TARİHİ

111

virlerde Türklerden bir kütie başka bir Törk zümresini yerinden çıkararak göçe mecbur etmiştir (Meselâ IX-Xi. asır göçleri). Gerek bu şekilde, gerek yabancı ağır dış baskıya maruz kaim (Meselâ X!. «sır Moğol K'i-tan hücumu) Türkler, tâbiiyeti kabul edip istiklâlden mahrum kalmaktansa memleketi terk etmeyi tercih ediyorlarCb. Yerleşik kavimler için gerçekleştirilemeyen bu durum, bozku* için mümkündü. Bununla beraber Türklerin birbiri arkasına çeşiffi yönlerde yayılmaları sağlayan başka âmiller de mevcuttur ki, bunlardan BM Türle mâneviyatınfrîeağtamlığıdtr. Zaruret neticesi de oisa, bilinmeyen ufuklara doğru akmak, herân karşılaşılması aşikâr tehlikeleri göğüslemeğe hazır bulunmak ve aralıksız bir ölüm-lcifım savaşı vasatında yaşamak, her mHtet için tabii sayılacak bir eforum değildir. Türkler'de aç* şekilde müşahede edilen ve oniann fsfîh boyunca hareketli bir topluluk hâlinde sürekliliğini mümkün kılan bu ruhî davranış başarılar arttıkça daha da kuvvetlenmiş, her askerî muvaffakiyet de yeni bir siyâsî hedefe yol açmış ve ülkeler zapt edildikçe yeni fetih arzuları kamçılamıştır. Bu durum Türkler'de, zamanla, dünyayı huzur ve sükuna kavuşturmayı gaye edinen bir fütuhat felsefesi ve her yerde âdil, insanları eşit sayan Türk töresini yürürlüğe koymak üzere bir cihan hâkimiyeti mefkuresi doğurmuşa benzemektedir (bk. aş. Kültür bölümü).

I. Asya Türk Devletleri İbrahim KAFESOĞLU

I.Hun İmparatorlukları Aslında çöl, ova, dağ değil yayla iklimine sahip bozkır halkı olan ve bozkırlarda teşekkül edip gelişen kültürün taşıyıcısı bulunan Türkler'in, yayılmaları esnasında, çoğunlukla bozkır coğrafî ve iktisadî şartlarının yer almadığı ve kültürlerinin yaşama imkânının zayıfladığı sınırlarda durakladıkları, ormanlık veya çok sıcak veya rutubetli bölgelere pek girmedikleri görülmektedir. Kendi hayat tarzlarına uymayan yabancı telâkkiler baskısının şiddetti olduğu bölgelere nüfuz etmiş Türk zümrelerinin ise, oralarda fazla barınamamaları ve çok kere varlıklarını kaybetmeleri dikkat çekicidir (Çin'de Tabgaçlar, Batı Avrupa'da Huniar, Balkanlarda Bulgarlar, Kuzey Hindistan'da çeşitti Türk devletleri vb. gibi). Bu Kibarla Türkler'in irili ufaklı siyâsî kuruluşlar meydana getirerek mevcudiyetlerini uzun müddet hissettirdikleri saha, kuzey Çin'den başlıyarak bütün Orta Asya'yı, İran'ı ve Anadolu'yu içine alacak şekilde Avrupa'da Tuna dirseğine kadar geniş bir kuşak halinde devam eder. Bugün bile Türk topluiuklan umumiyetle aynı Kuzey Çrn-Orta Avrupa kuşağı üzerinde yaşamaktadırlar. a- Asya Hunları Türk göçlerinin doğu yönünde devam ettiği asırlarda Çin'de kurulan Chou (Cav) devletinin (M.Ö, 1050-247) Türklerle alâkası üzerine dikkat çekilmiş, hükümdar sülâlesinde gök dini, güneş ve yıldızların kutlu sayılması gibi inançlarla, askerî kuvvette harp arabalarının bulunması ve devletin daha çok Türkierie meskûn bölgede (Şen-si, batı Şan^si, Kan-su) kurulmuş olması, çeşitli İlim dailanndan bazı bil-gtrrfeıi (F.Hirth, BrKarigren, E. Chavannes. -AC. Anderaon, RfWilhefe»i W, Eber-hard vb.) bu hanedanın aslenc Türk olabileceği veya daha ihtiyatlı Mr ifade ite devlette Türk unsurunun hâkim bulunduğu düşüncesine sevk etmiştir. Bununla be-

112

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

raber, Chou faraziyesi kesinlik kazanıncaya kadar Asya Türk tarihini Hunlar'la başlatmak yerinde olacaktır. Çin kaynaklarında Tûrkier'le birlikte Moğol, Tunguz soyundan bazı grupları da ifade etmek üzere "Kuzey .barbarları hanedanı1 mânasına olarak Hsiung-nu diye anılan bu kütlenin ırkî mensubiyeti hakkında şüpheyi davet edici görüşler ileri sürülmüştür. K. Shiratori onları önce Türk kabul etmiş, sonra da Moğol olduklarım söylemiştir. L Ügetî'ye göre Hsiung-nu'ların kimliğini tespit etmek müşkildir. A.v. Gabain Türk-Moğol karışımı olduktan fikrindedir. Her ne kadar, Hsiung-nu'ların büyük imparatorluğunda Türkler yanında Moğol, Tunguz vb. yabana kavimlerin de yer almaları tabii ise de, devleti kuran ve yürüten asıl unsurun Türk olduğuna dair inandırıcı deliller vardır. Bu devlette, aslında orman kavmi olan Moğol veya Tunguz değil, Türk bozkır kültürü hâkim bükmüyor, Gök Tann'ya inanılıyor (aslında totemci olan Moğotlar'a sonra Türkler'den intikal etmiştir. (Aş. bk. Kültür bölümü), aile 'baba hukuku* üzerine kurutu bulunuyordu (Moğollar'da maderşahîdir). Nihayet Hsiung-nu devletinde idareci zümre ve hanedanın dili Türkçe idi. Siyâsî kültürel münasebetler vesilesi iie Çin yıllıklarında Hsiung-nu dilinden zapt edilen şu kelimeler : Tann. kut börü, ordu, tuğ, kılıç vb. tamamen Türkçe olup (ayrıca Çince'den bozulmuş şekilleri ile ihtimal deve, büyü, doğru vb. gibi kelimeler) Türk dili'nin en eski yadigarlanndandır. Ve nihayet devletin sahipleri kendilerine, Türkçe'de 'adam, insan, halk manâsında olan "Hun* diyorlardı, Türkçe "Hun" adı, bir görüşe göre M.ö. 1. bin başlarında 6un şeklinde, V. Asırdan önce Kun olarak, 4-3 asırda ise Hun diye telâffuz edilmişti. Ancak Orhun-Selenga ırmakları ile, Türkler'in kutlu ülke saydıktan ötüken havafısi merkez olmak üzere güneyde Huang-ho nehri dirseğine kadar genişiiyen Hun siyâsî birliğinin kesin tarihini M.Ö. IV. asırdan itibaren takip etmek mümkün olmaktadır Hunlar'la ilgili ilk tarih? vesika olarak bir anlaşma zikr edilmiştir ki, bu da M.Ö. 318 tarihlidir. O zaman Çin'de birbirleri ile mücadele hâlinde olan 'Muharip Devletler" den Ts'in'in gittikçe kuvvetlenmesinden endişelenen diğer beş 'kral" zikredilen yılda Hun devleti ile ittifak andlaşması yapmıştı. Huniar daha sonra Çin topraklarında baskıyı artırdılar. Mahallî hanedanlar, uzun müdafaa savaşlan sırasında Hun süvarilerinden korunmak maksadı ile, meskûn sahaları ve askeri yığınak yerlerini surlarla çevirmeğe başladılar. Çin hanedanından Si-huang^ti (M.Ö. 259-210) Hun taarruzlarına karşı kuzey sınırlarını büsbütün kapamak için, surların iç kısımlarını yıktırarak elde ettikleri malzeme ile dış surları birbirine bağlamak ve boş yerleri tamamlamak sureti ile meşhur Çin şeddini meydana getrıtfi (M.Ö. £14). Böylece Çiniiler'in Türk akınlarına karşı en tesirli tedbiri aldıklarına kanaat getirdikleri bir sırada iki mühim hâdise vukua geldi; Çin'de uzun müddet dirayetli imparatorlar yetiştiren Han sülâlesi (M.Ö. 202-M.S. 220) 'nin kurulması, Hun devletinin başına da Mao-tun (veya Mav-dun)'un (eski okunuş: Mete) geçmesi (M.Ö. 209-174). Mao-tun'un babası Tu-man Çin yıllıklarında Tan-hu (veya Şan-yü) diye anılmaktadır ki, Hun dilinde imparator unvanı olan bu tâbir basit bir kabile reisi değil, çok önceleri teşekkül etmiş bir devletin başkanı olduğunu gösterir. Üvey anasının teşviki ile babası tarafından veliahdlik hakkının kendisinden alınması teşebbüsü karşısında Mao-tun, emrindeki demir disiplin altında yetiştirdiği 10 bin atlı ile katıldığı bir sürek avında T'u-man'ı öldürerek Hun Tan-hu'su ilân edildi (M.Ö. 203). Devleti-

TÜRK TARİHİ

113

ni tanzim etti ve kendisini iyi tanımadıktan anlaşılan, doğudaki Moğol-Tunguz kabileler birliği Tung-hu'ların ısrarla toprak taleplerine savaş ile mukabele ederek onları perişan ettikten ve böylece hâkimiyetini kuzey Peçili'ye kadar genişlettikten sonra güney-batıya döndü ve Orta Asya'daki, Hind-Avrupa menşeli oldukları sanılan Yüe-çi'leri yerlerinden oynattı. Bunlar kütleler hâlinde batıya doğru çekilirken Maotun güneye yönelerek Huang-ho büyük dirseği içindeki Ordos bölgesini ele geçir* di ve oradan Çin topraklarına daldı. Mai-yi, Tai-yuan şehirlerini zapt etti. Han sülâlesinin kurucusu İmparator Kao-ti'nin 320 bin kişilik, hemen hemen tamamen piyade ordusunu, bozkır usulü sahte ric'at tâbyesi ile çenber içine aldı (M.Ö.201). İmparator, vaktiyle Türkler'in yaşadığı bütün toprakların Hun devletine terki, yiyecek ve ipek verilmesi ve yıllık vergi taahhüdü şartları ite kendini ve ordusunu kurtarmağa muvaffak oldu. Çin ile dostluk havası içinde ticarî münasebetleri geliştirirken Mao-tun, Irtiş yatağına kadar olan bozkırları (Kie-kun=K*rgtz!ar'ın memleketi) ve buranın batısındaki Ting-ling'lerin yerini, bazı eski Ogur (O-k'ut) kolları ite meskûn araziyi, kuzey Türkistan'ı zaptetti ve Işık Gölü etrafındaki Vu-sun'ları hâkimiyeti altına aldı. Bu suretle büyük Hm hükümdarı o çağda Asya kıt'asında yaşıyan Türk soyundan bütün toplulukları kendi idaresinde tek bayrak altında toplamış oluyordu. İmparatorluk sınırlarının Mançurya'dan Aral götüne, batı Sibirya'dan Gobi-çölü-Tibet hattına kadar genişlediği bu tarihlerde Huniar'a tabi olanlar arasında Moğollar, Tunguzlar ve Çinliler de vardı. Mao-tun tarafından Çg% hükümetine gönderilen MÂ 177 t»** mektuptan anlaşıldığına göre Türk devletine bağlı kavimlerto-sayısı 26 idi ve bunların hepsi* Tan-tuMm ifadesi ite "yay geren halk" yâni "Hun" olmuşlardı. Mao-tun M.Ö. 174 yılında öldüğü zaman, mülkî ve askerî teşkilâtı ite, iç ve dış siyâseti ile, dîni Be, ordusu ve harp tekniği ite, san'atı ite yüksek vasıflı bir cemiyet hâHnde daha sonra asırlar boyunca bütün Türk devletlerine örnek vazifesi görecek olan, tarihen malûm ilk Türk siyâsî teşekkülü, 'Büyük Hım İmparatorluğu1' kudretinin zirvesinde bulunuyordu. Mao-tun'un oğlu Tanhu Kiok (MA. 174-160) bu haşmeti iTTUhafiaza etmeğe çalıştı. Yurtlarından atılan Yüe-çt'lerin Afganistan'da Bakîri-a bölgesinde, vaktiyle İskender tarafından kurulmuş olan Grek hâkimiyetine son verdikleri »rfhîeumuml valisi (Magister militum)*ne taüneşin battîğı yere kadar her yeri zapt edebilirim' diyerek meydan okumuştu tAdız'm ötümü (410 SJT aiarıj'nden sonra Hun İmparatorluğunun başında Karaten bulunuyordu. Bini un hakkında bilgimiz sadece, 412 yılında Bizans elçisi Olyrnp*odoros'un onan yanına gitmiş olduğudur. Karaton daha çok doğu işleri ile uğraşmış görünmektedir. 422 ye kadar Hunlar hakkında bilgi verilmediğinden bu meşguliyetin on sene kadar sürdüğü tahmin edilmektedir. 422 yi} Avrupa Hunları tarihinde yeni bir devrin başlangıcı gibidir. Bu tarihte Hun hükümdar atîesine mensup dört kardeşten (Rua, Muncuk, Aybars, Oktar) Rua imparatorluk makamını işgal ediyor.Muncuk (Atilla'nın babası) erken öldüğü için rjğer iki kardeş "kanad kraHarı* durumunda bulunuyorlardı. Siyasette Uldız'ın izinde yürüyen Rua, Bizans'ın, Hun ordusunu isyana teşvik etmek ve tâbi kavimleri Huniar'dan ayırmak maksadı ite Hun topraklarında faaliyete geçirdiği casusluk şebekesi ve propagandacıları iteri sürerek tertiplediği Balkan seferinde (422), hiç mukavemet göstermiyen Bizans'ı yıihk vergiye bağladı: 350 libre altın. İmparator II. Theodos^os (4G8-450)*un, 423'te henüz 4 yaşında iken Batı Roma İmparatoru ilân ®ötier\ Uî. Valentcnianus karşısında Roma'ya sahip olmak iddiası ile İtalya'ya ordu ve donanma sevk ekmesi Batı Roma'yı Hunlar'a daha çok yaklaştırdı. Roma senatosunun da küçük imparatorun yerme i. Notarius (Devlet baş müsteşarı) Johannes'i seçmesi üzerim o sırada 35 yaştnda bulunan ünlü asilzade Aetius, yardım sağlamak sçtn ftua'ntn yanına geldi. Hun İmparatoru 60 bin süvari başında İtalya'ya yöneldi Savaşa girmeden kuvvetlerini çeken Bizans'tan ağırca bir harp tazminatı alındı. 423'da 'Magrsîer miîitum'. 432de konsül olan, 433'de Roma Imparatoriuğü'nun en yüksek makamı 'Patricius'tuğa yükselerek uzun müddet ordular başkumandankğı yapan Aeftus gençli çağının Roma tahtı işlerine karışmaktan doğan buhranlı anianr» Horı yasdtmı üe atlatmış, 432 yiimda da Afrika'da Vandal kı-rafc Geiserik tte mücadele eden rakibi Bonifacius karşısında, canını Rua'ya sığınmak suretiyle kurtarmış, imparator Valentinianus'un annesi Placidia da Hun kuvvetlerinin italya'ya yönelmesi üzerine Aetius ile uzlaşmağa mecbur olmuştu. Bütün bunlar Rua'ntn kuvvetli şahsiyeti ile Hun devletinin her iki Roma'nın iç ve d*ş siyasetlerine ist&amet verdiğini göstermekte idi. Artık Hunlar'a tabi "barbar" kavimlerin Roma'ya güvenerek herhangi bir harekete kalkışmaları bahis mevzuu değHdi. Ancak. Bizans tarihçisi Priskos'un ifadesi ile Rua'dan barışı yılda 350 libre altınla safcn airraş oian H. Theodosios, yine de. Hun idaresinde yaşayan yabancıları gizlice kışkırtmaktan geri kalmıyordu. Bu sebeple Rua o zamana kadar mutad ofen, Bizarıslîlar'ın Hun tmparatorluğundaki yabancılardan ücretli asker toplama faaliyetlerini ve Bizans!* tacirlerin Hun topraklarında ticaret yapmalarını yasak etti. Ü&eâi dahiitnde hiçbir Grek serbest doîaşamıyacak ve ticaret belirli sınır kasabalarında yapılacaktı. Bu arada Rua, bir müddet önce Bizans'a sığınmış olan Hun ileri gelenlerinden Mana ite Atakam'ın oğullarının ve diğer Hun kaçaklarının iadesini İstedi. H. Theodosios süratte anlaşma yolu bulmak ümidi ile elçiBk hey'etini Hun başkentine göndermeğe karar verdi. Fakat o sırada Rua öldü (434 bahan). Bizans kudretti bk düşmandan kurtulduğu içki seviniyor. Piskopos Proculus, Tann'nın «ün-

TÜRK TARİHİ

119

dar imparator Theodosios'un dualarını kabul ederek Bizans üzerinden bir tehlikeyi kaldırdığım vaaz ediyordu; Fakat Hun sınırlarına gelen Bizans elçilik hey'eti Rua'yı gölgede bırakan bir Türk başbuğu ile karşılaştı; Attiia.Hunlar'ın başına geçtiği zaman 39-40 yaşlarında olan Attila, babası Muncuk erken öldüğü için, amcası Rua'nın yanında yetişmiş, onunla birlikte seferlere katılmış, çeşitli kavimleri yakından tanımak imkanını bulmuş, devlet idaresini ve Hun iç ve dış siyasetinin esaslarını öğrenmişti. Attila yalnız değildi. Memleketi büyük kardeşi Buda (Bleda) ile birlikte idare ediyordu. Fakat, Kaynaklardan anlaşıldığına göre, eğlenceden hoşlanan, enerjisi kıt Buda ikinci plânda kalmış, devleti ciddi bir hükümdar vasfını taşıyan kardeşine bırakmıştı. Ordu ve dış münasebetlerin tanzimi Attila'nın elinde idi. Amcaları Aybars (doğu kanadının "kiralı") ve Oktar (batı kanadının "kiralı*) olarak, Rua zamanındaki yerlerini muhafaza ediyorlardı. Bu itibarla, iddia edildiği gibi bir iktidar rekabeti bahis mevzuu olmadıktan başka, Buda da "iktidar hırsı ite yanan" Attila tarafından ortadan kaldırılmış değildi. Attila'nın yardımcısı sıfatı ile 11 yıl Hun imparatorluğumun idaresine katılan Buda 445 de eceli He ölmüştür, 434 yılı baharında Hun sınırlarına gelen Bizans elçilerini Attila, Tuna ile Morava nehrinin birleştiği yerdeki Konstantia (lam karşısında Margus kalesi bulunuyordu) surları önünde, at üzerinde, karşıladı ve dinlenmelerine dahi izin vermediği elçilerin biri konsül-general, diğeri seçkin bir diplomat olan başkanlarma.taleplerini, barış şartları olarak yazdırdı. Konstantia barışı (veya bazılarına göre Margus barışı) diye anılan bu anlaşmanın ihtiva ettiği başlıca maddelere göre Bizans bundan böyle Hunlar'a bağlı kavimlerle müzakerelere, ittifaklara girişmiyecek, Huniar'dan kaçanlara -esir alınmış Bizans teb'ası dahililtica hakkı tanınmayacak, Bizans elinde bulunanlar iade edilecek (Grek asıllı olanlar için fidye verilebilecek), ticarî münasebetler yine belirli sınır kasabalarında devam edecek ve Bizans'ın ödemeye ta-ahhüd ettiği yıllık vergi iki misline (700 libre altın) çıkarılacaktı. II. Theodosios'un aynen kabul ettiği bu anlaşmanın hükümleri icabı olarak Hunlar'a iade edilen kaçakları Attila daha Bizans ülkesi içinde, Trakya'da, Karsus (Bulgaristan'da Hirsovo) kalesinde astırdı. Bu durum Huniar arasında olduğu kadar Bizans'ta, Roma'da ve diğer kavimler arasında Attila adının dehşet saçan bir otoritenin timsali haHne gelmesine yardım etti. Bundan sonra Attila imparatorluğunun doğu bölgelerinde, hiç atından inmemek üzere aylarca süren bir teftiş gezisi yaparak, kil (Volga) kıyılarındaki Şara-ogur'larm (Ak-Ogur, Türk boyu) ayaklanma teşebbüsünü bastırdı (435). Batı kanadının sıklet merkezi Tuna etrafında, doğu kanadının sıklet merkezi Dinyeper havalisinde olduğu tahmin edilen bu tarihlerde Hun Imparatorluğu'nda, kaynaklardan (Priskos. Jordanes, P. Diaconus, J. Honorî-us vb.) takip edilebildiği kadar, şu kavimler yer almışlardı: a - Germen (doğudan batıya): Doğu Gotları, Gepidler, Suebler, Markomanlar, Kuadlar, Heruller, Rugiler. b - İslâv (orta ve batı Rusya'da): Venedalar, Antlar, Sklavenler. c - İranlı (Kafkaslar'dan Tunaya kadar, dağınık hâlde): Atanlar, Sarmatlar, Baştemalar, Neurlar, Skirler, Roxolanlar.

120

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

4 • Fin-Ugor (Ufafdan Battıkla kadar): Çaremizi Mordvinier, Maryalar, Veşi!er, Çudlar, Estler. Vidivarüer. • - TOrk: İmparatorluğun her tarafına yayılmış olarak, Hunlar, Karadeniz kuzeyi düzlüklerinde Öçogur ve Baş^ogurtar, Volgaya doğru Altı-ogur, On-ogur, Saraogurtar, daha kuzeyde Agaçeri (Akatzir, S*gazir)'ler, Volga'nın doğusunda Sabariar ve başka Türk kütleleri. Sayılan 45'e varan ve çeşitli dil ve soydan dan bu kavimler eski Türk devlet sistemine göre yalnız siyasî bir b«iik teşkil etmekte, yabancı kavim veya zümreler ancak reisleri, şefleri veya kıratları vasıtası ile imparatorluğa bağlt bulunmakta idi. İmparatorlukta sükûnet hâkimdi 40 yılında Hun orduları başkumandanı (Genel Kurmay Başkan») Onegesius (Onügez) ite Attila'nın büyük oğiu ilek tarafından bas-ttnlan Agaçeri isyanı cfeşmda bu sükûnet bozulmamıştı. Halbuki Roma imparatorluğunda. Kavimier Göçü doiayısıyle Harekât halinde olan kavimlerin bulundukları yerlerde ve geçiş yollan üzerinde geniş ölçüde tahribat yapması, yerli halkın.mahsulâtının zorla eHerirrden alınması vb. yüzünden patlak veren ve genişleyen köylü isyanları (Bagaudalar) nizam ve asayişi iyice sarsmış, buna karşı Roma Patricius Aetius vasıtası ile, bir kere daha Hunlar'a müracaat zorunda kalmıştı. İki yıl kadar süren mücadele sonunda Attila'nın gönderdiği Hun müfrezeleri yardımı ile isyancı elebaşılar Aetius tarafından ortadan kaldırıldı ise de (436), bu defa da, Kıral Gun-dikar idaresinde Belçika bölgesine saldıran Burgondlar'la savaşmağa mecbur olundu. Bilhassa Necker nehri boyunca cereyan eden bu muharebelerde Hun ordusuna batı kanadı "kiralı* Oktar kumanda ediyordu ki, rivayete göre, 20 bin Bur-gond savaşçısının öldüğü bu Hun-Burgond mücadelesi Almanlar'ın meşhur "Nîbe-İungen' destanlarına mevzu teşkil etmiştir. Bütün "Germania" nın zaptını tamamlayan bu savaşlar neticesinde 436'yı takip eden yıllarda şu kavimlerin de Türk idaresine alındığı anlaşılmaktadır: Bajavurlar, Juthanglar, Burgondlar, aşağı Ren sahasrndaki Franklar. Türingter, Longobardlar. Hun hâkimiyetinin "Okyanus adaları'na, yâni Kuzey denizi ve Manş kıyalarına ulaştığı, hâdiseler çağdaş tarihçi Priskos taraf *ndan kaydedilmiştir. 440dan itibaren Attita Bizans'a karşı baskıyı artırdı. Çünkü II. Theodosios, Konstantia andiaşmasınm hükümlerine aykırı olarak Hunlar'dan kaçanları iadede ağır davranıyor, hatta buniardan bazılarım yüksek makamlara getiriyordu. Meselâ Got menşe fi Hun firarisi Amegisclus'u general rütbesi ile Trakya'da Hun sınırında vazifelendirmiş^. Müşterek pazar yerlerinde Grek tacirleri Hunlar'ı aldatıyorlardı. Margus piskoposu."T Eftalitler sönükieşti. 552 yılında Orta Asya'da Gök-Türk hakanlığı Kurulup istemi Yabgu Mâveraünnehir bölgesinde faaliyete geçtiği zaman ise, Ak-ftjn-Eftafft devletî ikî büyük imparatorluk arasında sıkıştı. Gök-Tüfklertn amansız hasım bildikleri Juan Ju-an'larla olan siyâsî ve sıhrî rabıtaları da fayda vermedi. Anuşirvan ile İstemi'nin ortaklaşa hareketleri neticesinde Ak-Hun iktidarı yıkıldı ve ütke GökTürkterle İranlılar arasında paylaşıldı (564). Bu suretle üç kol hâlinde gelişmiş olan Hun siyâsî hâkimiyeti tarihe karıştı.

2. Tabgaç Devleti IV. yüzyıl sonlarına doğru Kuzey Çin'de kudret» .bir siyasî teşekkül meydana getiren, Çinlîier'in To-ba dediktari topluluğu Türkler Tabgaç" onanmışlardır. Orhun kitabelerindi* a* «ık geçes^.Gök-lftfcler yolu He Bizans kaynaklarına da intikal eden (Jaugast) =* Tabgaç kelimesi "Çin" mânasına da alınmıştır. Çünkü Gök^ Türklerin ilk zamanlarında Türkler'ce "büyük" tanınan bu sülâle ÇirVde büküm sürmekte idi. Aslında Türkçe olup, "ulu* muhterem saygıdeğer," mânasını İfade eden Tabgaç tâbiri bilindiği gibi bazı Karahanlı hükümdarları tarafından unvan olarak (Tafgaç, Tamgaç^kullanılmıştır. Kâşgarlı Mahmud'un. Türkter'den bir bölük oldu-

İM

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

ğunu kaydettiği Tabgaç'lar Çın yıllıklarına göre Asya Hunlan'ndan bir kısımdır. Sûiâtenm resmî tarihinde (Wei-shu) de Mao-tun eski To-ba (Tabgaç) hükümdarı ola rak gösterilmiştir. Ayrıca Tabgaçlar*ın 6rf-âdet ve geleneklerinden ÇO§u: Kurt efsa nesi, mağara, dağ, onman kültleri, göç efsanesi vb. Türkterie ilgili bulunduğu gibi, dillerinin de Türkçe olduğunu ortaya koyan deliller vardır: Bitegçin (Bitikçi.kâtip, hâriciye nâzın), kapugçjn (kapıcı, hâcib), atlaçtn (atlı, süvari birliği), tabagçın (yaya,ptyade birliği), tarakçın (koruyucu.mufahız kıtaları), yamçın (posta sürücüsü), aşçın (aşçı, muîbahçı baş»), törü (kanun töre) vb. Tabgaç hükümdarının ağzından şöyle bir Türkçe ibare nakledilmiştir; Atıq bâlgütâg "bir başbuğa verilen isim (onun yaptığı) işi belirtmeli (beigeîemeü) \ Wei-shu, Nan ch'i-shu, Sung- shu gibi Çin kaynaklarında geçen bu kelime ve tâbirler aynı zamanda Tabgaçlar'ın devlet ida resi ve ordu kurutuşları hakkında da bilgi verir durumundadır. Bununla beraber, bu Türk devteUnde oldukça büyük ölçüde Moğolların da yer aldığı anlaşılıyor. Araştır malarda Tabgaçîara bağlı kabilelerden kimlikleri tesbît edilebilenlerin yarısından i&^lasmm Moğo* menşei? olduğu neticesine varılmıştır. Ancak Moğollar, diğer Çinli halk île birlikte şüphesiz îeb'a durumundadır. • Çin'lerin "Wei" adım verdikleri bu sülâlenin kurucusu olarak bilinen Şa-mo handan itibaren 70yıl kadar uğraşarak Ta-t'ong bölgesindeki mahallî hükümetçikieri idareleri alîma alan Tabgaçlar'ın büyük devlet halinde gelişmesi Kuei-zamanartda (385-409) verimli topraklara sahip Doğu Çin'in Hsien-pi'terden zapt edilmesi ite (409) oîmuşîur Başkenti Ping-Ç'eng şehri (kuzey Şan-si'de Tat bölgende) olan devlet bir yandan Pekin yakınlarına, bir yandan Huang-ho nehri dirseğinin gÇfrıeyi* ne kadar «sanmıştı. Kuzey istikametinde, kudretti bir siyâsî teşekkül telinde beliren H'yen-foi (Hsien-pi)ierin vârisi Moğol menşeli, Juan-Juan'lar yüzünden, ciddî bir geneleme olamıyordu. İki devlet arasında, bazan çok şiddetli, mücadele 150 yû kada*- sürmüştür. Hükümdar Sseu (4G9-423)*den sora* Çin'in başkentleri Loyang ve Ch'angan (bugün (Si-ngan-fu)'ı ele geçirerek hâkimiyetini Sarı-Metıfr bölgesine yayan ve bulun Kuzey Çini tek fclarede birleştiren büyük hükümdar T'a-o (Ta*-wu) devnnde (424-452) Tabgaç DevieÜ en parlak çağını yaşadı. 427'de Hun Hıa krafeğmî alan ve Juan-joan'lan mağlup ederek bugünkü İç Moğolistan'ı istilâ eden (436) Tanwu, 439da Kansu'daki son Hun krallığını (Pei-Liang) ortadan kaldırdıktan sonra, Jç Asya'ya yönelerek Karaşar, Kuça şehirlerini himayesine bağladı (448). Böyfece üntö tpek yolu güzergâhı tekrar TOfk hâkimiyetine girmiş oldu. T'aiwu, Ç*n askerininlaydan ve düveden farksız" olduğunu söylüyor ve kendisi "Börü" (a Kurt Çince şekli, Fc-ü) lâkabını taşıyordu. İmparatorluk merkezini Türk hayat şarîîanna oklukça uygun gelen bozkır bölgesinde (kuzey Şan-sH tufcm *Tai-wu, o saralarda Çin'de yayılmakta olan budizmin Türkler arasında nüfıs kazanmasını önlemeğe çalışıyor, idaresi altındaki Çin topraklarında bite budistlerîn cfinî faaliyetlerini kontrol ediyordu. Tapınaklarda âyinler dışında din propagandacını yasaklayan bîr emirname çıkarmış (438) ve 446'da emre riayet etmeyenlerin şiddette tâkibN emretmişti. Tahmfnutt TBrk bünyesini ve seciyesini budizrhin bozucu tesirinden korumak maksadını güden bu tutumun mâna ve değeri daha sonra anlaşıldı. Tedbirlerin ehemmiyetini fark edemiyen halefleri zamanında, hattâ budizmfh himâyesi cihetine gtdikli. İmparator Skin (452-465) ile gelişmeğe başlıyan bu durum, sonra büsbütün tozlanarak Tabgaç topluluğunun Çinüleşmesine zemin hazıriadı. 493'de başkenti bozkır bölgesinden eski Çin merkezi Lo-yang'a nakleden İmparator

TÜRK TARİHİ

127

Hong (471-499), Türk töresine karşı ağırlık verdiği soysuzlaşmayı 495 yılında TM örf, âdet, geleneklerini.Tabgaç dilini ve hattâ yazışmalarda Türkçe tâbirlerin kullanılmasını yasaklamakta tamamladı. Buna karşı çeyrek asır kadar devam edan tepkiler bastırıldı. Kiao (499-515)'dan sonra idareyi devir alan imparatoriçe Hu (ölm. 528) budizme o kadar düşkün idi ki, yabancı memleketlerdeki "dindaştan' ile de alâkalanıyordu. 520'ye doğru Hindistan'da Ak-Hun hükümdarı Mihiragula'yı ziyaret ettiğini gördüğümüz Çinli budist rahip bu kraliçenin arzusu ile seyahat ediyordu. Tabiatıyla Tabgaç iktidarı da gittikçe gücünden kaybetmekte idi. Devlet 535'e doğru Kuzey (Tai'de) ve Batı (Ch'ang-an'da) VVeileri adı ile ikiye ayrıldı ve aralarında mücadele başladı. Kısa zaman sonra bütün arazileri Çinli hanedanlara intikal etti (550-556).

3. Gök-Türk Hakanlıkları Asya "Büyük" Hun imparatorluğundan sonra, her cihetten temsil ettiği Türk kültürü itibariyle ikinci "süper" Türk imparatorluğu vasfında olan Gök-Türk Hakanlığı Türk" sözünü ilk defa resmî devlet adı olarak kabul etmekle bütün bir millete ad vermek şerefini kazanmış, doğu Sibirya'daki Yakut Türkleri ve batıda Ogur (Bulgar) Türkleri dışındaki.Türk asıllı bütün kütleleri kendi idaresinde birleştirmiştir. Hakanlığın yıkılmasından sonra, bir yelpaze gibi açılarak dört tarafa yayılan çeşitti Türk zümreleri gittikleri yerlerde Türk" adını ve onun idarî, siyasî ve iktisadî geleneklerini yaşatmışlardır. Yine Ogurlar ve Yakutlar hâriç, bütün Türklerin tarihinde Gök-Türk teşkilâtının, edebiyatının ^bre ve hayat telâkkisinin izleri devaffn etmiştir. Gök-Türkler'den sonra V Türkçesi (Ogur lehçesi) müstesna, bilumum Türk lehçe ve ağızları Göteffiârk Türkşesi'nin damgasını taşır. Doğudan batıya: Orta Asya, Türkistan, Mâveraünnehir, Kuzey Hindistan, İran, Anadolu, Irak, Suriye, ve Balkan Türkleri, Gök-Türkler yolu ile Türk'tür. Bizim diğer Türk devlet ve zümrelerinden ayırt etmek üzere Gö&Türkler dediğimiz bu topluluk kendine umumiyetle "Türk" veya Türük" diyordu* Ancak kitabelerde kendileri îçin bir defa Gök-Türk (Kök-Türk) kullanmışlardır ki, "Gök' e mensup, semavî ilâhî Türk" mânasına gelen bu tâbir V. Thomsen'e göre hakanlığın parlak bir devresine işaret etmekte olmalıdır. a - Birinci Gök-Türk Hakanlığı Bu çağda, daha doğrusu 6-9. asırlarda Orta Asya'nın "ethnique" görünüşü aşağı yukarı şöyle idi: O Tiles (Tölös, Tölis, Töl|f, Çince'de Tie-te)'ler, bütün Orta Asya'ya yayılmış * görünen en kalabalık Türk grubu. Sui-shu (Çin Sui hanedanının 581-618 yılhğı)'da 50 kadar kabilesi sayılmakta ve şöyle sıralanmaktadır: 1 kabile Baykal Gölü'nün kuzeyinde, 5 kabile Tola ırmağı kuzeyinde, 5 kabile Tanrıdağları kuzey eteğinde, 9 kabile Altaylar'ın güney babamda, 4 kabile K'ang (Semer-kant) "krallığı" nın kuzeyinde, 10 kabile Şeyhtin boyunda, 4 kabile Hazar'ın doğusu ve batısında, S kabile Fu-lin (Bizans)'ın doğusunda. Mamafih Baykal Gölü'nden Karadeniz'e kadar yayılan bu toplulukların hepsini de Tfcrk menşeli saymak doğru olmasa gerektir. Meselâ en batıda gösterilen bazıtan-nm (meselâ Alanlar) İranlı ölduklan biliniyor. Wu-hun (= Ugor)'da Ural'lı bir kavim

128

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

grubudur Töles kabilelerinin adlan tamamen henüz çözülememiş olmakla beraber. Hunlar'dan geîdikteri ve umumiyetle dil ve örflerinin Gök Türkleri'nkinin aynı bulunduğu belirtilmiştir. Bazı Çin kayıtlarına göre, Tabgaçfar devrinde (363-534), yüksek tekerlekli araba kullandıklarından dolayı, Kao-kü diye adlandırılan bir kısım Tötes kabileleri, diğer Türkler gibi kendilerini kurt atadan türemiş kabul ederlerdi. Ayrıca T'ang-shu (Çin Tang sülâlesi 618-906 yıllığımdan naklen 15 Töles kabilesinin adlan verilmektedir. Gök-Türk Hakanlığı zamanında orta ve doğu Asya'da gruplaşan Tötester rol oynamışlardır. • Tar duş (Çince'de Ste-yen-fo^ Hsietvyen-fo)'!ar 7. asrın ilk çeyreğinde töles kabilesinden bir grup Orhun Nehri-Altaylaf arasında sakin olup Tölester'in en zengin ve cesurlar* olarak gösterirler. • Uygurlar T©ia ırmağının kuzey sahasmda yer almışlardır (aş.bk). • On-ok'lar, Attaytartn halısından Seyhan (Str-derya) yakınlarına kadar uzanan geniş bölgede görünüyorlar. 51 To-fti (doğuda, sağ kanad) 5TNo-şf*pî (batıda sol kanad) adi ite lö kabileden kurmu olup, 'Batı Gök-Türkterf diye de aramışlardır. Törgrştef (aş.bk) ve Kariuklar (aş.bk) To'îufar'dan idiler. Ayrıca aynı sahada Çuyüe ve Ç'u-m* adlan tle anılan Türk kabilelerinden bir kısmı 630'u takip eden yıllarda. Gök-Türk Hakanlığının fetrtl devresîr>de Beşbadk civarındaki kurak bozkırlara çek&nişferve Şa-foTürkteri (Çöl Türkleri) adım sımışlardır. • Basmalar (Çince'de Pa-si-mt). idukut (hükümdar) unun Türk olduğu belirtilen bu kavmin asten yabancı olup. TOrkier'le karıştığı ileri sürülmüştür. Daha ziyâde iç Asya da Beş-bakk havaisinde görünmektedirler • Kirazlar {Çince'de K'i-ku). Baykat'm batısında, Yenisey nehrininJ kendisine bir kurt başlı sancak verdi. Uu Wu-chou adlı diğer bir kumandanı da "Batı Çin Kağanı" yaparak, Sui'lere karşı

134

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

sefere çıkardı. Bunlar arasında, tarihî bakımdan en ehemmiyetlisi Çin umumi valilerinden ü-yûan'ı himayesine alıp desteklemesidir ki, andlaşma gereğince Türk ordularının yardımı ite Sui'leri iktidardan uzaklaştırdıktan sonra Ch'angan'daki imparatorluk servetini hakana takdim eden, ayrıca 30 bin top ipek ve yıllık vergi vermeği taahhüt etmiş elan ü-yüan, Çin'de 300 yit kadar hüküm süren meşhur T'ang sülâlesini (618-906) kurmuş ve kendisi İmparator olarak Kao-tsu unvanını almıştır: Şi-pı*den sonra hakan olan Ç'u-lo (619-621) kardeşinin sert siyasetini takip ediyor ve Hakanlığa karşı tutumu tosa zamanda değişen T'ang imparatoruna karşı Sui sülâlesini canlandırmağa kararlı bulunuyordu. Fakat karısı Çinli Prenses l-ç'ing tarafından zehirlenerek öldürüldü. Hakan olan kardeşi Kie-li (621-630) kifayetli bir adam değildi Hain prenses l-ç'ing ile evlenmiş, ağır dille yazdığı mektuplarla imparatoru tahrik etmişti. Karısının tesiri altında idi. Plânsız, tâbyesiz, sadece cesarete dayaman askeri teşebbüslerinde bir iki defa mağlup oldu. Tutumu millette emniyetsizlik uyandırdı. Sir-Tarduşiar, Bayırkuiar, Uygurlar isyan ettiler (627). Vaktiyle Türk himayesine sığınmış olan bir çok Çinli T'ang imparatorundan af dileyerek memleketine dönüyor, K'i-taniar ve başka kavimler Çin ile temaslar arıyor ve sınır bölgelerinde Çin'e bağlanıyorlardı, imparator Tai-tsung (627-649) Türkler'e vura» caği darbe içtn vaziyetin olgunlaşmasını bekliyordu. Hakan kuşattığı bir şehir önvryöe mağlûp olarak çekilirken yakalandı, muhafaza altında Çin başkentine gönderildi (630). Tat-tsungun kendkıt Türkler'in Gök Kağanı* ilan ettiği 630 senesi Doğu GökTürk fsttkJatintn sonu kabul edilmiştir. Hakanlığa bağlı kabileler ve yabancı topluluklar dağthyor, Gök-Türk prensieri etraflarına kuvvet toplayabilecek kimseler olmadıklarından, herkes başının çaresine bakıyor, Türkler Çin'e sığınıyorlardı. Gerçi Aşına ailesinden *kağan"iar birbirini takip etmekte idi, fakat bunlar artık Çin sarayının emrinde, sadakat ziyaretleri yapan, hediyeler sunan, imparatorlardan türlü ünvanJar aten birer kukla idiler Gok-Türkier'ın acıklı durumunu, Çin sarayında Türkler'e karşı ne yapılabileceği hususunda, İmparator huzurunda cerayan eden münakaşalardan anlamak mümkündür. Neticede kuzey Çin'in Sed boyunda "6 eyalet" bölgesinde Türkfer'in yerleştirilmesi kararlaştırıldı. Bu suretle belki Türfcter'in ÇMleşeceği umuluyordu. Fakat 680e kadar geçen 50 yıl devamınc*. Türk milleti kendini unutmadı, ilini, ört ve âdetlerini korudu, tarihin şanlı hatıralarını ruhunda yaşadı 8u arada ufak çapta başkaldırmalar oluyordu. Meselâ Aşına ailesinden bir prensin Aitaylar'da Töık hakanlığım ihyaya çalışması (646-649), yine Q6k-Türk flS* kümdarlan soyundan tb-çfnin Ort-oKlarm başında "kağan* ifân edilerök, (676673), Çin'e karşı Tibetlilerle ittifak etmesi. Çinliler tarafından şidettle bastırılan bu hareketler arasından en çok hayret verici olan, 639 yılında Kür-şad'ın ihtilâl teşebbüsüdür. T'ang imparatorunun saray muhazıf kıt'ast subaylarından olan, Gök Türk prensi Kür-şad (Çince'de Kie şâ-şuai) Türk devletini ihya etmek için 39 arkadaşı ile gizlice bir cemiyet kurmuş ve önce bas geceler tek başına şehirde dolaşan imparatoru yakalamağa karar vermişti. Fakat plânın tatbik edileceği gece ansızın patlayan fırtına yüzünden imparator saraydan çıkmadı. Kararın geciktirilmesini mahzurlu gören Kür-şad ve arkadaştan bu defa doğruca saraya yürüdüler. 40 Türk sarayı ele geçirip başkente hâkim olmayı düşünüyorlardı. Yüzlerce muhafız telef edildi ise de dışarıdan sevk edilen ordu îte başa çıkılamadı. Şehir yakınındaki

TÜRK TARİHİ

135

Wei ırmağına doğru çekilen Kür-şad ve arkadaşları yakalanarak öldürüldüler. e - Batı Gök-Türk Hakanlığı 582 yılında Doğu hakanlığı ile resmen ilgisini kesen Tardu, her iki kanadı kendi idaresinde birleştirmek için gayret sarf ediyordu. Doğu hakanlığına baskı yapan Çin'in Tülan hakana karşı kardeşi, Tu'lPyi tutarak iki kardeşi çarpıştırması üzerine Tardu Çin'e yürüdü. Kuzey Çin'de başarılarla ilerlerlerken yukarıda adı geçen gene-rai-diplomat Ç'ang Sun-şeng'in oyununa kurban oldu. Bu ÇtoS Türk ordu efradı ve atlarının geçeceği yollardaki suları, pınarları zehirlemişti. Tardu böyle bir şeyin yapılacağını hatırına getirmediği için ağır zaiyat ve telefat verdi. Çekilmek zorunda kaldı (600). Bu tarihe kadar Tardu Kağan batıda pek çok başarılar kazanmış, Höteh bölgesini İmparatorluğa bağlamış, Şehinşah IV. Ormuzd Türkzâde" (579-590) zamanında, Bizans-Sâsânî savaşlarında, Iran iç-işlerine müdahale etmiş, bir Türk başbuğu Derbendi-kuşatırken diğer bir Gök-Türk ordusu Herât, Badgis havalisine girmişti. Bu orduyu durduran ünlü Sâsân? kumandanı Bahram Çupîn'in isyan edip Ormuzd'ı tahttan indirip oğlu Husrav Parviz'i tahta çıkarması, fakat bunun da kaçması üzerine, Bahram'ın kendisini "Şehinşah* Hân etmesi Sâsânî imparatorluğunu karıştırmış, Bizans'ın müdahalesi ile mağlup edilen Bahram sonunda hakana sığınmıştı. Böylece Tardu'nun bir yandan, kısa müddet için de olsa, her iki hakanlığı kendi idaresinde birleştirmesi (598'e doğru), aynı zamanda iran üzerinde hâkim bir durum kazanması, onun 598 yılında Bizans imparatoru Mauriacus'a gönderdiği mektupta ifadesini bulmuş görünmektedir: "Dünyanın yedi ırkının büyük şefi ve yedi ikliminin hükümdarı Hakan'dan Roma imparatoruna..". Çin kaynaklarına göre de, bu tarihte Tardu, Ötüken, kuzey-batı Moğolistan, Aral gölü havalisi, Kâşgar, Mâve-raünnehir ve Merv'e kadar Horasan sahaları üzerinde hâkim bulunmakta ve ulu hakan olarak "Bilge Kağan" unvanını taşımakta idi. Fakat Tardu Gök-Türk birliğini gerçekleştirmek için çok şiddetli davranmıştı. 601 'de Çin başkenti yakınlarında bir savaşta netice alamaması üzerine birçok Türk boyları ve yabancılar ayaklandılar. Tardu bunlarla başa çıkamadı ve Kökena'ur havalisinde kayıplara karıştı (603). Tardu'nun sahneden çekilmesinden sonra, memlekette isyancıların sayısı arttı, nizâm bozuldu. Doğu hakanlığında yeni bir kudret olarak beliren Şi-pi Kağan'a karşı, Tardu'nun torunu Sui'lerle İşbirliğine kalktığı ve hattâ ülkesini bırakarak Çin sarayında yaşamayı tercih ettiği için Şi-pi tarafından Çinliler'den teslim alınarak öldürüldü (619}. Devlet meclisi'nin hakan ilân ettiği, Tardu soyundan Şi-koei zamanında durum düzelmeğe başladı. Fakat asıl huzur.Tardu'nun küçük torunu olan Tong-Yabgu devrinde (619-630) görüldü. Çin kaynağı rang-shu'ya göre "akıllı ve cesur" olan bu hakan "mahir bir savaşçı ve seçkin bir tâbyeci" İdi. Orhun, Tola ırmakları ile Aral gölü arasında yayılmış bulunan Töiesler'i kendine bağlamış. İranlılar1! mağlûp etmiş, güneyde Kandahar'a kadar ilerlemişti, ordusu birkaç yüz tm iyi yay kullanan süvarilerden kurulu idi. Merkezi Talaş şehrinin 75 km. kadar güney doğusundaki ünlü Bin-yul (Bin-bulak= bin pınar mevkiinde idi. Tang-shu'ya göre "o zamana kadar batıda onun derecesinde kuvvetli olanı görülmemişti". Çin ile dostane münasebetler kurmuş olan Tong-Yabgu çağında Hindistan'a gitmek üzere Gök-Türk imparatorluğunu bir baştan bir başa geçerek yolları; şehirleri, dinî ve

136

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

kültürel hayatı hakkında çok alâka çekici bir bilgi veren, Çinli budist rahip HiuenTsang. Tong Yabgu'yu da ziyaret etmiştir. Gök-Türk imparatorluğunun parlak bir devri yaşadığı yıllarda On-oklar ve Kartuklar isyan ettiler. Bunları kendi mevkiini tehlikede zanneden Doğu hakanı Kie-ii teşvik etmiş olmalıdır. Bir münazaa esnasında Tong-Yabgu'nun, hakanlığın batı kanadı başbuğu olan amcası Se-pî tarafından öldürülmesi (630) öfkeyi karıştırdı. On-ok'lardan Nu-şi-pi'ler Se-pi'yi istemediklerinden kendileri bir hükümdar seçmeyi tercih ettilerse de. Tong-Yabgu'nun oğlu Se-Yabgu üzerinde birleşildi- Bu defa Tölesler'in ayaklanması devletin Çin'e bağlanmasında birinci derecede âmil oldu. 630 senesi büyük Gök-Türk tarihinin en karanlık yılıdır. Doğu hakanlığı bu sene Çin'e boyun eğmişti. Batı hakanlığı da aynı tarihte aynı akıbete uğradı. Bundan sonra da Aşına soyundan bir sürü "kağan", bazan aynı zamanda birkaç "kağan1 Batı Gök-Türk gruplarının başında görülüyorsa da, bunlar Çin'in birer memuru durumunda idiler. Batı Gök-Türk ülkelerinin Çin'e ilhakı 658 de tamamladı. • İkinci Gök-Türk Hakanlığı 630680 arasındaki 50 yıllık zaman Gök-Türkler'in istiklâllerini kayb ettikleri bir matem devresi olmuştur. Her nekadar Orta Asya'da millet olarak Türkler varlıklarını, dil, inanç ve geleneklerini muhafaza etmişlerse de müstakil bir devletten mahrumiyet, "Bey olmağa lâyık evlâdın kul, hâtûn olmağa lâyık kız evlâdın cariye olma4 sı" Gök-Türkler için haysiyet kırıcı bir ıstırap kaynağı teşkil ediyordu. Millet şöyle diyordu: 'Ülkeli bir kavim idim, şimdi ülkem nerede? Hâkanlı bir kavim küm, şimdi nerede hakanım?". Kitabelerden anlaşıldığına göre, Gök-Türkler'i bu felâkete sürükleyen sebepler şu üç noktada toplanmaktadır: O Sonraki devlet ve idare adamlarının kifayetsizliği:"... Kağan bilge imiş, cesur imiş, buyrukları biJge imiş, cesur imiş, Beyleri de, kavmi de iyi imiş, böylece ülkeyi tutup töreye göre tanzim etmişler... Sonra kardeşler, oğullar kağan olmuş, küçük kardeş büyük kardeş gibi yaratılmadığı,oğlu babası gibi yaratılmadığı için bilgisiz kağanlar tahta oturmuşlar, buyrukları da bilgisiz, fena imişler... Türk beyler, Türk adını atmışlar, Çin beylerinin adlarını almışlar, Çin hakanına boyun eğmişler, elli yıl işlerini, güçlerini (ona) vermişler..." © Türk kavminin uygunsuz tutumu: Türk bodunu... Sen aç olduğun zaman tokluğu düşünemezsin, tok olduğun zaman açlık nedir bilmezsin. Bu sebeple hakanın iyi sözlerine kulak vermedin, yurdundan ayrıldın, harap, bitkin düştün. Müstakil hakanlığına karşı kendin yanıidın... Doğuya gittin, batıya gittin. Kutlu yurt Ötüken'i terk ederek gittiğin yerlerde ne yaptın? Su gibi kan akıttın, kemiklerin dağlar gibi yığıldı...", Türk bodunu kendi hakanını bıraktı, hüküm altına girdi. Hüküm altına girdiği içil) Tanrı ona ölüm verdi, Türk bodunu öldü, mahvoldu...". • Kurnaz Çin siyaseti ve yıkıcı propaganda: 'Çin kavminin sözü tatlı, hediyesi mülayim imiş, tatlı sözü, mülayim hediyesi uzak kavimleri yaklaştırır imiş. Sonra da fesat bilgisini orada yayarmış, iyi, bilge kişiyi yürütmez imiş. Onun tatlı sözünü, mülayim hediyesine kapılan çok Türk kavmi öldü...*;"... Çin kavmi hilekâr kurnaz Olduğu için, küçük kardeşlerin büyük kardeşlere karşı ayaklanması, beylerle kavim arasımı nifak girmesi yüzünden Türk bodunu ülkesi yıkılmağa yüz tutmuş, müstakil

TÜRK TARİHÎ

«7

hakanlık sukuta uğramış,./; "..,-Çkt kağanı, Türk kavmi, (cana) bunca İşini gücünü verdiği hâlde, Türk kavmini öldüreyim, soyunu mahv edeyim der imiş, mahv etmeğe yürürmüş...". Gök-Türk tariflinin bu 50 yıllık fetret devrinin sonunda,kltabefer yolu ile çok iyi tanınan, Aşına soyundan, Kutiug (Çince'de Ku-to-to) feffldâl savaşma girişti (680). Türk Milteti'nin eski hür ve müstakil hakanlık çağının hasreti içinde olduğunu sezen Küflug, kendinden önceki mücâdeleleri fite takip «diyordu: ^'deki bazı Türk zümrelerinin aynı maksadla başa geçirdikleri Ni-şu-fu davayı kaybederek kesilen başı Çin başkenti Lo-yang'a götürülmüş (679)*, mücadeleye devam eden, yine Aşına soyundan Fu-nien kalabalık Çin kuvvetleri karşısında yenilerek 53 arkadaşı ile birlikte Lo-yang çarşısında idam edilmişti (Ağustos 681), Bu sırada Kuzey Çin'de bulunan ve Türk kütlelerinin derîn istiklâl iştiyakını gerçekleştirmek azmi ile ortaya atılan Kutiug. gizlece teşkilât kurarak etraftaki GökTürk ileri gelenlerini ve halkını vazifeye çağırdı. Sür'atle yayılan harekete katılanların sayısı kısa zamanda 5 bine yükseldi. Davete koşanlar arasında, fi. hakanlık devrinde Gök-Türkler'in ünlü devlet adamı ve kumandam Tonyukuk da vardı. Kutiug ile Tonyukuk önce, 681'de kuzey Çin'deki Yün-çu eyaletine baskın yaparak 30 bin civarında at, koyun , deve, elde ettiler ve yine gelenlerle kuvvetlenerek Gobi çölü İle Orhun ırmağı arasına çekildiler. Çugay Kuzı (Çince Çung-tsai, ötüken'in güneyinde)'yı yazlık ve daha güneydeki Kara-kurum'u kışlık merkezi yaparak hazırlıklarını tamamladılar. İlk hedefleri ötüken idi. Baykai götünün güney batısında yüksekçe dağlarla çevrili, mahfuz, müdafaası kolay, fakat etrafa akınlar yapmağa elverişli stratejik mevkide, iklimi mutedil ve otlağı bol bir yer olan ötüken yaylası Asya Hunlart ve 1. Gök-Türk Hakanlığı zamanında devlet merkezi olmuş, Törkler'in kutlu toprağı sayılıyordu. Dağınık Türk kütlelerini ancak, Türk devletçilik ruhunun yerleşmiş olduğu" ötüken etrafında toplamak ve idare etmek mümkün İdi Kutiug hareketinin gelişmesinden endişelenen Setenga ırmağı boytannctekî Oğuzlahn, tedbir olmak üzere K'Haniar'ia ve Çin ite ittifak teşebbüsleri, bir GOte-TOrk seferini tacil etti. Tonyukuk'un tavsiyesi ile baskın şeklînde Inekfer Gölü (Orhun'un kollan üzerinde) kıyısında kazanılan savaş (682) Oğuz tehlikesini ortadan-kaldııUi. Tarihî ehemmiyeti haiz bu muharebe Gök-Töffcteıin ötüken'e hâlâm olmalarını sağladı. Kutiug "kağan" ilân edilerek İHerigT (İl* devleri derleyip toplayan) unvanını aldı ve II. hakanlığı teşkilâtlandırdı: Kardeş» Kapagan (veya Kapgan)'ı "şad" diğer kardeşi To-sMu'yu 'VabgtT tayin eti İstiklâlin kazanılıp, devletin Jkt|Oi(MŞunda birinci plânda rol oynayan TonyukukU devlet müşaviri ("AyguçıB) ^pf, ve orduyu hazırlama, idare ve diploması işlerinin tanzimini ona tevdi* etti. *Y#nt hakanlığın önce Çin'i taamız hedefi olarak alacağı tabiî idi. Bir zafer akmlan resmi geçidi manzarasınrveren Çin seferleri bir yandan.bu eski ve "hilakâr* hasffrt daim! baskı altmda tutmak, diğer yandan, körpe Gök-Türk devletinin şiddette ihtiyaç duyduğu yiyecek, giyeoii» bilhassa at gibi zarurî madde ve vasıtalan elde etmek maksadını güdüyor*. Akınlar hep Pekin'den Kan^İ^a kadar olan sahaya: Çfn şeddinin hemen güneyinden Huang-hofıun güney mecrasına yakm yerlere kadar yayılan ve Çinliler'ftn "Çu" dedikleri garnizon ve eyâlet merkezlerine yöneltilmiş-

138

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

ti; 682'de Ping-çu'ya 8 deffi. 683'de Lan-çu'ya, Ting-çuV» Kuey-çu'ya, Yü-çuya ve Feng-çu'ya 10 defa, 684 de So-çu'ya 6 defa, 685'de yine So-çu'ya ve Hin-çu'ya 2 defa, 686da yine So-çu'ya, Tau-çu'ya 11 defa, 687 de yine So-çu'ya Çangp'ing'e 9 defa akın yapıldı (Pekin'in kuzey-batısı olan Çang-p'ing, Çin topraklarında ulaşılan en uzak bölge, Tonyukuk kitabesinde geçen "Şantung"). Bu seferler esnasında Çin valileri, kumandanları mağlûp edildi.orduları dağıtıldı, hemen her yerde mukavemet kırıldı. Büyük çapta zaferler Hin-çu'da (Nisan 685) ve So-çu'da jÇEkîm 687) kazanıldı. ı llteriş Kağan kuzeyde Kögmen (Tannu-ula) dağlarına, doğuda Kerulen, Onon nehirlerinin yüksek vadilerine, batıda Altaylar'a kadar uzanan sahadaki Türk ve yabancı kavimleri Gök-Türk idaresine almıştı (WF defa sefer etmiş, 20 kere savaşmış, Tanrı buyurduğu için düşmanları itaate almış, dizlilere diz çöktürmüş, başlılara baş eğdirmiş, Babam Kağan bu kadar ülke kazanmış...".Kitabeler I). Böylece Gök-Türk devletini yeniden kurup teşkilâtlandırarak, töre'yi tekrar yürürlüğe koyan millî kahraman llteriş, kutlu Ötüken yaylasında dalgalandırdığı altın kurt başlı sancağın gölgesinde öldü (692). Vaktiyle llteriş adtna dikildiği iddia edilen, Orhun'un güneyindeki Ongın kitabesinin 720'lerde dikildiği ileri sürülerek llteriş'e ait olmadığı belirtilmiştir. llteriş öldüğü zaman bM 8 yaşında (Bilge), diğeri 7 yaşında (Kül Tegin) olmak üzere iki oğul bırakmıştı. Kardeşi 27 yaşındaki Kapagan (veya Kapgan), hakan oldu (692-716). Çin kaynaklarında adı Mo-ç'o (Türkçe aslı, Bek-çor) diye geçen Kagan, Türk tarihinin büyük fâtihlerinden biridir. Tonyukuk devlet müşavirliği vazifesini yapıyor, kardeşi, yeğenleri ve oğulları yavaş-yavaş Gök-Türk hakanlığının seçkin simaları olarak beliriyorlardı., Kapagan Kagan'ın büyük ve uzak görüşlü bir devlet adamına yakışır plânları olduğu görülmektedir ki, esasları şöyle hülâsa edilebilir: a- Çin*? baskı altında tutmak. Bunda iki maksadı vard£Törk devletinin huzurunu korumak ve halka yetecek ölçüde ziraî istihsâl imkânları sağlamak; b- Çin'de dağınık hâlde yaşamakta olan Türkleri anavatana (ötüken) çekmek. Bunda da iki maksadı vardı. Türkleri yabana hâkimiyetinden-tartarmak ve Türk ökesinde askerî ve iktisadî gelişmeyi hızlandırmak; c- Asya kıt'asındanft kadar Türk yaşamakta ise, hepsini Gök-Türk birliğine bağlamak. Kapagan'ın bu siyasî ve iktisadî görüşleri onu sayılı Türk büyükleri arasında çok yükseltmektedir. Bilhassa & nokta çok dikkat çekici bir siyâsî kavrayış ifade eder. Genç, haşin ve ihtiraslı Kapagan, seferler ve zaferler dizisini 693 Çin baskını ile açtı. Üng-çu eyaletini şiddetle dlrbeledf ve aynı sene içinde aynı bölgeye yedi sefer deha tertipledi. Sonra Ordos'a akın yaptı. Askeri harekâtını yenliden U%çü*ya teksif ettiği yıtela (696'da), Şeng-çu'ya.*, Lteng-çu'ya-3/ yngrÇtt'ya «eefer yapmışta- Katanlarla Çin** bozuşmasını kendi lehtne değerlendirerek, Fang^üh paratoriçesi Wu'yu destekledi. Korkunç K'i-tanlar'ı Hopei bölgesinde ağır bir hezimete uğrattıktan (Ekim 696) sonra, imparatoriçeden isteklerini sıraladı: 100 bin "huş (hu= 12.5 kilo çeken ölçek) tohumluk darHZ-3 bin adet ziraat âleti, 10-fcin (T'ang-shu'ya göre 40 bin) fond demir, Çin topraklarında oturan (Çoğu Ordus'da "6 eyalet" arazisinde idi) Türkler'in anavatana iadesi. Sonra Kapgan Yenisey böl-

TÜRK TARİHİ

ıae

gesini işgal etmekte olan Kırgızlar'a yöneldi Mevsim kış (697-696), yol uzun ve meşakkatli idi, fakat bu sefere zaruret vardı. "(Kuvvetli Kırgız Kağanı) Çin ve On-ok kağanları ite anlaşıp, Altun ormanında (Altaylar'da ) toplanalım, ordularımızı birleştirdim Türk kağanına saldıralım, yoksa kağan cesur ve ayguçı'sı bilge olduğundan o bizi mahv eder demişler" (Tonyukuk Kitabesi).Kapagan île Tonyuyuk idaresindeki Gök-Türk ordusu 'kar sökerek ağaç dallarına tutunarak, bazan atları yedeğe alarak* yolsuz vadilerden Kögmen dağlarını aştı., Yenisey kaynaklarında Anı İrmağı Kıyısındaki Kırgızlar'ı bastırdı, "han* ı telef olan Kırgız ülkesi teslim alındı (697). Sıra üçlü ittifakta yer aldığını gördüğümüz Türgişfer'e (On-ok'lar) geldi. Fakat Çin, Kapagan'ın isteklerini sürüncemede bırakıyordu. 697 yazında hakan , mevcut duruma uygun olarak, orduyu ve idareyi yeniden teşkilâtlandırdı: Kardeşi To-si-fu'yu hakanlığın sol kanadı 'şad'ı, llteriş'in oğlu 14 yaşındaki Bilge'yi sağ kanad'a Tar-duş üzerine "şad" tâyin etti ve kendi oğlu BögO (Kitabelerde İnal Kağan, Çin kaynaklarında Fu-kü)'yü "küçük kağan1 yaptı. Bu suretle Türk imparatorluğunda iki cephe teşekkül etmiş, askerî kuvvetler de iki ordular grubu hâlinde tertiplenmişti. Kapagan Çin ile savaşa hazırlanırken, Inâl Kağan ite Bilge Şad emrindeki fakat gerçek sevk ve idaresi Tonyukuk'un elinde bulunan batı ordular grubu da On-oklar'ı devlete bağlamak vazifesini almışlardı. Çin elçilerine karşı Kapgan'ın şiddetli ve kararlı tutumu şimdilik doğuda bir silâhlı çatışmayı önledi. "Ma ş*o'nun kudretinden telâşlananÇin" den derhal Ûçbin ziraat âleti, 40 Wn V O #■ 10 **») tohumluk dar» gönderildi ve Yürkter anavatan topraklarına iade edildi (698), Büyük "kagan'ın plânlarından ikisi gerçekleşmişti. Ancak* Kapagan'»* kamı bir T'ang prensi ile evlendirmek arzusuna karşı, ımparatoriçe Wfc£nun, T'ang'lardan değil de, kendi ailesinden bir prensi darnad olarak ortaya söwne$ipden öfkelenen Kapagan, yanında bulunan Çin elçilik hey'etînden general Çen-çwvei {Tang sülâlesine mensup olmalı) yi ^Çin kağan*' ilân ederek, onunla biSikte aneoaıv fcıima gibi, Çin topraklarında göründü: Kue*-çu, T'an-çu. Plng^u, 3tt*çu, Ting-çu, Çao-çu eyâletlerine, aynı sene içinde (698) 30 defa çıkış yaptı. 100 bin kişilik ordusu tarafından, karşı koyan bütün Çin kuvvetleri ezildi, at sürüler», başta olmak üzere bol ganimet ve esir alındı. Qradan kuzeye yönelen Kapagan'a, Çin orduları kumandanı Şa-Ça-cung-i, emrindeki birkaç yüd>Wk kuvvetine rağmen.hücuma cesaret edemîyerek» Gök-Türk s^van tümenlerinin geçişini uzaktan seyrederken, ümidini kaybeden Çin sarayı da orduya gönderdiği gizli bir günlük emirle, 'kagan'ı bulup öldürenfc)* prens ilân edileceğini badtriyordu. Bu sırada tnâl İle Bilge tarafından sevk edilen batı ordular grubu da, Tonyukuk'un yüksek kumandasında. Atayla*-! aşıp Yanş-ovası {Cungarya)na doğru ilerlemiş ve BolÇfc^Uwgu gölünün güney-batı kıyısında; bugüeı Tokoi kasabasına "ateş ve fırtıne" gibi saldıran Türgiş kagantain kumandasındaki 10 tümeni (îpO bin kişilik) Ön-oklar ordusu üzerinde kesin zafer kazanmıştı (698). Türgiş hakanı U-çe-le'riin esareti, yabgusu ve şadının yakalanması ile neticelenen Bolçu savaşı. On-oktar'ın bütün To-lu ve Nu-şj-pi kabileler»», BalkaşX Işık göl. Çu ve Talaş bölgesindeki TürMer'i Gök-Türk birliğine bağlamış. Hâkanbğm sınırlan Taşkent.tf» fer-gana'ya dayanmıştı. Çîn kayıtlarına gûr*» "Mo-ç'o zaferlerinden gurur duymakta, imparatorluğumuzu hakir görmekte. Yüksek gayeleri var. Her tarafa ordular sevk ediyor. Arazisinin genişliği 10"J*ı 'V («aşağı yukarı 4500 taneden fazla. Bütün

140

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

barbarlar. (»Çin dışındakiler) onun emri altında..." . Böylece vaktiyle Tardu'nun, Türk birliğini gerçekleştirdiği tarihten tam 100 sene sonra Kapagan Kagan'ın Doğu-Bat» hakanlıklarının topraklarını tek idarede toplaması yolu ile "dehşet verici Türk birliği ihya edilmişti". Ancak Kapagan'ın plânında 3. noktanın tamamlanması İçin Mâveraünnehir'in de zaptı gerekiyordu. Coğrafî mevki]. Udimi, verimli topraklan 8e zenginliği bütün kaynaklarda övülen Mâveraünnehir'de o sırada Gök-Türk ordularına karşı koyacak bir kuvvet yok idi. Türk soylu bazı ailelerin İdare ettiği "şehir krallıkları" 6751erden beri, nisbeten küçük Kuvvetlerle ufak çapta teşebbüslere girişen Müslüman-Arap kumandanlara ('Abdullah b Ziyad,Sa'id b. Osman, Musa, Mühelleb v.b.) başarı ife mukabele etmekte idüer Yine Tonyukuk'un yüksek kumandasında olmak üzere, "inal kağan" ve Bilge taraflarından sevk ve idare edilen, o sene henüz 16 yaşındaki Kül Tegin'in de dahil bulunduğu Gök-Türk batı orduları grubu Altaylar-Bolçu-Yarış Ovası "Kavimler kapısı' -Çu ve Talaş havzaları- Karadağ kuzeyi üzerinden inci (Seyhun= Sirderya) kıyılarına ulaştı ve nehri geçerek Mâveraünnehir'in Kızıl-kum çölüne daldı ve tam güney istikametini aldı. Ordunun bir kışımın, muhtemel bir yan hücuma karşı, İnal idaresinde burada bırakan Tonyukuk ilerledi ve ilk olarak Semerkand'ın güney doğusunda savaşa hazır bekleyen Sok kumandasındaki orduyu ezdi (701), esirler ve zengin ganimet elde etti: "san attın, beyaz gümüş, kız-kızan..." (Tonyukuk Kitabesi), aynı zamanda Çinlilere karşı da bir zafer kazanıldı: Bilge ile Kül Tegin, Keş şehrinin doğusunda. Ato-çub (Chao-wu) kavminden de aldığı yardımlarla 50 bin kişilik Wr kuvvet başında, Gök-Türkler'in ipek yolu geçiş hattına inmesine engel olmağa hazırlanan Çinfi general Ong-Tutuk (Wef Yüan-çung) u Idukbaşf'mevkiinde mağlûp ve ordusunu imha ettiler. Cesaret ve savaşçılığını ilk defa bu muharebede ortaya koyan KÜ! Tegin Çinli kumandanı, eli ile yakalayıp esir etmişti. Bu suretle engeller kalkınca Gök-Türk ordusu Tamir Kapıg (Demir Kapı)'a ulaştı. Burası, bilindiği gibi, M.O. asarlardan beri İran-Turan (Türk) ülkelerinin arasında tabi? sınır kabul edilmekte idi. Mâveraünnehir seferi münasebeti ile Orhun kitabelerinde ilk defa müslüman Arabiar (Tâzik) zikredilmiştir, iranlıların Araplar'a verdikleri Tazi adından (Tay adlı Arab kabilesinden) gelen Tazik, (Türkler tarafından, sonraları İranlılar için kullanılmıştı; Tacik), ozaman. Keş, şehrinde karargâh kurmuş olan, Horasan valisi, Mühelleb'in kuvvetleri île ilgili olmalıdır. Anlaşıldığına göre İnal kumandasındaki kuvvet bir Arap hücumuna karşı orada bırakılmış, fakat Mühelleb ordusu her hangi bir harekette bulunmamıştır. Diğer taraftan Kapagan Kağan Çin'e akınlarına devam ediyordu. 700'de Lungçu'ya "i sefer. TO^de Yen-çu, Hia-u. Şî-lfng, Hin-çu, Rng-çu bölgelerine 20 sefeı yaptı. 704'de Kül Tegin ile Bilge'nin de katıldıkları büyük Ming-şa muharebesinde Çaça Sengün (Şa-ça Çung-i) kumandasındaki 80 bin kişilik Çin ordusu hezimete uğratıldı ve hemen arkasından Lung-çu, Yuan-çu, Hin-çu'ya karşı 11 akın tertiplendi. T'ang imparatoru Çung-tsung yine bir günlük emir neşrederek, Kapagan'ı esir eden ve öldüreni "prens" unvanı ve 2 bin lop ipek vererek taltif edeceğini ilân ediyordu. Ayrıca bütün vazifelilere Gök-Türkler'i mağlûp etmek için plânlar hazırlamalarını emretti. Bunun üzerine sarayın yüksek memurlarından Lu Fu'nun imparatora

TÜRKTARtHt

141

sunduğu raporda çare olarak: 1- Barbarlan birbirine karşı tahrik etmek, 2- Barbarları iki cephede birden savaşa zorlamak, yolları tavsiye ediliyor ve M.ö. 36 yılında Çr-çfinfn böyle yenildiği hatırteblıyortfcr; Bu arada, 649'dan beri Çin ile siyasî münasebetler kurmuş bulunan Basmıllar tekrar itaate alındı (704). 709'da Çik'ler ve Az'lar. (her iklşi de Kırgfölar'ın doğu komşuları) Bilge tarafından hakanlığa bağlandı. Gök-Türk ordularının uzaklarda meşgul olmasını fırsat biterek başkaldırmağa teşebbüs eden Kırgızlar'da Bilge-Kül Tegin idaresinde "mızrak boyu kar sökerek Kögrrien dağlarını aşan" Gök-Türk orduları tarafından Songa ormanında ikinci defa mağlûp edildi (710). Aynı yıl içinde Tola ırmağı civarındaki Bayırkular, Türgi-yargın gölü savaşında bozguna uğratıldı. 711 yılında yine Bolçu civarında Türgiş kuvvetleri darbelendi, han'ı, yabgu'su, şad'ı öldürüldü. Türgiş ülkesi ve "Kara Türgiş" halkı İtaate alındı ve bir Mâveraünnehir seteri daha yapıldı. Bunun sebebi, kitabelere göre, "Sogdak (Semerkand bölgesi) kavmini tanzim etmeli idi. Bu seferin icra edildiği yıllar (711-714) Mâveraünnehir'de meşhur Kutayba b. Müslim idaresindeki Arab ordularının kesin basanlar sağladığı devre tesadüf eder. Kutayba. Buhara'y* aldıktan sonra Sogd başkenti Semerkand üzerine yürümüş, 300 muhasara makinesi ile kuşattığı şehri, Türk asıllı "kral" Gurak'ı serbest bırakmak şartı 8e, testim almıştı (93/711-712). İslâm kaynaklarında bu münasebetle Mâveraünnehir halkının Türk hakanından yardım istediği böylece, Arablar'la mücadele eden müttefik Mâverraünnehir kuvvetlerinin başında bulunan Hakanın oğlu'nun bir gece baskınında bozguna uğradığı bildirilmektedir. Bu kayıt Gök-Türkler'le ilgili sayılmış ve mağlûp olanın Kül Tegin olduğu iddia edilmiş, mağlûp olan "Gök-Türk prensi"nin mutlaka Kül Tegin olması gerekmediği beyan edilmiş, son olarak da Kapagan Kagan'ın mağlûp olduğu düşüncesi üzerinde durulmuştur. Gerçekte ne Kapagan'ın.ne Bilge'nin, ne de Kül Tegin'in o sırada Mâveraünnehir'e gelmeleri mümkün idi. Zira onlar, hakanın şiddetli tutumundan dolayı isyan eden Türgiş ve Kartuklarla meşgui idiler (711-714). Ton-' yuRuk'da ^05'den beri faal vazifeden çekilmiş bulunuyordu* Esasen yukarıdaki iddialar, bahis mevzuu rivayetin, kumandan Kutayba'nm mensup olduğu Bâhila kabilesinden çıkmış olması, fakat, bü devir Mâveraünnehir islâm harekâtı bakımından ana kaynak durumundaki Ibn'ül-A'sam 'ül-Kûff'de böyle bir rivayetin geçmemesi, Orhun kitabelerinde bir savaştan değil, sadece bir "tanzim" keyfiyetinden bahs edilmesi ve bu husustaki Çin kaynaklan ile karşılaştırılmasından GökTürk orduiarının başka yerlerde bulunduğunun tesbiti sebepleri ile, doğrulanmamıştır. Bu duruma göre. 712 yılında Sogd kuvvetleri başında Araplşr'a yenilen kumandanın £ir Türgjş "hari'ı (daha doğrusu bir Türgiş başbuğu) olabileceği neticesine varılmıştır. Kapagan Kagan'ın gittikçe şiddetini arttıran, müsamaha tanımaz sertliği, huzursuzluğu arttırıyor, gördüğümüz gibi, bilhassa Tütâ boylarının ayaklanmalarına yol açıyordu. 711 yılındsKara^Tûıgiş isyanı KüKTegin tarafından bastırılmış ise de, aynı yılda başlayıp âienedea-fazla süren ve Çinin tahriki neticesinde bütün On ok-lar'ın katılmaları ite-tybe alevlenen Karluk isyanı hayli güçlük çıkarak İmparator Çung-feung'un Kan*su;eyaletierirtdeW orduların» Göfc-Türkler'e karşı seferber hâle getirdiği bu sıkıntılı günlerde, "Türkistan" daki yurtlarından kalkarak ötüken'e kadar sokulmağa muvaffak olduklafıenlaşılan Kartuklar ve müttefikleri ancak Kapagan,

141

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Bilge ve KOI Tegm'in ortak harekâtı le Tamıg Iduk-başı (Tamir ırmağının kaynağı. Her yıl mayıs ayında Gök-Türkter'in büyük törenler tertipledikleri yer)'daki şiddetli savaşta mağlûp edilerek dağıtabildiler. Bir kısım Karluk kütlesi ve başkaları Çin'e sığındılar ve San-yuan bölgesine yerleştirildiler. Tamıg Iduk-başı muharebesi tam zamanında kazanılmış, Gök Türkleri iki cephede savaşmağa mecbur etmeği hedef alan Çm kuvvetlerinin Kartuklar lehine müdahelesi önlenmişti. Şimdi de Çin hazırlığın! sat dışı etmek gerekiyordu: Çin yığınak merkezi Beş-balık üzerine sefer yapıldı (714). Çin kaynaklarına? belirttiğine göre, hâl Kağan ite Tung-iç Tegin ve hakanın eniştesinin kumandasındaki sevk edilen ordu, Beş-balık'ı kuşattı. Kitabelerden, Bilge'ntn de katıldığı aniaşıian bu harekâtta şehir ele geçirilemedi ise de karışıklıktan faydalanarak Tokmak'daki Türk kabileleri üzerinde bir zafer kazanmakla iktifa eden Çinlilerin Gök-Türkler'e karşı büyük ölçüde taarruzu ortadan kaldırılmış oldu. Ancak hakanlık bir kazan gibi kaynamakta idi. Kitabelerdeki j "Amcam Kagan'et idare» kanşıkuk içine düştüğü, halkta ikilik ortaya çıktığı zaman..." gibi İfadeler de durumu açıklamağa yeter. Az'lar ve arkasından izgiller şiddetle ezildi (715). Fakat hakanlığın esas kütlesini meydana getirdiği için devleti temellerinden sarsarak, nihayet ihtilâle sebep olan Oğuzlar'ın isyanları Gök-Türk içtimaî bünyesinde dada yaralar açtı ve en büyük neticesi batı (On-ok'lar ülkesi, yâni Kartuklar, Türgrşler ve Mâveraünnehir) 'm hakanlıktan kopması oldu. 714 yılı sonbaharında baş&dtğ* anlaşılan Oğuz ayaklanmalarının- Oğuzlar'ın devlete olan nisbetleri dolaytsıyie- j hayretle karşılandığı kitabelerden sezilmektedir: "Dokuz Oğuz kavmi kendi kavmim idi, gök ve yar karıştığı için, düşman oldu". 715 baharında Kagan'ın açmak zorunda kaldığ* Dokuz-oğuz seferinde mağlûp edilen Oğuzlar'ın hayvanları öldürüldü. 716 senesinde Oğuz kabilelerinden Bayırkular şiddetle tenkil edildi. Fakat, bu ömrü boyunca durup dintenmiyen haşin tabiatlı kapagan Kagan'ın seri hâlindeki zaferlerinin sonuncusu oldu. Kendinden emin, Ötüken'e dönerken yolda Baytfkular'm pususuna düştü, üzerine atılan bir Bayırku'lı tarafından öldürüldü (22 Temmuz 716). Bayifkular'm Çin ile temas halinde oldukları, bu sırada onlar nezdinde bir Çin elçisiron bulunmasından anlaşılıyor. Hattâ rivayete göre Kapagan'ın kesilen başı bu elçi tarafından Çin'e götürülmüştür. Kapagan'ın yerine geçen oğlu tnâl (Bögü) hakanlığın bu en buhranlı devrinde devlet dizginlerini elinde tutacak kudrette değildi, Karışıklığı önleyememiş, yurda huzur getirememişti. Halbuki Tüm halkı bu hususları hakandan beklerdi. Oğuzlar büsbütün alevlendikleri için devleti kurtarmak işi, literiş'in oğullan, Bilge ile Kül Tegtn'in omuzlarme yüklenmişti. 710 yıhnda Küf Tegin 5 Oğuz seferi yapmış (Togubaiık, Kuşiagak, Çuş-başı. Ezgenti-kadaz savaşları. Bunlardan 2.de Oğuzlar'dan Edteierte, 4. de yine Oğuzlar dan Tongralarla savaştı. 3. muharebenin yeri bilinmiyor) ve seterlerden dördüne Bilge de katılmıştı. Kitabelerde Gök-Türk ordusunun takatten düştüğünü ve cesaretini kaybettiğini belirten ibareler vardır. Bütün bu olup bitenler yeni hakanın beceriksizliğine atf olunuyor ve halkta, Tanrı tarafından hakanlık vasfının ondan geri alındığı kanaati uyanıyordu. Ülkenin felaketten kurtulması için hakanın değişmesi lâzımdı. Çin kaynaklarındaki izahata göre, her hâlde Böğü'nün direnmesi neticesi, değiştirme zor kullanılarak yapıldı, inal Kağan, kardeşi, akrabaian, beyleri ve taraftarları öldürüldü. İhtilâl plânı iki kardeş, Bilge ve Kül Tegin tarafından hazırlanmış, fakat Kül Tegin tarafından icra edilmişti.

TÜRK TARİHİ

143

Bilge, kardeşinin ısrarı ile, Kağan oldu (716-734). Kül Tegin de Gök-Türk orduları başkumandanlığını üzerine aldı. 705 yılından beri yüksek mahkeme üyeliği yapmakta ikanı» Bilge1 nin kayınbabası olduğu için ihtilâl sırasında dokunulmayan Tonyukuk da tekrar eski vazifesi olan "Aygucı" (devlet müşaviri)'lığa getirildi. Fakat umumî bir yorgunluk, bezginlik vardı: Tanrı Türk kavmi yaşasın diye beni tahta oturttu. İçte aşsız, dışta giyeceksiz, bir kavme Kağan oldum. Babamızın, amcamızın kazandığı milletin adı, sanı unutulmasın diye kardeşimle sözleştik. Türk milleti iğin gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kül Tegin ile şadlarla ölesiye çalıştık." (Kitabeler). Oğuzlarla mücadele eski şiddeti ile devam ediyordu. O sene büyük ölçüde hayvan telefatına sebep olan kıtlıkta bile Bilge sefer halinde idi. Ötüken üzerine yürüyen Üç-Oğuzlar püskürtüldü. Dokuz Tatarlar'la ittifak ederek hücuma geçen Oğuzlar Ağu'da cereyan eden İki savaşta bozguna uğratıldı ve Oğuz kütleleri yurtlarını terk ederek Çin sınırlarına doğru çekildiler (717-718). 717'de başkaldıran Uygur ll-Teberleri ile 718'de tekrar isyana teşebbüs eden Kartuklar ite savaşıldı ve başarıya ulaşıldı. Bilge Kağan Çin ile iyi geçinmek arzusunda idi. Bunun lüzumuna, Tonyukuk'un da Çin'in kuvvetli, Gök-Türkler'in ise yorgun ve ihtimama muhtaç oldukları hususundaki kanaati neticesinde inanmıştı. Fakat sığıntı Gök-Türk prensi 9e etrafındakiler i Bilge'ye karşı silahla mücadeleye teşvik eden Çin, Türkler'in durumunu İstismar hevesi ile, Gök-Türk barış teklifine (721) 300 bin kişilik bir ordu hazırlamakla cevap verdi. Aynı zamanda K'i-tanlar ve Tatabtlar'ın askerî desteğini elde eden Çin, Beş-balık'taki Basmıllar ile de anlaşmıştı. Nazik durum büyük devlet adamı ve stratej Tonyukuk tarafından kurtarıldı. Onun plânları, sevk ve idaresi altında önce Basmıllar mağlûp edilip Beş-balık kuşatıldı, K'i-tanlar ve Tatabılar safdışı edildi (722-723), sonra da yalnız başına kalan Çin şiddetli kar darbe ile baskı altına alındı: Santan (Kan-su'da) savaşında Çin ordusu bozguna uğratıldıktan ve Beş-balık zapt edildikten sonra Liang-çu, Kan-çu, Yuan-çu bölgeleri 10 sefer yapılarak ele geçirildi- Hakanlık eski zindelik ve itibarını kazanmıştı. Bütün doğu ve Tarbagatay'a kadar batı hakanlık idaresinde idi. Hattâ Bilge, 717 karışıklığında ötüken ile: alâkasını kesip kendi başına bir devlet durumuna girmiş olan Türgiş hakanlığını bite kendine tâbi saymakta idi. Bu başarılar üç Gök-Türk büyüğünün: Tonyukuk.Bilge, Kül Tegin'in azim ve gayreti ile elde edilmişfi. Çin de şüphesiz durumun farkında idi. İmparator Hüang-sung'un başkanlığında yapılan bir toplantıda şöyle konuşuluyordu: "...Gök Türkter'in ne zaman, ne yapacakları bilinmez. Kağan Bilge iyidir, milletini sever, Türkler'de ondan memnundurlar... Kül Tegin harp san'atının ustasıdır, ona karşı koyacak bir kuvvet güc bulunur... Tonyukuk ise otoriter ve bilgedir, niyeti^ Kurnazlığı çoktur. İşte bu üç *barbar" aynı anlayışta olarak bir aradadırlar..' . 724'de Çih ile anlaşma olmuştu. İmparator, Bilge Kagan'ın taleplerimden olan bir Çin'li prenses ile evlenme işini görüşmek üzere Öİüken'e elçi gönderdi. Hakan bu etçiyi, hâtun'un, K$ Tegin'in ve Tonyukuk'un hazır bulunduğu mecliste kabul etti (7İf}, daha sonra kendi elçisi, nazırlardan Mei-lu-ç'o (Buyrukçur)'u Çin başkentine gönderdi. Çin sarayında itina ile ağırlanan bu elçinin temastan naflcesinde So-fank (Ling-çu'da) şehrinin, Gök-Türkler'in serbestçe ticaret yapabilecekleri ortak pazar-yeri olmasına karar verildi. Büyük Gök-Türk devlet adamı Tonyukuk ile ilgili son haber 725'e aittir. O, her-

144

TÜRK Di \ VASİ EL KİTABI

hâlde bu tarihten az sonra ölmüş olmalıdır. Gök-Türk istiklâl savaşı hazırlıklarından itibaren, İHeris. Kapagan, Bilge zamanlarında devlete 46 yıl hizmet eden, savaşlannda hiç başansızbğa uğramayan, "Boyla Bağa Apa Tarkan" unvanlarını taşıyan 'btige* ve slratej Tonyukuk hakanlığın ordusunu, mâliyesini, adliyesini tanzimde başta geliyordu. Çin kaynaklannda bile bu meziyetleri belirtilmekte ve "Aygucı" olarak hakanlar üzerindeki tesirini, aynı zamanda o çağın dinî kültürel cereyanlarını nasıl yakından takip edip Türk milleti açısından değerlendirdiğini gösteren deliller verilmektedir; Bilge Kağan, Çin'de olduğu gibi, Türk (tikesinde de şehirleri surlarla çevirtmek, hisarlar yaptırmak istiyordu. Tonyukuk îtiraz etti: "Bunlar olmamalı. Biz ömrünü sulu ve otlu bozkırlarda geçiren bir milletiz. Hayat tarzımız bizi daima bir harp egzersizi içinde tutmaktadır. Gök-Türkler'in sayısı Çinlilerin yüzde W\ bile değildir Başanlanmız yaşayış mamızdan ileri gelir. Kuvvetli zamanlarımızda ordular sevk eder. akınlar yaparız. Zayıf isek, bozkırlara çekilir, mücadele ederiz. Eğer kale ve surlar içine kapanırsak, T'ang orduları bizi kuşatır, ülkemizi istilâ eöet.,.'. Bilge nin diğer bir düşüncesi de memlekette budist ve taoist tapınaklar inşa ettirerek bu din ve felsefeyi Türkler arasında yaymaktı. Tonyukuk şöyle dedi: 'Her ikisi de insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zaafa uğratır. Kuvvet ve savaşça yolu bu değildir. Bize uygun düşmez. Türk milletini yaşatmak istiyorsak, ne bu çeşit tâlimlere, ne de bu türlü tapınaklara ülkemizde yer vermemeliyiz". Kaynağın (T'ang-shu) ilâve ettiğine göre, bu tavsiyelerdeki "derin mâna" Gök-Türk başkentinde ryî anlaşılmıştır. Bugün batılı araştırıcılar tarafından Tonyukuk'a "Gök Türk Bismarckr denilmektedir. Tonyukuk OidOkten sonra, hâtırasına Orhun'da Bayın-çokto mevkiinde bir kitabe dikilmiştir fherhâide 726-727*lerde). Yalnız Türkier'den kalma bir millî tarih kaynağı olarak değil, aynı zamanda Türk dili ve edebiyatının uzun ve kolayca okunabilen ilk âbidesi olarak da küttür tarihinde mühim yer tutan bu kitabe metnirtn bizzat Tonyukuk taralından kaleme alınmış olması ihtimali, Aygucı, Bilge Tonyukuk'a Türk edebryattnfn adı ve şahsiyeti bilinen ilk siması olmak şerefini de kazandırmaktadır 731 yılında da Küf Tegin öidü (eski Tüıfc takvimlerine göre, "koyun" yılının 17. günü» 27 Şubat 731). 47 yaşında idî ve inançu, Apa, Tarkan unvanlarını taşıyordu. 7 yaşından beni ömrünü Türk milîeti'nin yücelmesine hasr eden cesareti, savaşçsfcğ» hem Türk, hem Çin vesikalannda övülen Kül Tegin'in büyük kahramanlıklanndan biri, Gök-Türk karargâhının 716'da Dokuz-oğuz'lar tarafından basıldığı zaman görüşmüştü. Bilge Kağan anlatıyor: "Anam hâtûn, büyük kadınlar^fcardeşlerim, gelinim, prenseslerim cariye olacaktı. Ötenler yolda kalacaktı. Kül Tegin karargâhı vermecfi. O, olmasa idi hepiniz ölecektiniz * (Kitabeler), ölümü hakanlıkta büyük teessür yaratan kahraman hakkında işte kitabelere geçen samimi ifadeler (Büge'rtin ağzından): "-..Küçük kardeşim Kül Tegin öldü, görür gözüm görmez oldu, bilir bilgim bilmez oldu. Zamanın takdiri Tanrınındır. Kişi-oğlu ölmek için yaratılmıştır. Yastandım, gözden yaş. gönülden feryat gelerek yanıp yıkıldım... Milletimin gözü, kaşı (ağlamaktan) fena otecak diye sakındım". Çin'de de aynı üzüntü duyulmuş, imparator hususî elçi ile ötüken'e baş sağlığı mektubu göndermiş, Küf Tegin'in hâtırasına dikilecek âbideye Çince bir metnin de hakkedilmesini arzu etmiş- ' ti. Bilge Kağanın isteği ile hazırlanan Kül Tegin kitabesininTürkçe metnini Kül

TÜRK TARİHÎ

145

Tegin'in "atıst^atabey't) prens YbHıg Tegin yazmış ve 20 günde taşa hakettirmişti. Gök-Türk tariltf, küitürfrvrTürk dil ve edebiyafe yönlerinden emsalsiz hfr değer taşıyan bu kitabe ile birlikte Kül Tegin'in anıt-kabri ve içindeki nakış ve tasvirler tamamlanmış ve büyük cenaze töreni 1 Kasım 731 günü fKoyurf atfının 9. ayam 27ö) yapılmıştır. Törerrt Gök-Türk halkı ve ileri gelenlerinden başka'ÇkvKMM Tatabı, Tibet, 4tart, Sogd, Buhara, Türgiş, Kırgız vb. devlet ve kavimler hususî hey'etlerle katılmışlardır. | iki büyük yardımcısını kaybeden Bilge'nin 734 yazında K'i-tan ve Tatabılar'a karşı Töngkes dağı'nda kazandığı zafer dışında bir faaliyeti görülmemektedir. Bilge, kendisi ile evlenmesi kararlaştırılan Çin'li prenses için teşekkürlerini bildirmek üzere imparatora elçi göndermiş, fakat bu evlenme gerçekleşmemiştir. Çünkü, yukarıda adı geçen Buyruk-çur tarafından zehirlendi. Ölünceye kadar, başta bu nazır olmak üzere işbirlikçilerini bertaraf eden Bilge nihayet 25 Kasım 734'de öldü ("it" yılının 10. ayının 26'sı). 19 sene "şad" ve 19 yıl kağan dmuş, Çin kaynaklarında da belirtildiği üzere, çok güvendiği "Türk milletini çok sevmek" ile temayüz etmiş idi. "Ey Türk milleti, üstte gök yıkılmaz, altta yer delinmezse, devletini, töreni kim bozabilir" (Kitabeler) diyen Bilge, oğlu tarafından diktirilen kitabede şunları söylemektedir;"...Üstte Tanrı, aşağıda yer buyurduğu için milletimi, gözünün görmediği, kulağının duymadığı ileri gün doğusuna, geri gün batısına, beri gün ortasına, yukarı gece ortasına kadar götürdüm. Altın'ın sarısını, gümüşün beyazını, ipeğin hâlisini, atın aygırını, kakım'ın siyahını, sincab'ın gökünü milletime, Türklerime kazandırdım". Bilge Kagan'ın ölümü, Kül Tegin'in acısını henüz unutmayan Türk halkını yasa boğdu. Çin imparatoru da ülkesinde matem ilân ederek, taziyelerini bildirdi. Bilge için bir anıt-kâbir inşasına ve bir kitabe dikilmesi hazırlığına başlandı. Metni yine Yollıg Tegin kaleme almış ve bir ay 4 günde taşa kazdırmıştı (735). Çin imparatorunun arzusu üzerine buraya da Çince bir kitabe ilâve edildi. Bilgenin ölümü üzerine Gök-Türk hakanlığında çöküş beürtüeıf kendini gösterdi. Babasının yerine tahta çıkan Türk Bilge Kağan (Çin kaynaklarında, l-jan)'dan sonra küçük kardeşi Tengri Han (Çince'si, Teng-li) geçfi. 740 yAnda Gök-Türk tahtında yîhe'Tengri Han" diye anılan bir kağan vardı ve bu, Bitge"nih oğlu id* (Bilge'den sonraki kağanlar meselesi biraz karışıktır). Hakan çocuk denecek yaşta olduğu için idare annesi (Tonyukuk'un kızı) P'o-fu'nun etinde idi. Hâtûn devlete hâkim olamadı, hanedan üyeleri birbirine düştü ve huzursuzluk bütün yurda yayıldı. Durumdan faydalanan Basmıllar, Karluklar ve Uygurlar .birleştiler ve vaziyete hâkim olur olmaz, Aşına ailesinden gelen, Basmıl başbuğunu "kağan" ilân ettiler (742) ve Gök-Türk hakanı Ozmış (Vu-su-mi-şi)i sonra da onun küçük kardeşi, son GökTürk hakanı Po-mei'yi öldürdüler. Bu arada müttefiklerin araları açıldı. Basmıl başbuğu (Kağan) ortadan kaldırıldı ve Uygur başbuğu Kağan ilân edildi: Kutluğ Küt Bilge Han (745>. ÛtOkan'de Uygur Türk devleti başlıyordu Bununla beraber, Gök-Türk çağının bazı aileleri, hatta Tonyukuk soyundan gelenler, Uygur devletinde ve sonraki Moğollar devrinde bile ehemmiyetlerini muhafaza etmiş görünmektedi*te&

4. Uygurlar Orhun kitabelerinde, Uk defa, 717 yılındaki ayaklanmalar n&nasebeti ile zikredilen Uygurlar, Çin kaynaklarında çok eski zamanlardan beri adlarının türiü şekiller!

14»

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

He anılmışlardı: Hoei-ho, Vei-ho, Yüen-ho, Hui-hu, Hu-ho, Heui-hu. Uygur adının mânası, 974'de tamamlanan Çince Kiu Wu Tai adlı eserde 'şahin sür'ati ile dolaşan ve hücum eden" diye açıklanmakta, fakat, diğer taraftan kelimenin 6timoiogique olarak uy (takip etmek) + gur tarzında (Sal-gur gibi) meydana geldiği belirtilmektedir. Çin kaynaklarında Asya Hunlan'ndan indikleri belirtilen Uygurlar'ın bir menşe efsanesine göre, ataları Hun hükümdarlarının kızı ile bir kurttan tüt remiştir. Tabgaçlar de^r'tnöe (366-534) Kao-kü (Kao-châ) adı ile görülen ve &. asrın 2. yansında bir beylik kuran Uygurlar daha sonra bütün yukarı-Orta Asya'yı kapladığı anlaşılan Töiesler'ın bir kısmını teşkil etmiştir ki, I. Gök-Türk hakanlığı çağında o durumunu muhafaza ediyor ve o zaman Selenga ırmağı etrafında oturuyorlardı. 7. asrın ilk çeyreğinde Sir-Tarduşlar'ın 6 kabileden kurulu birliğine katılmışlar, sonra P'u-ku, Tongra, Bayırku ve Fu-lo-pu kabileleri Uygur kabilesi etrafında toplanarak, 'Uygur adını almışlardır. Beyleri Erkin unvanını taşıyordu. Bu sırada 50 bin savaşçı çıkardıkları bildirilmektedir. 1. Gök-Türk hakanlığının inkıraza doğru gittiği yıllarda böylece ortaya çıkan Uygur beyliği Erkin T'â-kiep tarafından idare edildi. Ölümü üzerine de yerine oğlu P'u-se geçirildi. Tarduşlar'la işbirliği yaparak Kağan Kıe-ii'nin oğlu kumandasındaki Gök-Türk ordusunu mağlûp eden (6301arda) P'u-se zamanında Uygurlar kuvvetlenmiş, bilhassa, P'u-se'nin annesi Vu-to-hun'un ciddiliği ve töre hükümleri hususundaki titizliği sayesinde beylik tamamen nizama girmişti. O zaman "Erkin- yerine İMeber (Çince'de Hie-li-fa) unvanı kullanılmağa baştandı. b-Teber'liğin merkezi Tola nehri havalisinde idi. Il-Teber Tu-mi-tu, Tarduş başbuğunu mağlûp ederek arazisini genişletti, sonra güneye Huang-ho'ya kadar varan bir akın yaptı ve neticede Çin imparatoru tarafından tanındı (646). Kendini "Kağan* ilân etti, ülkesini Gök-Türk tarzında teşkilâtlandırdı. 647de Çin tarafından baskı altına alınmak istenen ve neticede Çin'in tahriki ile öldürülen T*tHnMu (648)Yıun oğtu Po-ju, Çin'in On-ok'lar başına *kagan" yaptığı Holü *yu mağlûp ederek Taşkent yakınlarına kadar ilerledi (656). Ondan sonra yerine geçen kızkardeşi zamanında gittikçe zayıflayan Uygur beyliği nihayet Kapagan Kağan tarafından Gök-Türkier'e bağlandı, • -Uygur Hakanlığı 745'de Gök-Türk idaresini yıkarak, Ötükende bir hakanlık kuran Uygurlar 9 urug'dan meydana gelen bir birök olup (Yaglakar= Çince'de: TftMMco, hâkanlaftn mensup olduğu urug, Hu-tu-ko, Tu-kMrit Mo-ko-si-kf, A-vo-çö; Ko-sa.Hu-vu-su, Yo-vu-ko, Hi-ye-vu. 6u dokuz urugdan kurutu Uygur kabilesi idaresinde teşekkül eden Dokuz-Oguz birliğinin diğer kabileleri,: Fu-kof Hun, Pa-ye-ku.T'ung-lo, Sse-kie, Ki-pi.A-pu-sse, Ku-lun-vu-ku) Kariuk ve Basmıllar'ı da kendilerine bağladıklarından birlikteki kabile sayısı 11'e yükselmişti. Orhun kıyısındaki başkenti Ordubalık (sonraki Kara-balgasun yakınmda)'ı kuran ilk Uygur hakanı Kutlug Kül Bilge 747*de öldü. Yerine oğlu Mo-yen-çur "kağan* oldu fTanrıda bolmuş il etmiş Bfc ge kağan 747-759). Bugünkü kuzey Moğolistan'da Şine-usu gölü yakınındaki Uygur hakanlığının ilk devri için çok mühim olan, kitabeden anlaşıldığına göre, ihtimâl o sırada Basmıllar'ın birlikten ayrılmış olması dolay isiyle 10 kabileden kurulu Uygurların hakanı Mo-yen-çur, kuzeyde Kırgızlarla, batıda Kartuklar ve onlara yardım eden Türgişler ve Basmıllar'la, ayrıca Sekiz-oğuz, Dokuz-Tatar ve Çikler'le savaşmış, hâkimiyetini Yenisey kaynaklan, Çu-Talas havaimi, iç-Asya ve Kerulen'e

TÜRK TARİHİ

14?

kadar yaymış, oğullarını yabgu, şad tâyin etmişti. Fakat asıl Çin üzerinde tesirli oldu. Kartuklar tarafından desteklenen islâm kuvvetleri ile Çinliler arasında cereyan eden büyük Talaş muharebesi (751 )'nde Çinliler ağır mağlûbiyete uğramış, Tarım havzasının Uygurlar'a geçmesini sağlayan ve Çin'in Orta Asya'dan çekilmesini intaç eden bu savaş üzerine, Çin'de büyük hâdiseler olmuştur ki, bunların en mühimi, Türk anadan doğan An-lu-şan adlı bâr kumandanın 200 bin kişilik bir kuvvetle Lo-yang (755) ve Ç'ang-an (757)'ı zapt ederek kendisini imparator ilân etmesi idi. Mo-yen-çur T'ang İmparatoru Su-stung'u destekledi. Lo-yang'ı geri aldı (757). Çin yılda 200 bin top ipek vermeği taahhüt etti. 759da yerine geçen Bögü Kağan (759-779), Tanrıda bolmuş il tutmuş Alp Külüg Bilge Kagan)'da dikkatini karışıklıkların devam ettiği Çine çevirmişti. Asıl niyeti T'ang sülâlesinin artık sözünün geçmediği Çin'e hâkim olmaktı. Uygur ordusunun Çin'de görünmesi ile (762), hakanla akrabalık kurmuş olan Töles menşeli, Çin kumandanı P'u-ku (Buku, Türk unvanı) Hua-ien tarafından isyancılar zararsız hâle getirildi ve Uygur ileri harekâtı önlendi ise de, Türk nüfuzu Çin'de çok artmıştı. Başkent ve şehirlerde pek çok Uygur serbestçe ticaret yapıyor, istedikleri kadar ipekli kumaş alıp, istedikleri fiyattan satıyorlardı. Tibetlilerin hücumuna uğrayan Çin'i korumak üzere JSU-JferHuai-enln daveti ile Bögü'nön yaptığı Lo-yang sefewl*t763) TüBk kültür tarihtbalorranıftrihfeüyük neticeler doğurdu. Hakan ûtüken'e dönerken, Uygurlar'ın hayat ve telâkkilerinin değişmesi bakımından çok tesiri görülen Mani dinini Türkler arasında yaymak üzere, 4 rahibi de beraberinde getim»şti- Böylece hayvan? gıdalar yemeği yasaWayany«flwaşçılık duygusunu zayıflatan. Hın^iyanlfcMazdei2m-Budizyn kanşımıJöir din olan Manihaizm, hakan tarafından kabul edilerek TOrk üresinde resmî bir mahiyet kazandu? Kırgızlar üzerinde de bir zafer kazanan Bögü Kağan, akrabası nazır Bağa Tarkan taraftan öldötotdĞ ve bu nazır hakan oldu {779-789. Alp KuÖug Bilge Kağan). Cesareti ve idaresi övülen, "dünyâ nizamı îçin kanunlar hazırladığa bildirilen bu hakan Kırgızlar'ı tekrar mağlûp etti ve bir Çirff prenses ile evlenmesi sonunda. Uygur tüefeafelr#Çîrf «e tahakkümterihöen doğan bazı anlaşmazlıklar ortadan kalktı. Yerine "Ay Tângride Kut Bulmış Külüg Bilge Kaganf (789-790) ve sonra bunun oğlu Kutlug Bilge (790-795) hakan ddular. Eskidenberi Çin'e karşı ilgi duyan Tibetliler o sırada Beş-balık havalisinde bulunan Şa-t'o (Çöl) ÎOtteri ile anlaşarak, baskınlara başlamışlar*. Çin'i tanımayı iktisadî ve kültürel sebeplerle, gelenek hâline getirmiş olaa Uygurlar, kuvvet göndererek tecavüzleri önlemek ietediterse de başarıya ulaşamadılar. İtibarı sarsılan hakan öldürüldü. Ûtüken'de karışıklık çıktı Fakat 795'de hakan olan, sevmiş kumandan ve idare adana KuMuk{795805>, "Ay Tângride Ülüg Bulmış Alp Kutlug Bilge Kağan" ile, sonraki "Air Tângride Kut Bulmış Külüg Bilge \ (805-808) zamanlarında bir huzur devri açıldı, fettsadî faaliyet gelişti. İç Asya*ın#$rw ticaret şehirlerine nOfatttfML Dış siyâset yönünden.» manı olçiyHça sakin geçen hakan "Ay Tângride Kut Bulmış Alp Büğe" (821-824) başkentte Kara-balgasun kitabesini diktiren hakandır 1$ hükümdarlığı başardı geçmiş, Türkistan ürerine sarkmak isteyen Tibetlileri durdurmuş, hakanlığa bağlı Kar-luktetfm başına yeni bir yabgu tâyin etmiş ve tâ Soğd bölgesine kadar ticarî münasebetlerini geliştirmiştir. Fakat, sonra memlekette karışıklık baş gösterdi. Hakan Alp Bilge 832da 6WQrü»ü, Alp Külüg Bilge Kağan «32-83$ da,*>tannın tahrik ettiği bir isyanda telef oldu. Gittikçe koyulaşan Manihaizm tesirleri dolayısıyla Uy-

148

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

gurtar'da görülen gevşemeye karşılık, Yenisey bölgesinde yen! bir kudret hâlinde kendini gösteren ve 20 yıldan beri Orhun bölgesini baskı altında tutan Kırgızlar 840 yılında kalabalık kuvvetlerle Uygur topraklarına girdiler. Kara-balgasun'u zapt ederek hakanı öldürdüler Ahaliyi kılıçtan geçirdiler, ötüken'de devletleri yıkılan Uygurlar kütleler hâlinde yurtlarını terk ederek Çin sınırlarına ve daha kesif olmak üzere, zengin ticaret merkezlerinin bulunduğu İç-Asya'ya, Beş-balık, Turfan, Kuça vb. sahasına göçtüler. Hakan ailesinden iki kardeş tarafından idare edilen bu göçten sonra Uygur tarihînin ikinci safhası başladı. Göç sırasında, başlarında, kendiler! tarafından "kağan" seçilen prens Vu-hi Tegin (841-846)'in bulunduğu Uygurlar bir müddet bazan Kırgızlar, bazan Çinliler tarafından hırpalandıktan sonra, bir kısmı Çin tâbiiyetine girerken, diğerleri, 5. asırdaki eski yurtlarına, batıya doğru yollandılar ve her iki tarafta da devletler kurdular. Fakat bunlar artık "Bozlar Türk devleti" nden farklı idiler: hâkimiyeti genişletme düşüncesinde olmamış, büyük siyâsî çalışmalara girmemiş, başta Çin hükümetleri olmak üzere, komşuları ile dostluk ve ticaret münasebetlerini devam ettirmeği tercih etmişlerdir.

b • Kan-Çcu Uygur Devleti Bir kısım soydaşlannm aşağı yukarı 150 yıldan beri sakin bulunduğu Kan-su bölgesine gelerek, buranın merkezi Kan-çou 'da yerleşen Uygurlar, Çin ile, daha ziyâde ticari faaliyetler Özerine kurulu iyi münasebetlerini, imparatorların kızları ile Uygur prenslerinin evlendirilmeleri gibi akrabalık bağları ile de sağlamlaştırmışlardır. Ancak T'ang sülâlesine karşı isyanların arttığı 10. asır başlarında Kan-su Uygurları, bağlı olduktan ve merkezi Tun-huang (ünlü Bin-Buda mağaralarının bulunduğu yer) olan Çın askerî bölgesi ile ilgilerini kestiler. Burada 905 yılında, muhtar bir "devler kuran bir âst general "Batı Hanlan'nın Altın-dağ kıralliğı" adını verdiği bu devlete Uygurlar1! tâbi tutmak istemiş, fakat Kan-çou Uygurları tarafından gönderilen Tegin adlı kumandanın idaresindeki ordu Tun-huang'ı kuşatarak halkı "kırarı teslim etmeğe zorlamıştı (911) ki, bu hâdise üzerine Uygurlar'ın batı kolu da istiklâl kazanmıştır. 906*da ytkılarr Vmtg hanedanının yerine geçen çoğu Türk asıllı "5 Sülâle" zama» nında (906-960} Muahhar Leang (907-923) ile Uygurlar pek ilgilenmemişlerdir. 911 €de Tibet eiçrsi ile birlikte Çin'e giden Uygur elçisi münasebeti fit Büyük Uygur devletinin şefinden söz edilmesi Tım-huang zaferinden sonra Uygurlar'ın siyâsi kudretinin arttığını göstermektedir. "5 Sülâle"nin 2.Sİ olan Muahhar T'ang ailesi (923-936ynin kurucusu olan Türk Şa-t'o hükümdarı, o zaman başfannda Jen-mei Ccesur ve doğru*) Kağanın bulunduğu Uygurlar tarafından sarfftnîyetle kakılandı. JervmeFden sonra, 924'de küçük kardeşi Tegin (924-926), sonra A-tu-yu (»"Adruk; seçkin*) ve Jen-yu hakan oldular. Çeşitli tarihlerde Apa, Kflnfftts adlı elçiler Çin'e gönderildiler. Çin'de 3. aölâie (Muahhar Tsin veya Chîn)Vl^kt»İWi:TÖtk Şa-fo hükümdarı (937-946) zamanmda, Jen-flfW(f .rifft kardeşi) Çin'e Altun adındaki elçisini gönderdi ki, "5 sülâle" devrinde zikr edilen bu hâkan'ın ölüm yıh belli değlkSr. Muahhar Han (947-951) ve Muahftafr Chou (951-960)s£Hâl©fefî£#nanın-da tee, gerek Kan-çou Uygtrt DevietPnden. gerek batı Uygurün'ndan Çin'e hey'etter gelmiştir. Bu ziyaretlerin ticarî münasebetleri geliştinnek igfFyapridıgı tahmin olunuyor.

TÜRKTARtHİ

149

Kan-çou ve Tun-huang Uygurları, görüldüğü gibi büyük bir askerî kudret gösterememişler, bu sebeple de haklarında fazla bilgi mevcut olmamıştır. 10. asnn başından itibaren Mançurya ve Kore kabilelerini toplayarak kuzeyde bir baskı unsuru hâlinde beliren ve bilhassa "5 Sülâle" devrinde Çin'in bazı kısımlarını ele geçiren K'itan'lar nihayet bir hanedan (UflO sülâlesi. 907-1211) kurarak Kuzey Çin'de hükümran oldukları zaman, Uygur Devleti de onları (940'dan sonra) ve daha sonra 1028'lerde Tangutlar'ın nüfuzu altına girdi. 1226'da da Cengiz Han Mogollan'nın tahakkümü altına düştü. Kan-çou Uygurları daha o sıralardan beri "Sarı Uygurlar* diye bilinen Türk kavmidir ki, hâlâ batı Çin sahasında yaşamaktadırlar. c- Doğu Türkistan Uygur Devleti İç Asya'ya doğru göçen Uygurlar'ın başında, Vu-hi Tegin'in kardeşi, Ngo-nie Tegin bulunuyordu. Kendisi 13 uygur kabile birliğlnln'son "kagan"ı (846-948) kabul edilmektedir. Batıya gelen Uygur kolu Tann Dağlan. Beş-bakk» Turtan taraftarına yerleşerek, 840'da Kara-balgasun'da istilâcılar eli ile öldürülen Uygur hakanının yeğeni.Mengii'yi "kağan" (Ulug Tfingride Kut Buimış Alp külüg Bilge) seçtiler (856). Tibetlilerin hücumuna karşı.nüfuzu altında tufrnak istediği bu bölgede kendisine bir dost arayan Çin, bu Uygur Devleti'ni derhâl tanıdı. 873'e doğru "kagan'n Btıku Cin olması muhtemeldir. T'anglar, isfnen de olsa, kendilerine bağlı ve siyasetlerine uygun bir tutum içinde bulunan bu Uygur devletinin, meşru Çin idaresine isyan eden Turfan, Beş-bahk asksrf valHerinı ortadan kaldırarak Hamfye kadar hâkimiyet kurmalarına şüphesiz müdahale etmiyorlardı. Bu surette siyâsi nüfuzu gHBkçe artan ve Iç-Asya'nın ticaret yolları üzerinde olması He de iktisaden gelişen'Uygur Devleti aynı zamanda Manihaizm'in bölgede yayılmasına vâsıta oluyordu. Nitekim T'anglar'ın yıkılışı i&raRındi Tun-huang askerî bölgesini işgal eden ÇfcVli kumandan, yukarıda bahs ettiğimiz muhtar "devler ini kurarken "Beyaz elbise giyen Gökoğlu" lâkabını almrştr (Manltefistler beyaz giyiniyorlardı). Fakat bilindiği gibi, Kançou Uygurları bu muhtar "devlet"e son vermişler (911), bu tarthten'Mbaren Doğu Türkistan Uygur DevMMNf müşteki! olmuştu. Bundan sonra, güneyde Tibet, Batı Türkistan'da Kartuk bölgesi fle sınıflı ve başlıca şehirleri Turfan, Kâşgac Be j-balık, Kuça, Hami (Urumçı) olan ülkelerini müdafaa ile iktifa ederek san'at edebiyat ve ticaret sahasında yükselen bu Uygur devleti ile ilgili siyâsî hâdiseler hakkında fazla bilgi görülmüyor. Ancak 947'lerde başkentin Hoço (Doğu Türkistan'da Kara-hoca= Kao-Ch'eng) şehri ve yazlık mer-kezininde Beş-balık (Pei-ting) olduğu ve "Gün Ay Tângride KutBulmış Ulug kutpr-nanmış alpın, erdemin il tutmış Alp Arslan Kutiug Kül Bilge T^ıgri Han* in devleti idare ettiği biliniyor. 948'de "Gün Ay Tângriteg küsânçig kort» yaruk Tâng Bügü Tângrikân" in bulunduğu. Hoço'daki bir kitabeden anlaşılmaktadır. Uygur hüköm-darlanna "ıduk-kur lâkabı verilmiş ve başkent Idufckut (idi-kut) şehri diye anılmıştır. Uygurlar hakkında en alâka çekici bügiya, Çin'deki Kuzey Sung İmparatoru tarafından 981'de Kara-hoçaVa elçi olarak gönderilen VVang-ye-tö'nün seyahat notlannda tesadüf edilmektedir ki, kültür tarihi bakımından büyük değer taşır. Doğu Türkistan Uygur Devleti'nde, doğu Uygur kolunda olduğu gibi, Budizm çok yayılmış hatta Manihaizm'den üstün bir rttahiyet almış, bunun yanında Nasturî Hıristiyanlık ve başlangıçta pek az olmak üzere İslâmiyet tesirlerini göstermiştir.

150

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Müslüman-Türk Karahanlılar, Kâşgarlı Mahmud'un eserinde (1074) "kâfir" diye bahs «diten Uygurlarla mücadele ediyor ve Uygur memleketinde islâmiyet! yaymağa çalışıyorlardı. Sonra islâmiyet Çin'e Uygurlar vasıtası ile girdiği için orada ilk mûskiman Çmiiler'e Huei-ho (Uygur) denilmiştir. Doğu Türkistan Uygur Devleti (1209)'da Cengiz Han'a bağlandığı zaman, o tarihe kadar Kara-Hitayîar'a tâbi durumunda olan Iduk-kut Barçuk Art-Tegin bulunuyordu. Istâm kaynaklarında daima "Dokuz-oğuz" diye bahs edilen Uygurtar'tn hâkimiyeti fiüen sona ermekle beraber, Moğollar tâbi'yetinde olarak Uygur sülalesi, iduk-kut unvan* ile. Çin'de Ming devrinin başlarına, son Uygur Idi-kut'u Ho-şang, Ming sölâiesi kurucusyna teslim oluncaya kadar (1368) devam ettiği gibi, bir çok Uygur, Cengiz Moğollar» devletinde yüksek idarî vazife almış ve Uygur medenî te'sirteri Asya'nın doğusu ve batısında asırlarca hissedilmiştir.

S. Kırgutlar Adlarının menşei ve mânası hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüş olan Kırgızlar Çın kaynaklarında K'i-ku, Kien-kun adlan Re zikredilmekte ve Han'lardan (M.ö. 206- M.S. 220) beri mevudiyetteri bildirilmektedir. Asya Hunları zamanında kuzey-batı'da. Saykalın batısında İrtiş nehri havalisinde bir Türk kavmi olan Ting-feagierle karışık olarak oturmuşlardır. Fakat Kırgızlar kaynaklarda Türk asıllı gösterilmekte ve tahminen 5.-6. asırlarda, Türkleşmiş kavimlerden sayılmaktadır. 6. asır sanlarında Çin kaynaklarında Hia-kia-sseu diye zikredilen Kırgızlar'ın GökTürk hakan* Mü-kan zamanında, 560'a doğru, hakanlığa bağlandıktan sonra 630680 arasındaki fetret devrinde müstakil bir hüviyet kazandıkları, T'anglar'la siyasî münasebet kurmalarından ve bir "kagan'a sahip olmalarından anlaşılıyor. II. GökTürk hâkanitğ* devrinde tekrar Gök-Türk idaresine alınan Kırgızlar, Mo-yen-çur Kağan tarafından Uygur hakanlığına bağlanmış (756), fakat 840 yılında şiddetli bir hücumla Uygur devletini yıkarak Ötüken'de kendi devletlerini kurmuşlardır. Ancak orada fazia kalamadılar. 920'de bütün Moğolistan'ı ele geçiren K'i-tanlar (Çin'de üao sülâlesi) Kırgızlara ûtüken bölgesinden çıkarıp, eski yurtlarına sürdüler. K%-tahlar ve devamımı olan Kara-Hîtayîar'ın Yenisey havalisine kadar sokuiamadıkları anlaşılıyor. Cengiz Han Moğolistan'ı idaresi afönda birleştHntek istediği Içirf^ftyttiridt ve Naymanlar'Ja olan savaşları sırasında Kırgızlar1! da itaate almıştır (1207) ki, bu suretle Kırgızlar Cengiz Han MoğoHan*na itaat eden "ilk Türk kavmi" oluyor. 1217*de MoğoHar*a karşı direnmek istedikleri için, ertesi yıl, Yenisey1! 6tiz üzerinden geçen, Cengiz'ın oğlu, Coçi tarafından tenkil edilen Kırgızlar'ın artık "hakanlar* olmamıştır. TcM uiusu'na dahil edilen ülkelerinde Kırgızlar sadece UttoPth-is tarafından idare edüen iki tasım hâlinde yaşamağa devam ettfter. Kırgız kavminin, Uygur Hakanım, yıkarak işgal ettiği Ötüten'de tutunamayıp, buranın Moğol K'î-tanWa geçmesine ve tam idrak ve intibak edemediği "Orhuh kültürünün ortadan kalkmasına" sebep olmak, doiayısıyle eski Türk hakanlar yurdunu, bir daha geri gelmemek üzere Moğoliar'a intibak eftirmek suretiyle Türk ftffihirttte oynadığı menfi rol dikkatten kaçmamıştır.

«. Türgişler Adlarım Türk+ş" şeklinde gelişmiş olduğu bildirilen Türgişler, Talas-Çu-lli-lsık

TÜRKLTARtHt

ISI

Göl sahasında oturuyor ve Batı Gök-Türkler'in (On-oklar) To-lu kolunun bir kısmını teşkil ediyorlardı. Çin kaynaklarında ilk defa 651 hâdiseleri ile ilgili olarak zikredlen Türgiş (To-ki-şi) ler, şüphesiz Gök-Türk hakanlığının kuruluşundan önceki devirlerden beri burada bulunuyorlardı, zira İstemi 552'de Türgişler'in de dahil olduğu On-oklar'ın başına "yabgu" tâyin edilmişti. 630'u takip eden yıllarda Türgişler'in diğer Türk toplulukları gibi, teşkilâtlı bir mukavemet unsuru hâlinde ortaya çıktıkları anlaşılıyor. İlk Türgiş şefi olarak görünen, Bağa Tarkan unvanlı, U-çe-le başlangıçta bağlı bulunduğu tayinli Batı Gök-Türk Kaganı'nın idaresizliğinden faydalanarak etrafına kuvvetler topladı, tasa zamanda her birinin 7 bin askeri olan 20 başbuğlu bir ordu kurmağa muvaffak oldu. Çu vadisinin kuzey-batı ucunda bulunan merkezini kuzey-doğuya nakl etti. Böylece biri Çu üzerinde, öteki lli'nin kuzeyinde iki merkeze sahip oldu. Çu bölgesinden başka Turfan ve Kıtça "eyalet" terine kadar hâkimiyetlerini genişletti, durumunun zayıfladığını görerek ülkesini bırakıp Çin başkentine giden tayinli'kagarf in ayrılmasından sonra, hemen bütün On-dk sahasını kendi idaresine akil. Fakat iktidarının bu sağlam devrinde (7. asrın sonlarına doğru) Kağan Kapagan idaresinde haşmetli çağını yaşayan Gök-Türkler'i durdurmak maksadı ite Ktfgız&r ve Çin ite işbirliği yapması iyi netice vermedi.OökTürk aleyhdarı üçlü MNaM* üyesi olduğu için üzerine yürüyen Tonyukuk tarafından mağlûp ve esir edildi (698 Bolçu Savaşı). On-ok sahası Gök-Türk hakanlığına bağlandı. U-çe*1e?rt&ı oğlu So-ko da merkeze itaatsizlik gösterdiği, Çîn ile münasebet kurduğu ji$ft*&e defa K$ Teğin Sie Bîlge'nin iştirato ile Kağan Kapagan tarafından 71I^İKflçu vakıamda hezimete uğratıldı ve telef edildi Savaşın sebebi olarak Çfrı kaynaklarında büdMan, Türgiş arazisinin paylaşılması sırasında çıkan anlaşmazfik Ve izabelerde "Kara-Türgiş* halkının itaate alındığının kaydedilmesi TtJrgiŞ ha&flığında bir bölünmenin vukua gelmediğini göstermekte*: So-ko'ya bağlı KariP-TÜrgtşlerln mağlûp edildiği, fakat, So-kolraın küçük kardeşi, Çe-mu^a bağlı gfûp ^herhalde Sarı;T^giş)'un mücadeleye katrimadığı anlaşıkyor. Kapagan'ırt-şiddeli ylîSümfeft tansıktık ve isyan hareketlerinin arttığı yıllarda, ÇiıV'ın biç eksilfntyen kıştaıtmatart neticesinde yine Türgişter'le uğraşmak zorunda kabndı.71VWya ?1#Ö6 KütTegln tarafından idare edilen va Gök-Törkler için elverişsiz şartlara rağmen başar» üe sona aran bîr Kara-Türgiş seferinden sonra, Türgişler Su-lu çur adltfMr başbuğu "kağan* seçtiler (717) W. Çtataberlerine göre^ GökTürk uruglartndafl möhfm-tt" tasım, Bilge'den ayrılarak, yani Türgiş hakanının h&mefin^gSwft«^r: Başkenti, TölM'ın kuzey-batısında, Balasagun şehri olarak, uzunca süren hükümöarjığrzamanında Su-tu, Maveraünnehir'de doğuya Arap ilerlemeci durdurarak Orta Asyfc T» haltarm "Arap teb'ası1 olmasını engelleyen ve üzerind^Türftterin UHW hak sahibi tmlunduğu MâveraünneNrt^ne Türk eline almağa çalışBrttfr hâkâtf fclarak görünür. Daha 714'de, Kuteybe'nin umuntf karagâhını Merv'denŞâş (Taşkent bölgesi)'a naklederek ordan kuzeye, diğer taraftan Kâşgara doğJtoJç-Asya^fl^cftu istikametinde akınlara girişmesi Emevî httâfeBnin hedefterinl$österir gibi fcfc Kuteybe'nin ölümü Mikft», babası hayatta iken biçsavaşta ölmüş (995'ten donra) olduğu iç»K onun Htoğlu Çağrı ve Tuğrul dedeleri Selçuk tarafından yetiştirilmiştir. Oğuz devlet teşkilâtına uygun olarak, yabgu -Unvanını taşıyan Arslan, Selçuk'tan sonra idare başına geçmiş, erken öldüğü tahatimgolilan (985Jten sonra) Yusuf yınat unvanı İte ve inanç ün* vanı aldığı tahmin edilen ve bilâhare yabgu olarak uzun müddet yaşayan (öl. 1064'ten sonra) Musa, Arslan'm yardımcısı durumunda bulunmuş, o sırada en çok 17-20 yaşlarında olmaları gereken JyğBlHve ÇağnJtardeşler ise, bey olarak Mâverâünnehir'e indikleri, zaman Buhara - Semerkand bölgesi, üstelik Gazneliler ile de anlaşma hâlinde olan Karahanlılar'ın eline geçmiş bulunduğundan, Karahanlılar ile doğrudan doğruya karşılaşma mevkiinde kalmış oluyorlardı. Fakat Karahanlı Nasr Han Selçuklulardan çekiniyor mümkün olursa kuvvetlerinden faydanmak maksadiyle, onlarla anlaşmak istiyordu. Bununla beraber, karşılıklı güvensizlik havası vardı. Bu esnada Tuğrul ve Çağrı Beyler diğer Karahanlı hükümdarı Buğra Han'a müracaata karar vererek, onun arzusu üzerine Talaş havalisine gitmişlerse de, orada Tuğrul Bey'in Han tarafından tevkif edilmesi aralarının açılmasına sebep olmuş, Çağrı Bey'in şiddetli bir baskısında Buğra Han'ın kuvvetlerini mağlûp ve kumandanlarından bazıları esir alması neticesinde, Tuğrul Bey kurtarılmıştı. Bu hâdise Mikâil-oğullarına bağlı kütlelerin içinde bulundukları müşkül durumu gösterir. Tekrar Mâver-âflnnehir'e döpdüktecKîlfiman da, Nasr Han'ın 403 (1012/1013)'te ölümü üzerine, Buhâra'da hâkimiyet kuran Karahanlı ailesinden Ali Tigin'in mukavemeti ile karşılaştılsy., Bu sırada Keş (Yeşil-şehjr) ile Nahşep sahralarında oturan Selçuklular'ı uzaklaştırmak için Ali Tiğiı-ı Türkistan melik ve sultanlarına" mektuplar yazajak, yardım istemimi, siyasî tazyik ve yer sıkıntısı altında bulunan SelçuMular'ın Çağrı Bey idaresindeki doğu Anadolu'ya meşhur akını (1018-1021) bu sebeple olmuştur. Çağn ve Tuğrul Beyler, kendileri için daha elverlşf bahalar bulabilmek Özere-, Hr keşif seferi yapmak hususunda anlaştılar \fa Tuğrul Bey laarru2dari uzak sah* ralaref çekken ağabeyi Çağrı Bey, 3.000 kipk süvari-kuvveti başında batı tetikametinde, Anadolu'ya doğru hareket etfFJ Bizans sınfrterı eskiden ben onlarca malûmdu. Daha 964 ve 96fe yfflanndâ Horasan'dan ©meniye bölgesine gaza i$h kalabalık gönüllüler gelmişlerdi. Bunların arasında Türklerin de bulunduğu, Çağrı Beyfrt Azerbaycan havâlisinde onlarla karşılaşmasından anlaşılmaktadır! Çağrı Bey, Horasan ve Azerbaycan'dan geçerek 1018 de "rüzgâr gibi uçan atlar üstünde uzun saçlı, yaylı miferakjf Türfcmenlerîiie, Van gölü etrafında Ermeni Vaspuragank»»lhğrtopraktetf»RdîfJ)örürid§ ve karşısına çıkan kuvvetleri bozguna uğratarak, ülkenin batı kısmını hâkimiyet altına aldıktan sonra, kuzeye, Şeddadîler arazfeînesd&ğru yöneldi; Nahçfvan havâlisinde, GOröü-teivvetleri savaşa cesaret edemeyerek çekildikleri Içift, askerî cevelânlarda bulundu ve daha kuzeyde kert*

TÜRK TARİHİ

291

dişini durdurmak isteyen Ani kırallığının Bıcnı kalesi kumandanı Vaşak Pahlavunî'nin kalabalık ordusunu tatbik ettiği bozkır usulü savaş sayesinde mağlûp etti. Türk tazyikinden dolayı Vaspuragan kralı Senekherim idaresinde Ermeniler'in yurtlarını terk ederek, orta Anadolu'ya gittikleri bu akın münasebetiyle Çağrı Bey bütün Ermeni ve Gürcü memleketlerinde bir müddet kaldıktan sonra, Mâverâünnehir'e, Tuğrul Bey'in yanına döndü. Horasan'dan geliş ve geçişine Gazneli kuvvetleri engel olamamışlardı. Çağrı Bey bu büyük keşif seferinin neticelerini, Barhebraeus (13. y.y)'un kaydettiği üzere, Selçuklular'ın, "Ermeniye bölgesine gidebilecekleri, çünkü oralarda kenrtdtlerine mukuvemet edecek kuvvet bulunmadığı " şeklinde kardeşine bildiriyordu. b - Selçuklular'ın Horasan'a Geçişleri Ali Tigin, Arslan Yabgu ile ittifak hâlinde idi. Ali Tigin'i destekleyen Arslan Yabgu'nun da kudret ve nüfuzu artmış ve o bir taraftan Karahanlılar'ın, diğer taraftan Gazneliler'in dikkatini özerine çekmiş bulunuyordu. Mâverâünnehir bu iki büyük devletim hâkimiyet turamı tahrik eden bîr ülke olduğundan, Karahanft hükümdarı Yusuf Kadir Han (ölm. 1032) kardeşi M Tigin'in oradan atılmasını isterken, daha 40? (W1flfl017) senesinde kuzeydeki Harezm bölgesini ele geçimtfş olan Gazneli Mahmûd, hâkimiyetini Mâverâünnehi^te doğru yaymak arzu ediyordu. AB Tiğin, 1024'te mevkiinden feragat eden Karahanfe "büyük kağan"ı Mahsur yerine geçen Yusuf Kadir Han'ı "büyük kağan* tanımamak için cephe aldığı bir sırada, Sultan Mahmûd'a da Mâverâünnehir ahâlisinden Ait Tigin'den şikâyet eden mektuplar gelmekte W. fier iki hükümdar Buhara bölgesini bu huzur kaçırıcı komşudan kurtarmakta fikir birliği hâlinde idîler. Fakat onları Arölan Yabgu ve Türkmenleri düşündürüyordu. İşte bu sebeple Yusuf Kadir Han ile Suttan Mahmûd arasındaki tarihî Mâverâünnehir görüşmesi vuku buldu (1025). XI. yüzyıl tarihçisi Gardîzî'yi göre, bütün "iran ve Turan meselesinin" görüşüldüğü bu tantanalı mülakatta, Kadir Selçuklar'ın kalabalık ve savaşçı kimseler olduklarını, hükümdarlık peşinde koştuklarını belirttikten sonra, onların hattâ Gazneli devleti için de tehlikeli bir duruma girmelerinden önce Türkistan'dan ve Mâverâünnehir'den alınıpgötürülmelerini sultandan rica etti. Bunun üzerine Sultan Mahmûd, Türkistan ve Balhan dağları bölgesinde on binlerce süvariye sahip olduğu meşhur ok gönderme hikâyesinden anlaşılan ve 'mertliği, savaşçılığı, şimşek ve yıldırım gibi avının üzerine düşmesi dolayısiyle kendisinden bütün Türkistan hükümdar ve Afrasyablılar'ın korktuğu Selçuklu" Arslan'ı kurnazlık ve hile ile yanına Semerkand'a getirerek, tevkif etti ve Hindistan'da Kâlincar kalesine sürdü. 7 sene mahbus kaldığı kalede nihayet ölen (1032) Arslan Yabgu'nun tevkifi hâdisesi mühim neticeler vermiştir: Önce, adları geçen yerlerde Selçuklu idaresi sona ermiş ve başsız kalan Türkmenler şuraya buraya dağılmış, beyleri tarafından Sultan Mahmûd'a yapılan müracaat sonunda 4.000 hane kadarı, uzak tehlikeyi sezen Gazneliler'in Tûs valisi Arslan Câzib'in şiddetli itirazına rağmen, Horasan'a nakledilerek, Nesâ, Bâverd, Farâve havalisine yerleştirilmiştir (Irak Türkmenleri). İkincisi, tevkifinin cereyan şeklini tasvip etmeyen Tuğrul ve Çağrı kardeşler; ile Arslan'm oğulları, yâni Anadolu Selçuklu devletini kuran kol, bu haksız muameleyi unutmamışlardır ki, bunun Selçuklular'ın Gazneli-ler'den intikam almalarına sebep Olduğu görülmektedir. Üçüncüsü, Arslan'm tevkifi üzerine, Selçuklu tarihinde birinci plâna geçen Çağrı ve Tuğrul Beyler yolu ile imparatorluk hanedanı Mikâil nesline intikal etmiştir.

252

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI TÜRK TARİHİ

Çaörı Bey'in doğu Anadolu seferinden sonra Mâverâünnehir de «W kardeşine fuK ve itibarları artmış, kendilerine yeni «HhafcJan^ilhassa amca arı Arstarfm tevkifinden sonra çoğalmış, böylece onlar kudretli fctataruma yükselmişlerdi. Kfendfleri Türkmenler'in JSIT başbuğları olmakla beraber, teşkilât gereğince, dığfer amcalar* Musa (Inanç)'yi yabgu seçmişlerdi. Gazneli Sultan Mahmûd Mâverâünnehir merkatına geldiği sırada Buhâra'dan kaçan, fakat sultanın aynimaemr müteakip tekrar yerine dönerek hâkimiyetini devam ettiren Ali Tîgirt, Arslan zamanındaki durumu muhafaza etmek düşüncesi SftrTuğrul ve Çağrı Beylere elçiler göndererek» onlafm da vaktiyle Arslan gibi, Karahanlı devletine "iştirak" etmelerini" teklif etmi^. Fakat teklifin bir hileden ibaret olduğunu sezen Selçuklu reisleri taralıncte^ipta Gazneli Mahmûd'un evvelce yaptığı Horasan'a gelmeleri teklifinde olduğu gibi, reddelilince bozmak ve onları birbirlerir®îlöşürmek îçfti, fırsat aramış ve münasebet mırmağa muvaffak olduğu (Musa yabgunun oğlu) Yusuf'u, geniş topraklar karşılığında, Türkler'in yabgusu (İnanç Yabgu) tâyin edip, Tuğrul ve Çağrı Beylere karşı harekete geçirmek istemişti. Yusuf buna taraftar olmayınca da, Ali Tigin emri ile, Karahanlı kumandanlarından Alp Kara tarafından Selçuklular'a yapılan bir baskında öldürüldü. Fakat bu ağır hareketin intikamını Musa Yabgu ite birlikte Tuğrul ve Çağrı kardeşler, çok geçmeden Karahanlı ordusunu mağlup ederek Alp Kara'yı öldürmek suretiyle aldılar (Ocak 1029). Ancak, Ali Tigin bütün kuvvetleri ile dört taraftan taarruza geçerek verdirdiği pek ağır kayıplar neticesinde Selçuklular Harezm'e doğru çekilmek zorunda kaldılar ve orada Gazneliler'in valisi bulunan Harezmşah Altuntaş'ın gösterdiği bölgede oturdular. Bu sırada Sultan Mahmûd'un ölümü (1030) ve yerine oğlu Mes'ud'un tahta geçmesi ile, Gazneli siyasetinde vukua gelen değişiklik, yani Mes'ud'un Ali Tigin'e cephe alması, Seiçukluler'ın duri|* munun tekrar düzelmesine yardım etti. Çünkü başkenti tehlike geçiren Ali Tigfrv Selçuklular'a yanaşmak mecburiyetinde kaldığı gibi, GazhşHter'e karşı onunla anlaşmış bulunan Türkmenler'in dostu yeni Hârezm valisi Harun da büyük faydalar beklediği Selçuklular'a fazlası ile itibar etmek lüzumunu duymuşta Böylece Gazneliler aleyhine üçlü bir ittifak meydana gelmiş oldu ki, bu devletlerarası münasebetlerde Tuğrul ve Çağrı beyler, Yabgu'nun Türkmenleri ve Ymallılar'ın (¥%$% bağlı Türkrhenier) hep birlik halinde yer aldıkları, Buhâra-Harezm arasında seyreden, Selçuklu kütlesinin yeniden bir role sahip olmaları demekti. Fakat bu sırada birbirini takip eden iki hâdise Selçuklular'ı bir tere daha çok müşkül duruma düşürdü. Bunlardan biri, eskiden beri Selçukluların baş hasmı olan ve aralarında "kadîm bir kın ve kan düşmanlığının hüküm sürdüğü, -Oğuzlann Baranlı (Koyunlu) boyundan Yenı-kent yabgusunun oğlu ve Cend hâkimi- Şah-melik tarafından korkunç bir baskına uğranmalarıdır. Selçuklulara adım adım takip eden Şah-meBk ?j£ce ı°î yp,undan geçerek, gafii avladığı Türmenfer'den 7-8 000 kişi öldürmüş (425 yıl. Kurban Bayram.= Kasım 1034), bir hayli at ele geçirmiş ve esir almıffi Perişan hâle gelen Selçuklular, Harezm'deki yurtlarını terk ederefc Ceyhun'u geçmek zorunda kurtar. Fakat, Selçuklu desteğini kaybetmekten korkan Harun'un rl?f E iî?wi2^ W1!" döndöter- 'kinci hâiı savaşta Keykubâd galip geldi. Kısa bir süre sonra da Erzurum'u elegeçfitfi. 1231 yılıhda Celâleddin Harezmşah'ın -MOrtayl* Moğollar'ın yağma akınları Malatya'ya kadar uzanmağa başladı. Moğol tehlikesinin daha önce farkına varmış olan Anadolu sultanı, ülkesini bu tehlikeden uzak tutmak için Ögedey'in oldukça ağır şartlarını kabul etmiş göründü. Bununla beraber gerekli tedbirleri almaktan da geri durmuyor* du. Sınır boylarındaki kaleleri tahkim ederek, Celâleddin Harezmşah'ın ölümünden-sonra Selçuklu hizmetine girmiş olan Harezmli askerî birlikleri bu sınır kalelerine yerleştirdi. 1234 yılında Mısır Eyyubî hükümdarı el-Kâmil'in gönderdiği ordu mağlûp edildikten sonra Harput, Urfa, Harran ve Rakka Selçuklu hâkimiyetine girdi. Mukabil harekete geçen el-Kâmil'in Mardin'i zapt ve tahrip etmesi Alâeddin Keykubâd'ı Eyyubîler üzerine sefere çıkmağa mecbur etti. Selçuklu ordusu Kayse-ri'de toplanacaktı. Ordu daha harekete geçmeden bir ziyafette Alâeddin Keykubâd zehirlenerek öldü (1237). Onun sultanlığı zamanında Anadolu Devleti siyasî, askerî ve iktisadî bakımından en parlak devrini yaşamıştır. Alâeddin Keykubâd'dan sonra, kumandanların ve beylerin rekabetleri arasında II. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıktı. Bu kifayetsiz hükümdar kumandan Sadeddin Köpek'in tahakkümü altına girdi ve onun tahrik ve telkinleriyle birçok mühim şahsiyetleri öldürttü. Sadeddin Köpek devlet erkânından kendisine karşı gelebilecekleri ortadan kaldırdıktan sonra Selçuklu tahtına geçmek emelinde idi. Fakat bütün bu hileleri meydana çıktığı zaman kendisi öldürüldü (1239). Sadeddin Köpek'in bertaraf edilmesinde rol oynıyar. Celâleddin Karatay gibi devlet adamlarının iş başına geçmesi durumu biraz düzelir gibi olduysa da siyasî ve dinî zaafları ortadan tamamen kaldırmak mümkün olmadı. Fakat bu sırada patlak veren Baba Ishak isyanı SelçukJu devletinin artık çökmekte, olduğunu göstermekte idi. Bîr Türtanttn şeyhi olan Baba Ishak etrafına topladığı Türkmenler ile devleti bir hayli uğraştırdı ve isyan 1240 yılında güçlükle bastırıldı. Baba İshak isyanını Mogullar'ın istilâsı takip etti. 1242yriında Erzurum'u işgal ve tahrip eden Moğollar 1243 yıfenda Baycu Noyan kumandasında Anadolu'yu istilâya başladılar. II. Gıyaseddin Keyhüsrev topladığı büyük orduyla Baycu Noyan kumandasındaki Moğol ordusunu Sivas'ın doğusunda Kösedağ mevkiinde karşıladı. Temmuz 1243 tarihinde yapılan savaşta Selçuklu ordusu korkunç bir hezimete uğradı. Moğollar Anadolu'da yarım asırdan fazla bir müddet Hüküm sürdüler. II. Gıyaseddin Keybösrev'den sonra tahta geçen Selçuklu auttahları Moğollar elinde bfatt kukla idiler. Kösedağ savaşından itibaren, Anadolu Selçuklu Devleti'nin tarihe karıştığı 1308 yılına kadar, Anadolu sözde sultanların, şehzadelerin birbirleriyle mücadeleleri, devlet adamları ve beylerin ihtirastan ve tahrikleri, suikastlar, isyanlar, iktisadî çöküntü ve-halkın parişanlığı manzarasını arzeder. Ancak BeyHkterin teşekkülü ite Anadolu Türklüğü yeniden hayatiyet kazanacaktır.

-----291

TÜRK TARİHİ

VI. Ortadoğu'da Kurulmuş Türk Devletleri (Anadolu, İran, Suriye ve Mısır) P 1. Doğu Anadolu ve İzmir Türkmen Beylikleri İbrahim KAFESOĞLU

a- Artuklu Beyliği (1101-1409) Anadolu'nun fethinde .büyük.hizmetleri geçen Oğuzlar** Döğer boyundan ünlü Türkmen Beyi Aıtuk Beya^j&ınye meliki Tutuş^frBftndan ikta edilen Kudümde ölümünden (1091) sonra oğuHart Sökmen ve H-Gazt, Kudüe'ün tekrar Falîmiter'e geçmesi (1098) dolayısıyle, Büyük Selçuklu Sultanı tarafından kendilerine verilen bölgelerde beylikler kurmuşlardır. Hısn-ı Keyfâ (Hasankeyf) ve Amid (Diya&afor) kolu: 1101-1231 Sökmen I, Hasankey*.*e Surûc'dan başka 1104 de MaıdM almış, Haçlılarla savaşmış, Türkmen başbuğlarından Çökürmüş ite birlikte Harran civarında Urfa kontu Baudotân Jlyi esir almak sureüyteq$Wro*>ir zafer kazanmıştı. Ondan sonra gelen oğlu İbrahim, Mardin'larnucesı ll-GaziVe bırakmak »»unda kaldr(1l08). Hasankeyf sülâlesinden Ârnid civannı da alan FatVüd-din Kara Arslan (Olm. 1166)'dan sonra» oğlu Nûr'üd-din Mehmed 1182'd» Salâh'üd-din Eyyûbrye bağlandı v* yaptığı askeri yardım karşılığı olarak bölgenin en büyük merkez şehri Âmid'i aldı (1183). Oğlu Nftsırlüd zamanında Osmanlılar/tBüney Anadolu şehirlermS sapta başladıkları gibi, Şam Timur'un eline düşmüştür. Şam'da öldürülen Ferec'den sonra memleket tamamen bir keşmekeş içinde katmıştır (1412). Ferec'den sonra tahta geçen el-Malîkü'l-müeyyed (14127İ421) ve Tatar.. {1421} istisna, edilecek olursa Memlûk Sultanlarının en büyüklerinden biri Barsbajf £1422-1438)'dır. Bersbay, bilhassa, kendi hakkında propaganda yapan Çânî Bey es-Sûfi ile uğraştı, 1424-26 seferleriyle Kıbrıs'ı zapt ettirerek, Kral Janus'u esir etti; yeni bir ticaret politikası takip ederek, bâzı maddeleri inhisarı altına aldı; fakat bu tedbirler, ticaretin sukutuna sebep olmuştur. Nitekim, bu yüzden Mısır ve Suriye şehirleri âdeta boşaldı. 1438'de hastalıktan ölen Barsbay'dan sonra Memlûk tehtma çıkan Çakmak (öl. 1453), Aynal (1453-1461), Hoşkadem (1461-1467), Kayıtbay (1468-1495) nihayet Kansuh el-Gürt (1501-1516), Osmanlılarla rekabete girişmek, DuJkadır. ve Ramazan-oğultarı'nı himaye etmek, Kıbrıs ve Akkoyunlular'la münasebetlerde bulunmak ■suretiyle devirlerini tamamladılar. KansutVun Osmanlılarla ilişkisi dostane olmuştur. Fakat İran'la savaşta bulunan Yavuz Sultan Seüm'e karşı Şii Şah ismail'i desteklemesi aleyhine ddu. Merc Dâbık'da yapılan savaşta (24 Ağustos-1516) atından yere yuvarlanarak öldü. Merc Dâbık savaşından sonra Mısır'a kaçabilen bir

334

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

kısım Memlûk ümerâsının gayretiyle Tumanbay Memlûk Sultanı ilân edilmiş ise de (Kasım 1516), Reydaniye'de yapılan savaşı kaybetmiş, Memlûk ordugâhı Osmanlı-lar'ın eline geçmiştir (23 Ocak 1517). Tumanbay'ın ele geçirilip Kahire'nin Züveyle kapısında asılmasiyle, 267 senedir devam eden Memlûk Sultanlığı sona ermiştir (13 Nisan 1517)1 Selim istanbul'a avdetinden evvel Kahire'deki bazı hükümdar oğulları ile Halife III. el-Mütevekkil ale'llâh Muhammedirlerifl|R, f8t7'ye kadar Rusya içindeki Türkter-fçln umumt bir ad olma istidadır» gösteren Tatar* tâbiri yerine kullanıldığı meydana çıkmaktadır. Bugün Tatar" sözü bir Türk boy adı olarak ancak "Kazanlı" veya 'Kuzey Türkleri' dediğimiz Idil-Ural, Batı Sibirya ve Astrahan ahalisi ile "Kırımlı'lar için kullanılmaktadır. Zikrettiğimiz bu boylar artık bugün bu ismi kendileri de bir halk adı olarak benimsemiş durumdadır. Cengiz devleti ilk devrelerde Moğöllar'dan ibaret iken, kısa zamanda genişle yerek bir cihan imparatorluğu haline gelmiş ve neticede bir Türk-Moğol İmparator luğu seklini almıştır: Çünkü, Türkler'le meskûn hemen hemen bütün ülkeler bu dev letin içine alınmış bulunuyordu. Başka bir çok milletler de bu imparatorluğa mensup olmakla beraber, esas kitle ve nüfusun büyük kısmı (100 yıl Moğol idare sinde kalmış olan Çin istisna edilirse) Türkler'den ibaretti. Bazıları sulh yolu ile, ba zıları savaş neticesinde Cengiz'e tabi olan Türk boyları, kısa zamanda onunla an laşarak büyük imparatorluğun sosyal, askerî ve idarî bütün işlerine iştirake başlamışlardı. Sayı bakımından İmparatorluğun içinde ekalliyette kalan ve kültür bakımından Türkler'e nazaran aşağı seviyede olan Moğollar'ın mühim bir kısmı Islâmiyeti kabul ederek Türkleşmiş, kalanları da esas Moğolistan'a dönmüştür. Böy lece imparatorluk parçalandığı zaman, bundan Moğol değil, Altın Ordu, Sibir, Ça ğatay, İlhanlı gibi yeni yeni Türk devletleri ortaya çıkmış, Moğollar'ın hâkimiyeti eski yurtlarına inhisar etmiştir. Şarj a- Büyük Hanlar önce "Moğol Devleti" olarak kurulan, fakat sonraları bir Türk - Moğol İmparatorluğu" şeklinde gelişen bu devlet, kurucusuna izafeten "Cengiz İmparatorluğu" dtye ■ de adlandırılmaktadır, çünkü 13. yy.'da Orta Asya'da cereyan eden siyasî, askerî ve içtimaî hâdiseleri, onun şahsiyetinden ayrı mütalâa etmek hemen hemen imkânsızdır. , 1240 tarihli Moğolların Gizli Tarihi adlı eserde Cengiz (Çinggis) Han'ın şeceresinden bahsedilirken, en eski ceddi, Türk destanlarında olduğu gibi, bir bozkurta bağlanmakta ve onun Türk menşeli olduğu hakkındaki rivayetleri destekler gibi görünmektedir. Adı geçen esere göre onun sülâlesi şu sırayı takıp etmektedir: Çinggis (Cengiz) Han'ın Cedb&i: Bozkurt ile beyaz dişi geyikten doğan Bateçi-han/Tamaça/Horiçar-mergen/ A'ucan-boro'ul/*8aH-haçaW Veke-hMun / Semsoçl l Harçu / Borcîgiday-mergen / Torochotcfn-bayanf Dobun-mergen / Onun eşi Alan-ho'a'dan tabiatüstü bir hâdise neticesinde doğan Bodonçar / Habiçi f Htonen-tudun / Haçt-köKMc / Maydu / Baişing-hor-dohşin / Tumbinay-eeçen / Habul-han / Bartan -ba'atur / Yesügey-ba'atur / Temüçin (Çinggis-han). 3jQm Boylar arasında devam eden mücadeleler sırasında, Yesügey-baatur, Merkitter'den Yeke-Çiledü'nün elinden karısı Höetün-ûeinl kaçırmış ve bu kadın

sonra-

388

-TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

dan Çinggiz'in anası olmuştur. Buna karşılık Merkitler de 10 yıl sonra Yesügey'i zehirleyerek öldürmüşlerdir. Yesügey'in Höelün-ücin'den Temücin (doğ. 1155 veya 1167?), Hasar, Haçiun ve Temülün adında 4 oğlu ve Temüge adında bir kızı olmuştur. 9 yaşında yetim kalan ve rakipleri tarafından ortadan kaldırılmak istenen Temucin ve kardeşleri anaları tarafından çok ağır şartlar altında büyütülmüşlerdir. Mevziî savaşlarda başarı kazanan ve taraftar ve dostları gittikçe çoğalan Temücin, 1196'da mahdut sayıda boylar tarafından ilk defa "Çinggis" unvanı verilerek 'Han* (Ha'an, Kağan) seçilmiştir. Önce dost, sonraları rakip ve düşman olarak rol oynayan şivrilmiş şahıslar arasında Kereyit hükümdarı Onghan (To'oril= Tuğrul) ile Caciratlar'dan,Camuha bilhassa göze batmaktadır. Fakat Temücin bu ve diğer rakiplerini bir bir ortadan kaldırmayı başarmış ve bütün boyların birleşmesinden sonra 1206 Pars yılında Onan nehri menbaında toplanan büyük kurultayda, tazelenen Çinggis (Çingiz = Cengiz) unvaniyle büyük hükümdar ilân edilmiştir. Esas imparatorluğunun kurulması ve büyük dış seferler bundan sonra başlar. Devletin idarî işlerini tanzim eden casag (casak, yasa, kanun)lar bu kurultayda kabul edilmiş, Cengiz'in bilig (vecize, hikmet)leri de kendi zamanında yazılmış ise de, bunlar tam metin halinde bize kadar intikal etmemiştir. Cengiz, kışa zaman içerisinde Nayman, Oyrat ve Kırgızlar'ı yenmiş (1206) ve kuzey Çin'deki Hıtay (Kitay, Kitan)larla Tangut (Si-hia)lara karşı savaşarak (1211) başşehirleri Pekin'i almış (1214), generallerden Muhali de Sarı Irmağın kuzeyindeki bölgeleri zaptetmiştir (1217). Doğu Türkistan'daki Uygurlar (1209), Yedi Su bölgesindeki Karluklar'ın hükümdarı Arslan Han (1211) ve Almalık (Kulca) hükümdarı Bozar, Cengiz'in elçilerine müspet cevap vererek onun hükümdarlığını tanımışlar ve savaşsız bu devlete katılmışlardır. Karahıtaylar'a sığınan Nayman'lı GüçülÜk, Cengiz'e karşı savaşta yenilmiş, Liaotung ve Kore vergiye bağlanmışlardır. Komutanlardan Cebe Noyan Cungarya ve Doğu Türkistan'ı geçerek Kaşgar ve Hotan üzerinden Pamir'e varmış, Cengiz'in ikinci oğlu Çağatay lıttş-jnembaından hareketle Balkaş gölünün kuzeyinden ilerlerken, büyük oğlu Coçi, Kaşgar, Uş ve Kokand üzerinden Maveraünnehîr'e ulaşmıştır (1217). Harezmşah Kutbeddin Mehmed'in tedbirsiz hareketi ve Cengiz tarafından gönderilen elçilerin Otrar valisi tarafından öldürülmesi (1218), Cengiz'in batı seferini çabuklaştırmış ve yukarıda anlatıldığı gibi üç koldan ilerleyen kuvvetlerin birleşmesiyle meydana gelen büyük ordunun başında ilerleyen Cengiz Han Harezmşahlar'ı yenerek Buhara ve Semerkand'ı tahrip etmiştir (1219-1220). Kutbeddin Mehmed'in oğlu Celâleddin Mengübirti de Tükkistan'da tutunamamıştır. Cengiz'in küçük oğlu Toluy güney-batıdan ilerleyerek Merv'i almış (1221), Tebriz ve Tiflis üzerinden Kafkasya'yı geçerek Kiyev civarında Dnepr'e varmıştır (1222). İran'ın zaptı tamamlandıktan sonra (12221224) güney orduları Anadolu'nun içerisine kadar sokulmuşlardır. Cengiz kendisi Hindukuş'u aşarak (1221) Indus civarında Harezmliler'in arta kalan ordularını dağıttıktan sonra Lahor'a kadar Pencap'ı istilâ etmiştir (1222). Fakat güney Çin'deki karışıklıklar yüzünden geri dönmek mecburiyetinde kalmış ve Tangut seferi esnasında attan düşürek yaralanan Cengiz Han (1226), 1227 Domuz yılında ölmüştür. Cengiz, ölümünden önce, üçüncü oğlu Ögedey'in (Oktay) hükümdar olmasını tavsiye etmişti. Ögedey, 1228'de toplanan Kurultayda bu emre uyularak han seçildi ve kardeşi Çağatay tarafından tahta oturtuldu. Ögedey zamanında Kore ilhak

TÜRK TARİHİ_________________________________,____________________________389

otundu, kuzey Çin tamamlyle imparatorluğa bağlandı ve 1237-1241 yıllarında cereyan eden batı seferi Rusya ve bütün doğu Avrupa istilâ edildi. Ögedey'in ölümünden sonra devlet, yeni bir han seçilinceye kadar onun eşi Tö-regene tarafından idare edilmiştir. Töregene, 1246 Kurultayında Batu'nun muhalefetine rağmen oğlu Güyük'ün han seçilmesini temin etti. Bu hareket, batı ordularının muzaffer kumandanı ve Coçi'nin oğlu Batu ile'Gûyük arasında silâhlı bir çatışmaya sebep olmak üzere iken, Güyük'ün Ölümü ile (1248) ortalık yatışmış ve onun eşi Oğul Gaymış'ın üç yıl naili olarak devleti idaresinden sonra (1248-1251), hükümdarlık Cengiz'in küçük oğlu Toluy'un nesline geçmiştir. Toluy'un oğlu Müngge (Möngke, Mengü) nin han seçilmesi (1251/52) tarafları tatmin etmiş ve çatışmayı önlemiştir. Müngge, Cengiz tarafından başlatılarak ögedey zamanında kısmen takip edilen işlere devamla bunları tamamlamak istiyordu. Bu maksatla biri güney Çin, diğeri de Orta Doğu olmak üzere iki yönden büyük ordular sevkederek plânın tatbikine girişmiştir. Çin'deki orduların başında büyük kardeşi Hubilay (Kubilay), Orta Doğu'ya yollanan kuvvetlerin başında küçük kardeşi Hülegü bulunuyordu. Eski geleneğe göre devlet sülâlenin malı sayıldığından, Cengiz daha hayatta iken türlü bölgeleri oğulları arasında taksim ederek bundan faydalanma hakkı tanımıştı. Buna göre büyük oğlu Coçi (Cuçt, Cuci) kuzey-batı, yani Kıpçak ülkesini, Çağatay Türkistan'ı, Ögedey doğu bölgelerini almış, küçük oğlu Toluy da, baba ocağını devam ettirmek üzere esas yurtta kalmıştı. Kağanlık kuvvetli bulundukça Cengiz'in oğulları merkeze sadakatle bağlı kalarak kendi ülkelerini birer vali gibi idare etmişlerdir. Fakat merkez zayıfladıkça imparatorluğun parçaları, geopolitik veltöttür-merkezlerinin durumuna göre: 1) Hubilay (Kubilay) ile başlamış olan Çin Yüan sülâlesi (merkezî Moğolistan da buna bağlı idî), 2) Çağatay cğuflarmıri idaresinde bulunan Türkistan, 3) Cuçi (Çoçi) oğullarının elinde Altın Ordu ve Hüleğü ailesinin elinde bulunan İlhanlılar olmak üzere 4 kısma ayrılmıştır. b. Kubilay ve Çlıt'db Yüan Sülâlesi Büyük Kağan Kubilay'ın, devlet merkezini Karakurum'dan Pekin'e nakletmesi ve asıl Moğol bölgesinin de bu merkeze bağlanması ile, Türk ve Moğol milletleri arasındaki münasebete bir set çekilmiş ve bunlar arasında uzun zamandan beri devam edegelen bağların her cihetten gevşemesine veyahut tamamen kesilmesine sebep olmuştur. Bu tarihten itibaren bu iki millet arasında vukua gelen temaslar her yerde ve devirde milletlerarasında müşahede edilen taMhudutları aşmamış ve gerek etnik ve gerekse kültür bakımından, esaslı bir tesire yol açmamıştır. Cen'aiz İmparatorluğu merkezinin zayıflaması neticesinde vücuda gelen parçalardan merkezi Pekin olan doğu kısmının tarihi, Çin milletinm tarihi ile karışmış, batı kısım ise daha MoğoUmparatortuğunun kurulmasından evvel gördüğümüz Türk merkezleri etrafında, bunun tarihî cereyanına katılmıştır, Cenolz İmparatorluğu, büyük kağanlardan Çinggis (Cengiz. 1206-1227). Ögedev îOktav 1227/29-1241). 60yÜkTl246-1248). Müngge (Möngke, Mengü, 1251/ 52-1259) ve kısmen Hubilay (Kubilay, 1264-1294) devirlerinde, kuvveti! bir merkeze baölanmak suretiyle, birliğini muhafaza etmiştir. Müngge (Mönke. Mengü) Kağan öSrken kendisine halef olarak küçük kardeşi Arık Buğa'y. seçmişti. O esnada

390

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Çin'deki orduların başında bulunan Kubilây, Şang-tu'da ordudaki beylerden mürekkep bir kurultay yaparak kendisin kağan intihap ettirdi. Payitaht alarak Pekin'i seçti. Karakurumda bulunan Arık Buğa, an'aneye muhalif hareket eden bu kurultayı tanımadı. İmparatorluğun diğer tarafları da bu hususta Ank Buğa taraftarı oldular. Fakat Kubflây, Arık Buğa'yı yenerek, dâvayı kendi lehine halletti. Kubilây, uzun mücadelelerden sonra Cenubî Çin'i de kendi hâkimiyeti altına almağa muvaffak oldu ve sülâlesi, Yüan ismi ile, Çin tarihinde parlak bir devir yarattı. Kubilây büyük kağan sıfatiyle imparatorluğun diğer kısımlarını da kendine tabi saymakta devam etmiş ve Iran İlhanlıları uzun bir müddet bu metbuiyeti bilfiil kabul etmişlerdir. Fakat sülâlenin gittikçe Çinlileşerek imparatorluğun başı olmaktan ziyade, Çin hükümdarları şekline girmesT, diğer mıntıkalar üzerindeki tesirini azaltmış ve bir müddet sonra, devletin- diğer kısımları ile olan nazarî bağlılığı da sona ermiştir. c- Çağatay Sülâlesi ve Türkistan Cengiz İmparatorluğunun Çağatay ismi ile anılan Türkistan kısmında ayrı bir sülâlenin teşekkülü, Çağatay'ın ölümünden sonra olmuştur. Cengiz zamanında bu saha resmen Çağatay'a verlimiş olmakla beraber, hiçbir zaman Çağatay tarafından müstakil bir surette idare edimemiştir. Bu bölgedeki eski Türk sülâleleri yerlerinde bırakılmış olduğu gibi, sonradan bu il içinde gördüğümüz Maveraünne-hir'de, Hucent'te oturan Mahmûd Yalavaç ve sonra oğlu Mesut Bey tarafından büyük kağan namına idare edilmiştir. Burasının Cengiz ailesinden ilk hanı Kara Hülegü olup (1242-1247), Kağan Güyük ona halef olarak Çağatay'ın oğlu Yisü Mengü'yü tâyin etmişti. İmparatorluğun parçalanması ile neticelenen mücadeleden sonra, Çağatay'ın'torunu Algu, Doğu ve Batı Türkistan'a, ayrıca Harezm ülkesinin bir kısmı ile Afganistan'ı da ilâve ederek, Çağatay oğulları tarafından idare edilen bir birlik vücuda getirmiştir. Algu'nun vefatından sonra (1266), hâkimiyet Ögedey ailesinden Kaydu'ya ve sonra bunun oğlu Çapar'a geçmişse de sonradan tekrar oğullarından Duva elinde katmıştır (1291-1306). İmparatorluğun parçalanmasına götüren iç savaşlar, bilhassa Türkistan'ın iktisadî vaziyetini sarsmış olduğundan, idarede devamlı bir istikrar temin edilememiştir. Duva'nın bilhassa iktisadî vaziyeti düzeltmek için Cengiz oğullan arasında umumî bir sulh yapma teşebbüsü de akîm kalmıştır. Tarma Şirin tahta geçince (13261333) İslâmiyet'i kabul etmiş ve bu suretle Maveraünnehir'in diğer İslâm memleketleri ite olan iktisadî münasebetleri kuvvetlenmişse de, diğer taraftan Cengiz yasasını bozduğundan, şark kısmındaki kabilelerin ayaklanmasına sebep olmuştur. Bir kaç defa yer değiştiren idare merkezi, Kazan (ölm. 1346) zamanında tekrar yer değiştirerek, Maveraünne-hir'de Karşı şehrine nakledilmiş ve bundan sonra idarede İslâm tesiri artık katîleş-miştir. 1346-47 yıllarından başlayarak, hanlar ile askerî kumandanlar arasında alevlenen mücadele neticesinde, merkezin kuvveti büsbütün zayıflamış ve idare, başta resmen Cengiz ailesine mensup bir han bulunmakla beraber, bunları istedikleri gibi kullanan kumandanlar elinde kalmış ve bu vaziyet pek az değişikliklerle Timur zamanına kadar devam etmiştir. d • Hülegü ve İlhanlılar Büyük kağan Müngge (Mengü) 1253'te, kardeşi Hülegü kumandasında büyük bir orduyu İran'a göndermişti. Hülegü, 1 .l./1256'da Amu Derya'yı geçti ve hâkimi-

yetini kabul ettirmek üzere, Iran ve Kafkasya'da!» küçük yerli beyleri kabul etti. Bu sonuncular arasında, vaktiyle büyük kuvvet ve nüfuza malik olan temaıHer'in reisi Rüknettin de vardı. Rüknettin tabiler arasında kabul edilmediği^ Atemut kalesine kaçarak, muhalefet göstermek istemişse de muvaffak olamamış ve kısa bir zamanda gerek kendi ve gerek İran'daki bütün taraftarları ortadan kaJdınlm^rr. Hülegü, büyük kağanın vassali sıfatiyle, burada büyük bir devlet kurmayı tasarlamıştı. Irajl'ın zaptı tamamlandıktan sonra 1258 başlarında Bağdat'ı ete geçirdi. Hü-legü'yü tanımakta gecikmiş olduğu gibi, ona karşı koymak için bir kuvvete de sahip bulunmayan halife Müstasım, aile efradı ile öldürülmüştür. Halife ailesinden ancak bazı kimseler Mısır'a kaçarak ölümden kurtulabilmişlerdir. Bunlardan iki kişi, 1260 ve 1261'da. Sultan Baybars tarafından arka arkaya halife ilân edilmiş ve bu aile, Mısır'ın Osmanlılar tarafından zaptına kadar, burada sözde halifelik etmiştir. Bağdat'ın zaptından sonra, Suriye Beylikleri de Hülegü himayesine girmişler; Mısır'daki Türk kuvvetleri ise, Hülegû'nün, tâbi olmaları hakkındaki talebine, Filistin'e hûcûnı ile cevap vererek, 3.IX. 1260'ta Nabulus yanında, Ayni Calûfta HÖİe-gü'nün ordusunu büyük bir hezimete uğratmışlardır. Hülegû'nün halefleri, Türkistan ve Altın Ordu ile de mücadelelerde bulundukları gibi, Mısır Türk devletine karşı Avrupa devletleriyle de birleşmeğe çalışmışlardır. Islâmiyeti kabul eden Ahmed (1282-1284) zamanında, llhanlılar'ın asıl kuvvetleri arasında da İslâmiyet yayılmağa başlamış ye müslümanların yardımı ile tahta geçen ve Islâmiyeti kabul ederek Mehmet ismini alan Gazan Han (1295-1304) zamanında, llhanlılar'ın geri kalan "kısmı da müslüman olmuştur. İlhanlılar teşkilâtı uzun sürmemiş, Ebu Said Bahadır Han (1316-1335) devrinden itibaren başlayan ihtiras kavgaları, onun ölümünden sonra daha çok büyüyerek, devletin temelini sarsmıştır. Memleketteki kuvvet, Azerbaycan'da Emir Çoban Oğulları ve Bağdat'ta da kurucusu Şeyh Hasan olmak üzere başlıca iki ailenin elfhe geçmiştir. Merkezin zayıflaması, eskiden mevcud bir çok yerli beylerin istiklâllerini kazanmalarına yol açmıştır. e- Coçi ve Altın Ordu Türk tarihinde sonraları Altm Ordu ismiyle tanınmış olan devlet, evvelce Cengiz'in büyük oğlu Coçi (Cuci)'ye verilmişti. Cengiz öldüğü zaman, Coçi ülkesi Harezm ile Hazer denizinin güney sahilindeki Iran eyaletleri de dahil olmak üzere, Irtiş'in batı tarafındaki bütün bölgeleri içine almakta idi. Coçi babasından artı ay önce vefat etmiş olduğundan, Cengiz onun yerine Coçi'nin ikinci oğlu Batu'yu tayin etmiştir. İmparatorluğun türlü kısımları daha Cenge Han'ın sağlığında çocukları arasında taksim edilmiş olduğu gibi, oğullan da, bu an'aneye uyarak, kendi ülkelerini çocukları arasında taksim etmişlerdir. Böylece Coçi'nin büyük oğlu Orda, ülkenin doğu kısmına (Ak Orda); Batu, asri Kıpçak sahasına (Gök Orda); ^Timur, İdil nehrinin orta ve kuzey bölgesinde; Şiban, Ural'dan başlayarak Güney Sibirya ve civar bölgelere v.b. sahip olmuşlardır. Altın Ordu kuvvetli bir merkeze sahip olduğu müddetçe buntann hep6i de Batu aileainin^akimiyefeü tanımış ve daha ziyade devletjn türlü kamlarında, hakimiyetten babadan oğula geçeri birer vali vaziyetinde bulunmuşlardır. Fakat merkezin zayıflanması ve bilhassa Batu sülalesinin kesilmesi ile başlayan mücadelelerde bunter yalnız büyük birer âmil olmuşlardır,.n (*) Altın Ordu bahsi ehemmiyeti özönünde g tutularak şağıda a genişletilmiş bîr sakilde sunulmu ştur.

392

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Cengiz imparatorluğunun, kısa bir müddet için dahi olsa, bozkır ve civar memleketlerdeki kargaşalıkları ortadan kaldırmak suretiyle, kıtalar arasındaki münasebetler ve bunun sayesinde, eski ticaret yolları tekrar emniyet altına alınarak, gerek maddî ve gerek mânevi kültür malzemelerinin o devirde dünyanın bir usundan Öbür ucuna naklini kolaylaştırmış otmasiyle, beşeriyet tarihinde büyük bir rol oynamış olduğunda şüphe yoktur, fakat bunun en büyük tesiri Türk sahasında, Türk milleti üzerinde olmuştur. Cengiz'e tekaddüm eden bu devirler ve Türk sahasının münferit bölgelerinin tarihi bakımından, bu tesirin müsbet veya menfî olarak tefsir veya izahına imkân olmakla beraber, Türk sahası ve milletinin bu devirden sonraki mukadderatı cephesinden, bunun umumî olarak çok mühim ve müsbet bir vazife gördüğü inkâr edilemez. Cengiz ve onun halefleri hâkimiyet peşinde koşarken, belki kendileri de bunun neticelerini düşünmeden, Türkler'in o devirde de en mühim kuvvetini teşkil eden bozkır kavimlerini nizama koyarak, bunları eski devirlerde olduğu gibi, bir kuvvet rezervuarı haline getirmişler ve bunların yardımı ile Türk sahasını tek bir merkez etrafında birleştirmekle, Türk kavimlerinin birbirleriyle kaynaşmalarını temin etmişlerdir. Bu kuvvetli ve taze yeni Türk dalgaları, bilhassa hudutlarında, münferit Türk zümrelerinin komşularının tesiri altında, ayrı birer etnik birlikler teşkil etmelerine mâni oldukları gibi yabancı zümrelerin tesirleri altında, birbirinden farklı kültürler vücuda getirmelerini de önlemişlerdir. Cengiz ve haleflerinin işgal ettikleri yerlerde bir çok kültür merkezlerinin yıkıldığını ve birçoklarının da yer değiştirdiğini bildiğimiz gibi, bunların yerine yenilerinin de vücuda geldiğini görüyoruz. Bu yıkma ve kurma hâdisesinde Türkler'in kayıp ve kazançları ayrıca tetkike değer bir meseledir ve bunun herhalde, bir millet olarak, Türkler'in aleyhinde olmadığı da görülecektir. Bu devirden, Türkler'in İslâm çerçevesi içinde, bir tek kültür camiası olarak çıkmış olmaları da, millî bünye bakımından mühim bir kazanç teşkil eder. Hudut boylarında gördüğümüz Türk zümrelerinin geri-kuvvetler ile birleşerek kuvvetlenmiş olmaları da, bu mıntıkaların hususî vaziyetleri göz önünde tutulursa, Türk tarihi İçin ehemmiyetsiz bir hâdise sayılamaz. Cengiz -imparatorluğu parçalanarak, münferit mıntakalann istiklâllerini ilân etmeleri, Türk sahasını, iktisadî bakımdan daraltmış olduğu gibi, aralarında vukua gelen mücadeleler de Türk kanının lüzumsuz yere harcanmasına sebep olmuş ve resmen dahi devam eden haricî birlik de Timur zamanında büsbütün»ortadan kaldırılmıştır. Türk sahasının hudutlarındaki teşekküllerin hiçbirinin Türkler'in kuvvet kaynağı olan bozkırları tamamiyle kendi tarafına celbedememiş olması da, bu kuvvetlerin intizamsız bir şekilde, dahilî mücadelelere karışmasına yol açmış ve bunu daimî kargaşalık haline getirmiştir. Yertî bir birliğe doğru lâzım olan esasların kısmen hazırlanmış olmasına rağmen, Timur'un halefleri arasında bu kumandanın başladığı işi devam ettirebilecek bir şahsiyet çıkmamıştır. Bu birbirinden ayrı mıntakalann zayıflayarak yeni bîr Türk kuvvetini kabul etmeğe hazır bulunduğu bîr anda en kuvvetli devrini yaşayan Anadolu Türk zümresi de, önündekf işi başarmakta kendi kuvveti kâfi geldîği için, diğer Türk kuvvetlerinin birleştirilmesinde kendisi İçin bir menfaat görmemiş, böylece Türk sahasının bir idare altında toplanmasına imkân bulunamamıştır. Daha sonra maddî kuvvetten ziyade manevî kuvvetin rol aynamağa başladığı devirde, artık Türk sahasının en mühim mıntıkaları düşmanların pençesi altına girmiş bulunuyordu.

394____________________________________________'.________TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

f • Türk - Moğol imparatorluğu Devrinde Sosyal ve Askeri Teşkilât Eski Türkler'de sosyal kuruluş, kültür ve iktisadî hayat üzerine yukardaki bölümlerde (bk. III. Kültür ve teşkilât) bilgi verildiği için, burada, ancak Cengiz İmparatorluğumun kuruluş devresine ait sosyal ve askerî teşkilât üzerine yapılan araştırmaları özetlemekle yetineceğiz. Hun ve diğer Türkler'le Cengiz ordularının gösterdikleri büyük başarıların sırrını,! bir taraftan eşine az rastlanan kahramanlık, deha mertebesindeki strateji ile vecd derecesine varan savaş azminde ve o devre göre tatbik edilen teknik üstünlükte, diğer cihetten sivil teşkilâtla askerî teşkilâtı kaynaştırarak yürütmelerinde, sosyal nizamı aynı zamanda askerî bir nizam haline getirmelerinde aramak gerekir; yani onlarda aile, oba, boy, halk gibi sosyal teşekküller, aynı zamanda onluk, yüzlük, binlik ve tümen gibi askerî birlikleri de karşılıyordu ve bir savaş hâlinde bütün mil-1 let iç teşkilâtını bozmadan tek bir ordu gibi harekete geçebiliyordu. Cengiz Han bu bakımlardan yeni bir şey ortaya koymuş olmayıp, bu bölgelerde eskiden beri mevcud olan hayat tarzını, büyük askerî harekâta uygun bir şekilde teşkilâtlandırarak bundan ustalıkla faydalanmasını bilmiştir. En küçük aile birliğine Moğolcada yasun ("kemik') deniyordu. Bu yasun'a mensup olanlar akraba oldukları için birbirleriyle evlenmezler ve bir ebügen fced') den türediklerine inanırlardı. Bir kaç yasun'un birleşmesiyle aymag ve obog'lar (=Türkçe oymak, oba, 'soy, kabile, aşiret, boy' anlamında) meydana gelirdi. Obog'a mensup olanlar da birbirleriyle evlenmezler ve menşelerini müşterek bir cedde bağlarlardı. Obog'lar için kullanılan diğer bir tâbir de urug idi (= Türkçe uruğ, "akraba, kabile Jsoy, soy, neyi' anlamında). Başka başka obog (soy)lara mensup olanlar evlenince birbirlerine kuda derlerdi (Uygurcada kudas, diğer lehçelerde kuda). Yasun ve urug dışındaki kimseler cad(= Türkçe cad, yat, "yabancı') sayılırdı. Fakat savaşlar yalnız carflara karşı yapılmaz, obog ve urug mensubu akrabalar arasında da çarpışmalar olurdu. Bu takdirde akrabalar yabancı sayılırdı. Bundan başka, bazan birbirine uzak obog (soy)lara mensup olan şahıslar da, karşılıklı hediyeler alıp vermek suretiyle anda (kan kardeşi) olurlardı. Anda'\ar birlikte yaşamazsa da, yasun, aymag ve obog fertleri gibi birbirlerini desteklerlerdi. Urug, yar» akrabalar, bir öbog'un yani boyun hâkim sınıfını teşkil ederlerdi. Bunların arasında bir de bogol - bo'ol denilen köleler sınıfı vardı ki, bunlar diğer şark milletlerindeki kölelerden farklı olup, harp esirlerinden meydana gelen hizmetkârlardan ibaretti ve kendi boy özelliklerini muhafaza ederlerdi. Bogot\ax zamanla urug sayılarak akraba sınıfına girebiliyordu. Yararlık gösteren bogol (köle)ler, serbest bırakılınca, bunlara darhan (tarhan) denirdi. Sonraları calagu (genç, delikanlı}! tâbiri de 'uşak' anlamında kullanılmıştır. Nüfuz derecesine göre akrabalar arasında da kademeler bulunurdu. Yasun ve oboğ\ex, kabiliyet, cesaret ve beceriklilikleri ile temayüz etmiş olan şahıslar tarafından idare edilirlerdi ki, bunlara noyan ("bey.reis komutan') denirdi. A/oyan'ların iş

TÜRK TARİHİ

395

başına gelişinde menşe ve nesil -nesep rol oynamazdı. Bunların vasıflarını belirtmek üzere bagatur ("bahadır, cesur"), seçen ("bilge, akıllı"), mergen ('nişancı"), bökö, büke ('pehlivan') v.b. gibi tâbirler de eklenirdi. Noyan'dan başka Çinceden alınan Taysı (prens) ve sengün (komutan), Türkçe'den gelen tigin (prens) buyruğ (komutan) v.b. tabirler de kullanılırdı. Noyan, önceleri hem sivil, hem askerî âmirleri ifade ederken, sonraları umumiyetle "subay" anlamında kullanılmıştır. A/oyan'ların en yakın yardımcılarına nökör -nöker denirdi. Bu sözün menşei hakkında ihtilâf vardır. Barthold, bunun Farsçadan gelme bir söz olduğunu ifade etmişse de, Vladimirtsov, aksine, Farsçadaki nöker sözünün Moğol menşeli olduğunu Deri sürmüştür. XII. yüzyılın sonlarında Moğol boyları, kendi aralarında daimî bir mücadele halinde yaşamakta idiler. Cesaret ve kabiliyetleriyle temayüz eden noyan'ların idaresi altında bir çok öbog'un birleşmesi ile yeni gruplar kuruluyor ve bunlara irgen ("halk, aşiref) deniyordu. Tarih sahnesine çıkışları sırasında, Moğolistan'daki boylar arasında Monggol, Kereyit, Nayman, Merkit, Tatar, Oyrat gibi tanınmış irgen'le* bulunuyordu. Bazan bir boy zorla parçalanıp dağıtılıyor, veya reisler, noterlerinin yardımı ile yeni birlikler kuruyorlardı. Bu yüzden, bir boy adının bazan birdenbire ortadan kalktığını veya yeni adların ortaya çıktığını görüyoruz. Böylece çok mühim başka bir tâbire geliyoruz ki, bu da Ulus'tur. Bu söz, 'devlet, memleket" mânasında eski Türkçede de kullanıtıyardu. Önceleri bu fâbirin, yer ve memleket kastedilmeden bir reis tarafından birteştirfen irgen'teri ifade ettiği, fakat sonraları geniş ülkelerin zaptından sonra halk ile birlikte, onların oturdukları ülkeye de (//, el) teşmil edildiği anlaşılıyor. Cengiz İmparatorluğu kurulmadan önce Moğollar, büyük veya küçük topluluklar halinde dağınık bir şekilde yaşamakta idiler. Temücine1206'da Çinggis Han unvaniyle hükümdar olunca, halkı o şekilde teşkilâtlandırmıştır ki, irgen (halk). obog (boy) aymag, yasun (kemikjar, aynı zamanda askerî birer birlik şeklini almıştır. Muayyen birliklerin başına noyan (komutan) olarak aynı boydan tanınmış bir kimseyi tâyin etmiştir. En büyük askerî birlik tümen ("onbin) olup, bunlar da minghan ("bin'Vcagun ("vüz") arban (onluklara bölünüyordu. Bütün ha* böylece onluk, yüzlük, binlik veva onbinlik askerî kıtalar teşkil edecek şekilde büyük veya küçük yasun, aymag. oboo ve iraen'lere bölünmüş bulunuyordu. Bu birlikleri idare edenlere, yukarıda açıklandığı gibi, noyan denir, fakat kıtanın tasrihi için (Türkçede olduğu gibi) say. da eklenirdi, meselâ: arban-u noyan 'onbaşı'. cagun-u noyan "yüzbaşı?, g minghan-u noyan "binbaşı'^ tümen-u noyan lOmenbaşı'. Buna göre meselâ bir 'binbaşı' yalnız askerî komutan olmayıp, muayyen bir h»ı T tnniuluolınun üzerine yaşadığı toprakla birlikte, sivil bekımdan da idarecisi ^S^SSSSSi köbîgüS ('oğul, prensler, noyanlan vazifesinden atarak Sm^eöeom^ «* no/anlar kendi keyiffnne göre İşin. bırakamaz ve birbirleriyle yerlerini değiştiremezlerdi.

396

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Bu gibi bir teşkilâtlanma esnasında birbirleriyle akraba olmayan türlü obog ve irgen'iere mensup fertlerin bir araya getirilmesiyle yenr lû/nen'ter 4e kurulmuştur. Bu gibi yeni birlikler, ya boylardan birinin, veya başlarına getirilen noyarim adı ile anılmışlardır. Bu durum, eski boy teşkilâtının bozulmasında esas rolü oynayan sebeplerden biri olmuştur. Bu yüzden bazı boyların bölünerek ortadan kalktığını, veya bazı adların, muhtelif yerde parça parça yeniden peyda olduğunu görüyoruz.' ı Böylece minghan ("binlik")ler, yavaş yavaş obog'ların yerini almıştır. Bütün boy ve halkların birleştirilmesi ile Ulus ("Devlet, Hükümdarlık, İmparatorluk') meydana gelmiştir. Ulus, yani Devletin başında bulunan kimseye Kağan (Veya Ka'an, Kan, Ha'an ,Han) denir ve bu da Kuriltay(= Kurultay, "Millet Meclisi*) tarafından seçilirdi. Ananeye göre devlet sülalenin mülkü sayılır ve Kağan tarafından sülâlenin erkek mensuplarına (köbegün "prens, oğul") kısım kısım miras ve tımar olarak verilebilirdi. Noyan'lar bunların emri altında bulunurlardı. Prenses ve impa-ratoriçeiere begi ve hatun denirdi. Böylece kumanda şeması şöyle bir sıra arze-cter: Kağan • köbegûn -noyan -nökör. $&jı Cengiz Han bütün irgen ("halk)leri birleştirerek büyük Monggol - Ulus ("Moğol lmparatorlugu")nu kurduktan sonra, türlü halk ve ülkeleri oğullan arasında taksim" etmiş, böylece en küçük oğlu Toluy, baba ocağını devam ettirmek üzere esas yurtta kalmış, büyük oğlu Çoci, sonradan Altın Ordu Devleti'nin kurulacağı batı bölgesini, Çağatay Türkistan'ı, Ûgedey de Doğu ülkelerini almıştır. Bazan büyük Ulus (Imparatorluk)un bu parçalarına da ulus denmiştir. Kağan tarafından muayyen bir ulus'un başına getirilen köbegûn (prens)ler, bu ülkenin ecen (sahib)i sayılır, fakat muayyen salâhiyete sahip olmakla beraber vergi toplayamazlardı. Vergi ve maliye islerine Kağan tarafından tâyin edilen darugaçin adlı memurlar bakar ve topladıktan verginin muayyen bir kısmını köbegûn (prens)e verirlerdi. A/oyanların, köbegün (prens)ler derecesinde hususî hakları olmamakla beraber, kendi birlikleri içinde tam salâhiyet sahibi idiler. Yüzbaşı, binbaşı ve tümenbaşı makamları, sonraları irsî olarak intikal etmiştir. Kağan, muayyen bir uluslun idaresiyle vazifelendirdiği prenslere, binbaşı ve tümenbaşı gibi komutanları da birlikte verirdi. Bazan tümen komutanları-, binbaşılarını kendileri seçer, fakat bunların kağan tarafından tasdiki gerekirdi. Moğol askerî teşkilâtının ilerideki gelişmesinde noyan 1ar ile onların yardımcıları olan nöket\ex mühim rol oynamışlar ve bu iki zümre arasındaki münasebetler, kan akrabalığına dayanan içtimaî kuruluşun tedricen değişmesinde müessir olmuşlardır. A/oyan'ların bir nevi yardımcısı, kurmay ve emir subayı olan nö/cöVler, gerek arkadaşlık ve gerek merak yüzünden kendi arzuları ile bu mesleğe atılır, noyari\ ile beraber yaşar ve dolayısiyle hiçbir akrabalığı olmayan başka boylardan da gelebilirdi. Sonraları, nöTcöVlük müessesesi, Moğol subay okulu şeklinde gelişmiştir. Bir noyan'ın yanında çalışan nökörler muayyen birliklere komuta ederek sonraları noyan olurlardı. Kağan, köbegün ve noyan rütbesinde olan herkesin etrafında nö-/cöVler bulunurdu. Bunlar ücretti asker olmayıp serbest gelen subay namzedi idiler. ve her zaman harbe hazır bulunurlardı. Diğer cihetten komutanlar da nö/cöVlere bakmak ve beslemekle mükelleftiler. İdare eden ve emir veren bu zümrelerin altında, harp esnasında çerig 'asker'

397

TÜRK TARİHİ

olarak vazife gören ve karaçu (kara halk) denen geniş halk tabakası bulunurdu. Yukarıda işaret edildiği gibi, bunların arasında hizmet gören bir de bogol (köle, esir) ler ile calagu (uşak)lar sınıfı vardı, R Yasun, aymag, obog, irgen, ulus şeklinde gelişen içtimaî birlikler, kendilerinin müşterek malı sayılan ve nutug ('yurt,yer'), denilen topraklarda göçerlerdi. Bir kaç çadırdan ibaret küçük birliklere ayı7(=Törkçe "ağıl, köy"), birkaç ayffden kurulu birliklere otog (otağ), etrafları çft, hendek ve arabalarla çevrili büyükçe birliklere /türeyen, küre'en, küren denirdi. Orda (Ordu), sefer karargâhı anlamına gelirdi. Görülüyor kt, Cengiz Han'ın eski Türk teşkilâtından örnek alarak kurduğu bu rozamda, bir taraftan akrabalık diğer cihetten idarî ve askerî gaye büyük rol oynamış ve bu temeller, devletin büyümesi nispetinde, birbirinden kafî çizgilerle ayrılamayacak derecede kanşmıştır.Tîöylece akrabalık esasına dayanan eski sistem tedricen bozularak yeni yeni gruplanmalar ve tabirler meydana gelmiştir: Konumuz yalnız eski devirle ilgili olduğundan^ içtimaî, askerî ve idarî hayatta 13. yüzyıldan sonra vukubulan değişikliklerle, sonradan Türkçeden Moğolcaya ve Moğolcadan Türkçeye geçen tabirler üzerinde durulmamıştır. Ancak, buraya kadar açıklanan eski devre ait tâbirlerden birçoklarının dahi Türkçe ite müşterek veya Türkçeden alınma olduğu açıkça görülmektedir. Netice olarak, teşkilâtla ilgili tabirleri şu şekilde özetleyebilirime — yauın (kemik, soy, aile)

— aymag (oymak, aile) gruplan)

— obog (boy)

— İrgen (halk)

AKRABALIK:

— unıg (akraba)

-kuda (evlenme ile akrabalık

— anda (kan kardeşi)

-ead (yabancı)

ASKERİ BİRLİKLER:

— «ban

— cagun

— minghan

— tümen — çorlg (onbin) (asker, ordu)

İDARE W KUMANDA:

- nokör (yardımcı subay)

İÇTİMAİ KURULUŞ i

(yöz )

m

—noyan (subay) — buyrug — tengün



— ıriua (millet)

— ebügen (ced)

köbegün — begil, hatun -kağan -kurlltay (prenses, (kağan (kurultay, imparatoriçe) meclis)

(oğul, prens) — Ugln

— tay»

YERLEŞME i

-ayll (ağıl.avıl.köy)

— otog (köy grupları)

— kflreyen (islihkam, kamp)

TOPRAK t

— nutug (bölge, yurt)

-11,0i (il, ülke)

— ulut (memleket, devlet)

HALK «9 ASKERİ

— karaçu (halk)

-Çorlg (asker, ordu)

YARDIMCILAR

t —bogol (köle.esir)

— darhan (hür.serbest)

— calagu (uşak)

-orda (odu, sefer karagâhı)

-nokör

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

BİBLİYOGRAFYA Barthold, W., Çağatay maddesi, İAIII, İstanbul 1945, s. 266-270. Barthold, W., ve Köprülü, M. Fuad, CengizHan, ÇIngiz Han {UGt-1227) maddesi, lAf», İstanbul 1945, s. 91-98 ve 98-100. Barthold, W., Jürkestan v epohu mongol'skogo nasesMya 1,11. {Moğol istilâsı devrinde Türkistan), S. Petersburg 1898-1900; (ingilizcssi:) Barthod, W- Turkestan down to the Mongol InvaÜon, Oxford 1928, Gibb Mem. n. Ser. V. Blochet, E, DJamiel-TĞvarikh, Histoire gönâral du monde par Fadl Allah Rashid ed-Din, Terikh-i moubarek-i Ghazani, histoire des Mongols, editee par E. Blochet, tom I, Leiden, Brill 1910, İU1911. Cüveynî: Juwaynı, 'Alâ U'd-Dın 'Atâ Malik-i, The TaMsM Jahan-GushS, edited by Mirza Muhammad bin 'Abd'l-Wahhâb-ı Qazwını, Leiden, Brill, 1:1902, Gibb Mem. Ser. XVI, 1; 11:1916. XVI., S; III: 1937. XVI3. Deguignes, Joseph, Histoire generale des Huns, des Turcs, des Mongols et des autres Tartares occidentaux, ouvrage tire des livres chinois, Paris 1756-1758. Grousset, Rene, Histoire de l'Asie W: Le monde mongol, Paris 1921/22. Grousset, Rene, L'empire des steppes, Attila, Cengiz-Khan, Tamerlan, Patis, Payot 1939, 4. Basılış: 1969. BibliothĞque historique. Grousset, Rene, L'Empire Mongol(l'erephase), Paris 1941. Haenisch, Erich, Die geheime Geschichte der Mongolen, aus einer mongolischen Niederschrift des MİTOS 1240 von der Insel Kode'e im Keluren-Fluss erstmalig ûbersetzt und erlâuterti. ''■ Leipzig, O. Harrassowitz 1941, ikinci basılı;: 1948. Haenisch, Erich, (metin:) Monghol un niuca tobca'an (Yüan-ch'ao pi-shi), Die geheime Geschichte der Mongolen, aus der chinesischen Transkription Un mongolischen wortlaut Wiederhergestellt, Leipzig, Asia Majör 1935 ve O. Harrassovvitz 1937. Haenisch, Erich, VVörterbuch zu Monghol un niuca tobca'an... Leipzig, O. Harrassovvitz 1939. Hâfız-ı Abrû, Chronique des Rois Mongols en Iran, Texte persan âdite et traduit par K. Bayani, İt traduction et notes, Paris 1936. Hammer - Purgstall, Joseph, Frefherr von, Geschichte der llchaney ,das ist der Mongolen İn Persien, Darmstadt, Veri. von C.W. Leske, 1:1842, li: 1843. Houdas, O., Histoire du sultan Djelal ed-Din Mankobirti, par Mohammed en-Nesawi, texte Arabe, pupU6e par... O. Houdas, Paris 1891 .Publications de L'Ecole des Langues vivantes. Houdas, O., Histoire du sultan Djelal ed-Din Mankobirti, Prince du Kharezm par... traduit de l'Arabe par O. Houdas, Paris 1895. Hoitforth, Henry Hoyle, Hlstoryofthe Mongols, from the 9 th to the 19th century, 4 cild, Landon 18761888, ilâve ve lndex, London 1927. Jâschke, Gottherd. Zur Geschichte des Namem Tatar*, Reşid Rahmetli Arat İçin Ankara 1966. s. 278-285.- TKAE yayınlan, sayı:19. Jahn, Kari, Geschichte Gazân-Hin'a aus dem Ta'rıh-ı-Mubârak-ı-Gâzâni des Raşıd Al-Dın.* tureausg naoh der» Handschriften von Stambol, Londen,Paria und Wien mit einer BnteJtung, krfflschem Apparat und indices von... Landon 1940. Gibb. Mem. nr. XIV. Krader. Lawrence, Social Organlzation of the Mongol-TurMc Pastoral Nomads', Haag 1963. Kurat, Akdes Nimet, Topkapı Sarayı Müzesi arşivindeki Altın Ordu, Kının ve Türkistan hanlarına etf yarlık ve bitikler, İstanbul. Burhanettin Matbaası 1940. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi yayın-lanndan. Marco Polo, The descripilon of the VVorld, yayınlayanlar: A.C. Moule ve P. Pelllot, London, 1938,4 ofllŞ

399

TÜRK TARİHİ

d'Ohsson. Abraham Constantin Mouradgea, Histoire des Mongols depuis Tchinguiz-Khan jusçu'â & mourBey ou Tamerlan, 2. basılı;, 4 cüd, Amsterdam 1834-1835, üçüncü baskı: 1852. Pelllot. Paul, Histoire Secröte des Mongols, ResMUıtion du texte Mongol et traduction Française des chapıtres I â VI, Paris 1949. Pelliot, Paut, Les Mıngols et la Papaute (I), Revue de l'Orient Chretien. III (XXtU), Paris 1923, übr. Auguste Ptaartf, s. 340 (1-28); li.tasım: f&. W, 1984, S.22S-235, ffl. Kısım, Itfc tffll. 1881, s.384. i Plano CarptoMorıann von, Geschichte der Mongolen und fteisebericht 1245-1247, çeviren ve açıklayan: Fr. Rlsch, Leipzig 1930. Poppe, N., DieSprache der mongolischen Ouadratschrift und das Yüanch'ao pi-shi, Asia Majör, N.F.I, 1944.8.97-115 MÜP t r»vPoucha, Pavel, Die geheime Geschischte der Mongolen als Geschichtsquelle und Literaturdenkmal, Prag 1956. Ouatremöre, M., Histoire des Mongols de la Perse, ecrite en Persan parRaschid-el-din, pupliee... par. M ûuatremere. Paris, Imp. Royale 1836. Raşid el-Din, Cami el-Tevarih bk. E. Blochet, K. Jahn, M. Ûuatremere. Raşid el-Din, Sbornik letopisey I. (I.N. Berezin neşri), Metin: Spb. 1861, Tercüme: 1858; II 1868; III, 1888. Raşid el-Din, Sbornik letopisey 1,1-2. (I.P. Petruşevskiy neşri). Moskova-Leningrad 1952; İt (Yu. P. Verhovskiy neşri), 1960; İli (A.A. Romaskeviç neşri), 1946. Râsonyi, Lâszlö, Tarihte Türklük, Ankara 1971; Moğol istilâsı, s. 174-191, Altın Ordu ve varisleri, s. 218. 235. Rubruck. VVİlhelm von, Reise zu den Mongolen, çeviren: Fr. Risch, Leipzig 1934. Spuler, Bertold, Die Mongolen in Iran, Politik, Vervvaltung und Kuttur der llchanzeit 1220-1350, Leipzig 1939. Spuler, Bertold, Die Mongolenzeit, HbdOr VI, 2, Leiden-Köln 1953. Temir, Ahmet, Kırşehir emtri Cacaoğlu Nureddin'in 1272 tarihli Arapça-Mogolca vakfiyesi, Ankara 1960. Ş&Şgg! Temir, Ahmet, Moğolların Gizli Tarihi, Manghol-un niuça tobca'an (Yüan-ch'ao pi-shi) (yazılışı 1240), L tercüme. Prof. E. Haeniseh'in Almanca ve S. Kozin'in Rusça tercümesini Moğolca aslı ite karşılaştırıp dilimize çevireni.» Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi 1948. Temir, Ahmet, Die Sozial-militârische Organisation der Mongolen um 1200 n. Chr. OTCFD XVIII. 3-4. Ankara 1962, S. 221-225. Temir, Ahmet, Türk-Moğol İmparatorluğu devrinde sosyal ve asken" teşkilât TK X, 118. Ankara 1972, s. 190-207. Togan, A. Zeki Velidl, Umumi Türk Tarihine giriş, cild I, en eski devirden 16. asra kadar. İsmail Akgün Matbaası, istanbul 1946. Turan. Osman, Çingiz adı hakkında. Belleten V. 1941, s. 267-276. Vartan- M Ed. Dulaurierln iransızca özetinden (JA1860, XVI, s. 273-322) M. Ayaş tarafından Türkçeye çevrilmiştir- Ermeni müverrihine göre Moğollar. Vartan'ın umumî tarihinden müstahreç, tercüme edam M. Ed. Dulaurier. TM V. 1936. İstanbul 1936, s. 27-48. Vassaf 'AbÖ Allah Bin Fezl Allah, Teezfyef el-Amsar ve teczlyet eMW. Goschiçtfte Vassefa .Persisch herausgegeben und Deutsch ûbersetzt von Hammer- Purgstall. I. Band, Wten, 1856. Vladlmlrtsov, B. Y».,Tf»ffl» of Chingis-Khan, London 1930; (PrahBaSası:) Paris 1947: (Türkçesi) M. A Edtz, Cengiz Han, İstanbul 195a Vladlmirtsov B Ya Obsçestvennıy stroy Mongotov, tentngrad 1934; (Türkçe tercümesi:) Abdülkadir İnan, Mogollanın içtimai teşkilâtı. Ankara 1944; (fransızcası:) M. Carsovv. Paris 1947.

400

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

TÜRK TARİHİ__________________________ _____________________________________ ı

2. Altın Ordu Devleti Akdes Nimet KURAT Çingiz (Cengiz) Han'ın 1227'de vuku bulan ölümünden sonra oğulları ve torunları onun fütuhatını devam ettirerek büyük bir Moğol-Türk Hakanlığı kurdular. Bu fütuhatın bizi en çok alâkadar edeni 1237-1241 yıllarında cereyan eden Doğu Avrupa istilasıdır ki, Alto Ordu Devleti ve onun bakayası olan Kırım, Kazan, Astırhan, Nogay ve Sibir hanlarının tarihi bu istilâ ile yakından alâkadardır. Çingiz'in ölümünden sonra, büyük hanlık makamını Ögedey işgal etti. Onun hakimiyeti, Türk-Moğol Hakanlığının teşkilâtlandırılması bakımından mühimdir. Bu maksatla kurultaylar toplanmış ve bazı umumî kaideler tensip edilmiş; Çingiz'in 'yasa'sı tatbik edilmekle beraber, şehirli ve köylü ahalinin ihtiyacına göre bir idare kurulmuştu. 1235'te devlet işlerini alâkadar eden yeni meseleler münasebetiyle toplanan büyük kurultayda Batı Seferi, yani Doğu Avrupa'nın istilâsı kararlaştınldiv Bu maksatla bilhassa Türkler'den olmak üzere büyük bir ordu toplandı. Mikdarı kaf iyetle bilinmeyen bu Moğol-Türk ordusunun birkaç yüz bin kişiden fbaret olduğu muhakkaktır. Fütuhatın başlangıcı 1236 yılına rastlar. Bu muazzam ordunun başında Çingiz'in torunu, Batu (Çoçi oğlu) bulunuyordu. Sefere, ondan başka birçok Çingiz oğulları (prensleri) de iştirak edeceklerdi, ön kıt'aların kumandanı olarak da en meşhur generallerden biri olan Sobutay'ı (Sübegetey, Sübetey) görüyoruz. Askerlerin büyük bir ekseriyetini Orhon ile Yayık ve Irtiş aralarında yaşayan Türk kabileleri teşkil ediyordu. İlk darbe Bulgarlar üzerine oldu. Bu hareket 1224'de Bulgarlar'ın, Don boyundan dönen Moğol kıt'alarına hücumlarının öcünü almak için yapılmıştı. Bulgarlar az bir zaman içinde yenildiler; başta Bulgar olmak üzere şehirleri tahrip edildi. Şehirlerden ve büyük yollardan bir yanda kalan halkın, bu istilâdan mutazarrır olmadığı muhakkaktır; şehirli ve köylü ahaliden birçoğunun da kaçarak, ormanlarda saklandığını ve bilhassa Suru (Sura) mansabına gittiklerini tahmin edebiliriz. Bu suretle Moğol istilâsından sonra Orta İdil sahasındaki Bulgar unsuru ortadan kaldırılmış olmadı; yok olan şey: Müstakil bir Bulgar devletiydi. Nitekim, çok geçmeden bu bölgede Bulgar beylerinin yeniden faaliyette bulunduklarını görüyoruz. 1237 sonunda kış mevsimi olmasına rağmen.^Moğol-Türk ordusu Rus bölgesinin istilâsına başladı. Bu sıralarda Rus yurdu birçok knezliklere bölünmüştü. Ryurik sülâlesine mensup olmak üzere, muhtelif mıntakalarda, knezleri, müstakil birer beylik hâlinde icrai hükümet etmekte idiler; artık Kiyef merkez olmaktan çıkmıştf; onun yerine Suzdal Rusyası (Merkezi Vladimir) yükselmişti; garpta da Haliç knezleri kuvvet bulmuşlardı; İlmen gölünün şimal sahilindeki Novgorod şehri de mühim bir iktisadi ve siyasî merkez vaziyetinde idi. Bu Rus Knezlikleri arasında mücadeleler eksik olmadığından Rus yurdu, âdeta, daimî bir anarşi manzarası arzetmekte idi. Batu Han'ın orduları 1237'de Bulgar memleketinden hareketle Suru (Sura) ırmağının baş kısmını geçtikten sonra Ryazan üzerine yürüdüler; bir darbe ile burayı ele geçirdiler; o sıralarda ehemmiyetsiz bir kasaba olan Moskova'yı yaktılar, Vladi-

M

401

mır, Suzdal. Rostov ve Volga kıyısındaki Yaroslav şehirlerini zaptettiler; bütün bu şehtrler birer kale idi; Türk-Moğol ordusunu* yalnız açık meydan muharebesinde değil, kaleleri muhasara ve zaptetmek hususunda da fevkalâde mahir oldukları görtllüyor. Kışın şiddetine rağmen Batu Han kuvvetleri 2-3 ay zarfında birçok kale ve şehirleri ele geçirdiler. 1238 baharı geldiği zaman bu ordu İlmen gölünün güneyinde, Lovat ırmağına varmış bulunuyordu; fakat mevsimin icabı olarak, daha fazla kuzeye, yani Novgorod istikametine gidilmemiş, orduların güneye dönmestmuvafık görülmüştü. Bu defa Oka nehrine yakın Kozefsk şehrinin fazla mukavemeti, ordunun hareketini biraz yavaşlatmışsa da, mezkûr kale zapt ve ahalisi kılıçtan geçirilince; Moğol-Türk kuvvetleri 1238 ilkbaharında Don ile Dneper nehirleri arasındaki sahaya gelmişlerdi. Bununla seferin ilk safhası sona erdi. Gayet kısa bir zaman içinde, hem de kış olmasına rağmen, Batu Han "yıldırım* harbiyle Rus yurdunun en mühim kısmını zapt ve Rus knezlerînin askerî kuvvetlerinin istinat noktalarını irfitoa etmiş». Tarihte ilk defa olmak üzere, doğudan gelen Türk istilâsı, tJfr darbede Rus Sthezferinin siyasî varlıklarını ortadan kaldırmıştı. Bu Moğol-Türk hareketinin ikinci safhası Kumanlar'a karşı oldu. 1224'de Kalka boyundaki savaştan sonra, Kumanlar Türk - Moğol İmparatorluğunun düşmanları arasında sayılıyorlardı. 1238-39 yılındaki seferlerin neticesinde Don boyu ve bütün Kıpçak sahrasından Kumanlar koğuldu; bir kısmı kuzeydoğuda Kama Bulgarları arasına gitmiş, kalanları da Macaristan'a iltica etmişlerdi. Bu suretle Kama boyundaki Kıpçak ve galiba Kumanlar'la birlikte olan, Yemekler'in gelmesiyle Türk unsuru artmış ve hattâ Bulgarlar bile Kıpçaklaşmışlardı. Bu suretle Moğol istilâsının bir neticesi de Orta İdil boyundaki Türk ahalisinin yeni şekilde karışmasını mümkün kifinasidif; bugünkü Kazan TÛrkferi'nin kavmî teşekkülleri işte bu tarihî vakalarla izah olunmaktadır. Batu Han,- Kumanlar/m-,işini bitirdikten sonra, 1240'da Kiyef şehrini, kısa süren bir muhaf»radan-.*jnra zaptetti. O sıralarda, Kiyef'in, zaten büyük bir ehemmiyeti kalmamıştı. Daha garpta olan Vladimir ve Haliç şehirleri de Moğol -Türkler tarafından işgal edilerek bütün Rus yurdu Batu Man'ıneftne geçmiş- eldu; IstMâieJvvetlerinin büyük bir kısmı, Kumanlartr* gittikten;' Macaristan'a yürürlertten, bir kolu da Lehistan'ın güney eyaletleri üzerinden Silezya'ya kadar ilerlediler; 1241 ilkbaharında Liegnitz yakınında karştlanna çıkan Alman kuvvetlerintyenditar; fakat daha ileriye gidemeyerek, Macaristan'a döndüler. Mogol-TOrkler'in*ir kolu, hattâ BaJkanlar'a girmiş ve Adriyatik sahillerine bile yaklaşmıştı. Bu suretle 1240-41 seferiSem bir muvaffakiyetle bitmiş, Batu Han'ın ordusu bütün meydan muharebelerini kazanmış, binlerce kilometre genişliğinde Doğu Avupa sahasını işgal ile, burada önce mevcut bütün askerî ve siyasî varlıklara son vermişti. Çingiz hayatta iken, batıdaki bütün sahanın Coçi'ye verleceği takanür etmişti; buna göre, Batu Han'ın zaptettiği yerler Coçi ulusu olacaktı. Batu Han 1241-¥*hncta IdB'in aşağı mecrasına dönmüş ve nehrin «ot sahilinde "Orda'sının (Karargâh) merkezini kurmuştu: Burası Saray adım aldı ve çok geçmeden eski Bulgar ve Itri şehirlerinin yerini tuttuğu gibi, onlardan farklı olarak Doğu Avrupa Hazar denizi ve Aral denizi civariariyle. Batı SiWr»in en mühim siyasi

402

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

merkezi oluverdi. Saray şehrinin kurulduğu yer "Coçi Ulusu'"nun ortasında ve büyük ticaret yolu üstünde bulunması bakımından, cidden gayet doğru olarak tesbit edilmişti. Bu sebeptendir ki, Saray şehri az zaman içinde yükselivermişti. Çingiz oğullan arasında en değerli kumandan ve dirayetli devlet adamı olarak tanınan Batu Han'ın ancaK hakanlığın bütünlüğünü korumak namına Karakurum'daki hakanı tanıdığı ve zahiren ona itaat ettiği anlaşılıyor. Halbuki Batu Han kendi ulusunda istediği gibi icraatta bulunuyordu. Onun hâkimiyeti 1255'de ölümüne kadar sürmüştür. Irtiş boyundan, Aral denizinin kuzey mıntakası da dahil olmak üzere Kama ve bütün İdil havzası, Özü boyu ve Turla (Dnestr) mıntakasına kadar uzanan geniş bir sahada, fütuhatı müteakip yeni bir idare sistemi kuran ve merkezi Saray olan Moğol-Türk ordusuna da gereken nizamı veren Batu Han olduğundan, o, hakkıyle Altın Ordu Devleti'nin kurucusu sayılmaktadır. Bu devletin teşkilâtı Çingiz yasası ve Büyük Moğol-Türk Hakanlığı'nda tatbik edilen esaslara dayanmakla beraber, mahallî birçok hususların tanzimi ve bu memleketlerde mevcud eski an'anelerin de gözönünde tutulması lâzım gelmekte idi. Eski Bulgar Hanlığı ve Rus knezliklerinde Attın Ordu'nun menfaatlarına en uygun görülen bir sistem tatbik edilmesi lâzım geliyordu. Bu cihetten yeni sistemin Batu Han tarafından muvaffakiyetle icra edildiği görülmektedir. Gerek Bulgar ve gerek Rus yurdunda eski idarede birtakım değişiklikler yapıldı. Her iki memleket Altın Ordu'nun vassalı (tabii) olmakla, birtakım mükellefiyetlere tabi tutuldular. Bu bakımdan bilhassa Rus kneztiklerinin vaziyeti enteresandır. Moğol-Türk kuvvetleri fazla bir kalabalık teşkil etmediklerinden bütün Rus şehirleri ve köylerini işgal altına alıp Rus yurdunda kalmalarına maddeten imkân yoktu. Bu sebeptendir ki, kendileri için daha elverişli olan bozkır sahalarını işgal etmişlerdi. Rus knezliklerindeki hâkimiyetleri idame ettirebilmek için de birtakım askerî ve idarî tedbirler alınmakla iktifa olundu. Evvelâ öteden beri mevcut olan knez idaresini olduğu gibi bıraktılar; Ryurik sülâlesine mensup olmak üzere, knezlikterin hâkimiyetlerini tanıdılar, hattâ istilâdan önceki büyük ve küçük knezlikler bile muhafaza edildi; yalnız şu şartla ki, knezler makamlarını han tarafından tasdik ettirmeğe mecburdular; yani han'ın tabii sayılıyorlardı. İç intizam ve asayiş yani polislik vazifesi knezterin eline bırakılmıştı. Bunun dışında: Memleketin umum? asayişine, han'a karşı mükellefiyetlerin yerine getirilmesine ve düşmanca hareketlerin zuhuruna mâni olmak maksadiyle han tarafından tâyin edilen yüksek memurlar gönderilmekte idi. Rus yurdundaki Altın Ordu veya Tatar hâkimiyetinin şekli ve yaptığı tesirleri hakkında ilmî bir araştırma henüz mevcut olmadığından bu hususta kati bir fikir yürütmek imkânsız olmakla beraber, 240 yıl süren bu Tatar' hâkimiyetinin Rus tarihi ve Rus halkı üzerinde çok cihetli tesiri olduğu muhakkaktır. Tanınmış Rus tarihçi» lerinin (Solovyev, Klyuçevskiy), bu tesirler! inkâra çalışmaları, ilmî sebeplerden değil, millî hislerden ileri gelmiştir. Diğer taraftan Moğol istilâsından önce de Ruslar, gerçi Skandinavyalı Normanlar'ın tesiriyle devlet teşkilâtı vücuda getirdikleri gibi, Bizans'tan aldıkları Hıristiyanlık sayesinde yazılı edebiyatta, mimarîde, iktisadî ve diğer bazı sahalarda bazı ilerlemeler

TÜRK TARİHİ

kaydetmişlerdi. Fakat Batu Han'ın buraları

403

zaptettiğinde Rus yurdu tam bir siyasî anarşi içinde çalkandığından, iktisadî ve kültür refahının gerekli şartlarından biri olan iç emniyet mevcut değildi. Altın Cfedu tarafından tesbit edilen kuvvetli bir disiplin, evvelâ her yerde iç emniyet ve asayişin yerleşmesine mucip olgu? yine bu asayişin idamesiyle ilgili olarak, Saray ile Rus knezliklerindeki başkanlar ve damgalar, yahut askerî başbuğlar (tümen* bîft ve yüz beğleri) arasında muntazam bir münasebeti temin maksadiyle, daha Çingiz zamanında kurulan posta usulü, yeni yol sistemi geliştirildi O zamana kadar bir tek para sistemi olmayan Rus yurdunda, aynı esaslar üzerinde sikke bastırıldı. Rusça "dengi"(dengi * para, tenke) tâbiri, Türkçe tiyin sincap derisi sözünden gelmiştir; gümrükler intizamlı bir hale kondu ki, Rusça "tamojnya" (gümrük) tâbiri de Türkçe-Moğolca tamga-damga sözünden gelmektedir. Bunun dışında Rus knezlerinin, büyüklerinin ve askerlerinin Saray'a ve hattâ İç Moğolistan'a kadar gitmeleri, birçok Rus büyüklerinin Tatarlarla düşüp kalkmaları, Ruslar'ın, yaşayış, giyim tarzlarında olduğu gibi, düşünüş ve görüşlerinde de Tatarlar'ın tesiri altında kalmalarına sebep olmuştur. Aynı şekilde Altın Orduda tatbik edilen kuvvetli bir merkeziyetçi devlet rejiminin ve han otoritesinin, dolayısiyle Rus knezlerine bîr örnek teşkil ettiğinde şüpne yoktur. Rus tarihinde Tatar boyunduruğu' (tatârskoe igo) dan bahsetmek o kadar moda omuştur ki, Sovyet Rus tarihçileri bile bu tâbiri tekrar ele almışlardır. Şüphesiz yabancı bir zümrenin, hele ırk ve din bakımından büsbütün ayrı olan bir kavmin hâkimiyeti kolay bir şey değildir. Fakat: 240 yıl süren Altın Ordu hâkimiyeti neticesinde Ruslar, dillerini, dinlerini, toprakların ve idare teşkilâtlarını tamamiyle muhafaza etmekten başka, bütün bunları kuvvetlendirmeğe de muvaffak olduklarına bakılırsa, bu Talar hâkimiyetinin 'boyunduruk1 olmadığına hükmetmeliyiz. Yalnız yabancı bir zümrede değil, normal hükümet idaresinde bite isyan çıkarsa derhal bastırılır ve bu münasebetle şiddet kullanılır, sırasına göre binlerce kişi öldürülür; mükellefiyetler yerine getirilmediği zaman, cebir ve şiddetle bunların icrası için zor kullanılır. Altın Ordu baskakları ve damgalarının da başka türlü hareket etmedikleri tarihî bir hakikattir. Altın Ordu'nun Rus knezliklerindeki hâkiminin* sonraki Rus çarlarının Kazan, Başkurt, Sibir, Kırım, Kafkas ve Türkistan'daki hâkimiyetterîna nisbetle kat kat yumuşak olduğunda zerre kadar şüphe yoktur. Müthiş tvan'ın ve Romanof ailesinden gelen Çar hükümetlerinin Türk kavim^rtolirrıha yolunda aldıkları tedbirlerin onda birinin Altın Ordu hanları tarafından alınmadığı muhakkalîır. Rus knezlerine yapılagelen bazı tazyikler ve şiddetler, daha ziyade Ruslar'ın Saray'da hanlar yanında yaptıkları entrikalardan ileri gelmiştir. Moğd-Türk devleti an'anesinin icabı olarak Altın Ordu'da tam bîr Sonra tekrar Ak-Köbek Han (1541-154» Ma kardeşi Birdi Beg oğlu Yagmurçı (YamaurcO Han (1544)'ları görüypruz. Nihayet Rus Çarı IV. bmK Kazan Hanlığı kuvvetlerini mağlûp edip, Kazan'ı zaptettikten sonra (.1552). Astırhan üzerine asker sevk ederek kendi tabu erteliyle Şeyh Haydar oğlu Derviş-Haıât tahta geçirmiş (1554) fakat Derviş Han'ın. Ruslar aleyhine Kırımlılar'la münasebete girişmesi üzerine tekrar asker sevkeefip, Astırfcan Hanlığın. Çarlığa ilhak etmiştir (15S7K Derviş Han kaçarak Yagmurçı Han'ın evvelce iltica ettiği Azak kalesine sığınmıştır.

416

TÜftK DÜNYASI EL KİTABI

Gerek yerli Türk kuvvetleri ve gerek Kırım ve ürkiye, Ruate^üi Barolara kadar uzanarak, Türklertı arkasına düşmelerinin iyi bir netice vermeyeceğini anlamışlar ve bu mühim mıntıkanın Türkler elinde kalması için çalışmışlardır. Fakat kuvvetlerin birlikte hareket etmelerinin temin edilememesi, bu yoldaki teşebbüsleri neticesiz bırakmıştır. Bu yüzden Kanunî Süleyman'ın 1563'te yapmak istediği sefer, Malta seferi de araya girdiği için, yapılamamıştır. II. Selim devrinde Sokullu Mehmed Paşa, gerek Iran seferi için nakliyatı ve gerek T(Mf)yş4ş Türkistan arasında muvasalayı temin etmek için, Don ile İdil nehirleri arasında bir kanal açarak, Karadeniz ile Hazar denizini birleştirmek istemişti. Bu maksatla Astırhan seferine karar verilmiş ve 1567'de seferin maddî ve manevî bakımdan zarurî olduğu izah edilerek, Kırım Hanı'na tahrirat gönderilmişti. Nihayet 1569 senesinin*ilkbaharında, Kefe Beyi Kasım Bey kumandasında, 3000 yeniçeri ile 20.000 sipahi gönderilmiş, Silisti*, Niğ-bolu, Köstendil, Amasya, Canik ve Çorum alay beyleri ve 30.000 asker ile Devlet Giray da onlara iltihak etmişlerdi. Bu kuvvetler himayesinde kanalın kazılmasında ancak başlanmakla kalmıştır. Karadan hareket eden kuvvetler Eylülde Astırhan yakınlarına gelince, kışlamak üzere bir istihkâm da yapılmağa başlanmıştı. Fakat asker arasında yayılan haberlerden kuşkulanan Kasım Bey, Devlet Giray'ın da teşviki ile, ağaçtan yapılmış olan istihkâmları yakarak, 20 Eylülde Kırım'a geri çekilmek mecburiyetinde kalmıştır. III. Murad zamanında Astırhan meselesi tekrar mevzuubahis olmuş, Rus Çarı nezdinde teşebbüsler yapılmış ve nihayet bir sefere karar verilmişse de, bunun da arkası gelmemiştir. Böylece, düşmanın kuvvetinden ziyade Türk zimamdarlarının kendi aralarında anlaşamaması yüzünden, bu Türk ülkesinin mukadderatı, uzun bir zaman için tâyin edilmiş oldu. Astırhan şehri, Altın Ordu Devletimin başlangıçlarında, eski Hazar Devleti'nin merkezi olan İtil şehri civarında, şehrin sağ sahilinde kurulmuş ve ticaret limanı olarak ehemmiyetini bugüne kadar muhafaza etmiştir. Ibn Batuta'nın "büyük çarşılara havi, pek güzel bir şehir" diye tavsif ettiği bu şehrin, o zamanlarda hanların yazlık ikametgâhları olduğu anlaşılıyor. A. Kontarini, şehrin hanın üç yeğenine ait olduğunu ve bunların da burada yalnız kışın birkaç ay kaldıklarını, alçak duvar ile çevrilmiş olan bu büyük şehrin, evlerinin pek iyi olmadığını ve yakında tahrip edilmiş olmaları icabeden büyük binaların harabeleri bulunduğunu zikrettikten sonra, şehrin evvelce mühim ticaret merkezi olup, Bizans'tan Don yolu ile her nevi malın geldiği söylendiğini kaydediyor. Şehir 1395/1396'da Timur tarafından tahrip edilmişse de, XV. asırda, bilhassa Altın Ordu'nun payitahtı olan Saray'ın intîhatından sonra, tekrar, ticaret merkezi olarak, eski ehemmiyetini kazanmıştır. Astırhan Hanlığı Rus hâkimiyeti altına girdikten sonra, şehir, civardaki kaWWarin hücumundaninuhafaza edilebilmek için, eski yerinden t2 km. daha güneyde nehrin asıl yatağının sol sahilinde bir adaya (48* 21* kuzey arzı ve 48° 2' batı tûKJ) nakledilmişi (1558). Bundan sonra da şehir ve civarında daha uzun bir möddit istikrar terrrfrredftememiştir. Şehir, Rus "kargaşalıkları" zamanında, Terefc feateçtori (kazak, kazaçiy- türk. kazak) "muhafız olarak, hudutlara yerleştirilen silâhlr Böl ahalisT tarafından yağma edilmiş (1605), oğlunu çar Un eden Ataman Zarutski dünde kalmış (1614), buralara göç eden Kalmıklar'ın hücuriıuna uğramış (1882), tekmr Ruslarca karşı isyan eden Türk ahali eline geçmiş (1880) ve drtıe serim Stenka Raziff (1670-1871) İte Streletsler isyanına (1705)^ sahne olmuştur.

TÜRK TARİHİ

417

5. Kasım Hanlığı Ahmet TEMİR ^A^2^ Hanl|Ö|'nın durucusu Uluğ Muhammed Han'ın oğlu Kasım tarafından 1445 yılında kurularak 1681'e kadar sfirmüş olan 'Kasım Hanlûf dpjju Avru-pa'daki Türk devletleri ile Slavlar arasındaki rpücadelenin değlp< ve karışık bir safhasını teşkil eder. Uluğ Muhammed Han 1445 tarfoli son Rus seferinde Vladtour'e kadar ilerlemiş ve 7 Haziran günü vukûbulan Suzdal meydan muharebesinde büyük bir zafer kazanarak Moskova çarı Vasiliy'i esir almıştı. Vasilîy, feri sürülen bütün sulh şartlarını kabul edince serbest bırakılmıştır. Sulh şartlarına göre, harp tazminatından başka, Moskova, Altın Ordu'ya karşı olan mükellefiyetlerini şimdi Kazanva karşı ifâ edecekti. Sulh şartlarının yerine getirilmesini kontrol etmek üzere gerek Moskova'da ve gerek Rus vilâyet merkezlerinde birçok Kazanlı memur yerleştirilmiştir. Bu anlaşmanın diğer bir mühim maddesi de, Moskova'nın nüfuzu altında bulunan Oka nehri üzerinde kurulan Kasım şehri merkez olmak ve civarındaki bölgeyi içine almak üzere "Kasım Hanlığının kurulması olmuştur. Bu hanlığın kurulması ile Uluğ Muhammed, kendi oğlu Kasim idaresinde Moskova Knezliğinin iç durumunu kontrol altında bulundurmak ve gerektiğinde derhal müdahale etmek imkânına sahip oluyordu. Buradaki askeri kuvvetlerin masrafı birçok Rus şehirlerinin gelirlerinden karşılanacak, Moskova hazinesinden de her yıl para ödenecekti. Sulh şartlarını ancak sonradan öğrenen Rus halkı arasında hoşnutsuzluk baş göstermiş, şehirlerde camilerin yaptırılması da ahaliyi tahrik etmiştir. Kazan devleti ile yapılan anlaşmadan 3-4 ay sonra Vasiliy tahtından indirilerek gözlerine mil çekilmiştir. Bunun üzerine, Moskova'daki mevcut durumu muhafaza etmekle görevli Kasım Han, 1447'de Vasiliy'i tekrar Moskova tahtına geçirmiş, 1449, 1450 ve 1452'lerde Vasiliy'nin rakibi Şemaka'ya karşı seferler tertip etmiş ve Rus eyaletlerine hücum eden Altın Ordu kuvvetlerin! bile tardetmiştir (1449,1450), Kazan Hanı Uluğ Muhammed'in ölümünden sonra yerine büyük oğlu Mahmûd (1445-1462), sonra Mahmüd'un oğlu Halil (1462-1467), sonra Halil'in kardeşi İbrahim (1467-1479) geçmiştir. Bu sırada Kazan'da bir sülâle ihtilâfı baş göstermiş ve İbrahim'e karşı, Uluğ Muhammed'in ikinci oğlu Kasım Hanı, Kasım'ın namzetliği ileri sürülmüştür. Kazan'ın iç işlerine karışma imkânı vereceğinden, Moskova da bu hadise ile yakından ilgilenmiştir. Rus yardımcı kuvvetleri tarafından da desteklenen Kasıl?» İbrahim'e karşı harakete geçmişse de, başarı kazanamayarak geri çekilmek zorunda kalmıştır. Kasım Hanlığı'nın kuruluşundaki gayeyi ters bir yöne çeviren Kasım'ın bu hare keti durumu kökünden değiştirmiştir. Böylece Kasım Hanlığı, Kazan Devleti'nin mühim bir vazifesirt gören ileri karakolu olmaktan çıkarak, Moskovalın, Kazan Hanlığı'nın iç işlerine karışmasını sağlayacak siyasî bir âleti haline gelmeye başla mıştır Kasım Hahları'nın Moskova'da »«barları daha da artmış, aynı zamanda ver gilerini de almakta devam etmişlerdir. Moskova Devleti, Kasım frtaAğı'nın askerî bilgilerinden faydalandığı gibi, İslâm devletlerine karşı onlan siyasî bir perde ola rak da kuHanmaya çalışmıştır. ÜIİ

418

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

Kasım Hanlığı'nda 5 sülâleye mensup şu hükümdarlar iş başında bulunmuştur: I. Kazan Hanları Sülâlesi: « 1. Kasım (Uluğ Muhammed'in oğlu)

1445-1468

2. DanyaUlîUtöim'ın oğlu) İL Kırım Hanları Sülâlesi: 3 . Nur-Deviet (Gazi Giray'ın oğlu) 4. Satılgan {Üur-Devfet'tn oğlu) 5. Cafaay (Nur-Devlefin oğlu)

1468-1486 j^g

ı&fc 1486-1491 1491-1506 1506-1512 İp]

İti. Saray Hanları Sülâlesi: 6. Seyid-Avliyar (Bahtiyar Sultan'ın oğlu) 7. Şah-/Mj (Seyid-Avlisw'jn oğlu, 1. defa) 8. Can-Ali (Seyid-Aviiyar'tn oğlu) 9. Şah-Ali (Seyid-Avliyar'm oğlu 2. defa)

1512-1516 1516-1519 1519-1532 1537-1551

10. Şah-Ali (Seyid-Avliyar'ın oğlu, 3. defa) 11. Sayın-Bulat (Bik-Bulafın oğlu) 12. Mustafa-Ali (Abdullah'ın oğlu)

1552-1567 1567-1573 1573-1600

IV. Kazak Hanları Sülâlesi: 13. Uraz-Muhammed (Ondan-Sultan'ın oğlu) V. Sibirya Hanları Sülâlesi: 14. Arslan (AH*nin oğlu) 15. Seyid-Burhan (Arslan'ın oğlu) 16. Fatıma Sultan-Bike (Arslan'ın zevcesi)

TÜRK TARİHİ

419

taksimata tabi olduktan sonra, bunun Kasım, Yılatom, Şatsk ve Temnik kazalarını içine aldığı görülmektedir. Türkçede Han-Klrman, Kirman, Kirmen, Kermen adlan ile de anılan, Rusça kaynaklarda ise Gorodets ve Meşçerskiy Gorodok şeklinde zikredilen Kasım şehri, Oka nehrinin sol yüksek sahi yamacında, Oka'ya dökülen iki fcöçük ırmağın arasında kiffUteıuştur. Kasım Han tarafından yaptırılan taş cami yıkılarak 1768'de omm yerine 2 katlı başka bir Gami yapılmıştır. Eski minaresi ise ayakta kalmıştır. Meşhur seyyah Pallas, Î788'de ziyaretinde eskt sarayın harabelerini görmüştür. Pallas (1768) ve Velyaminov-Zemov'un (1863) eserlerinde, bugün de mevcut olan eski binalardan büyük Hanlar türbesi ile Avgan türbesi üzerine bilgi verilmiştir. Şehir 1778'de Ryazan vilâyeti İçine altnmışBr. 1909'da 17.075 dan'rötuşun 2000'i müslüman idi. Kasım ve civarında konuşulan dil, Türkçenin kuzey-batı grubuna dahil olup, bazı fonetik özettikler dışında, Kazan şivesine çok yakındır.

BİBLİYOGRAFYA

Arat, R.R., Kasım Hanlığı, I.A., VI. 1955, s. 380-386. Arat, R.R. Kazan, I A, VI, 1955, s. 505-522.

1600-1610 1614-1627 1627-1679 1679-1681

Son hanlar zamanında Kasım hanları, Moskova tarafından tayin edilen Rus valiler tarafından kontrol edilmiştir. Seyid-Burhan'tn tanassur ederek Vasiliy adını aldıktan sonra da Kasım Hanlığı tahtında bırakılmış olması, bu hanlığın attık Moskova'nın dış siyaseti için önemini kaybettiğini göstermektedir. Diğer cihetten müslüman ahalinin zorla hıristiyanlaştırılarak Ruslaşttrılması siyasetine de hız verilmiş, fakat Fin kavimlerine tatbik edilen bu siyaset, müslümanlar arasında başarı kazanamamıştır. Bu yolda gayret gösteren Ryazan başpiskoposu Mihayil, faaliyetini müslüman ahali arasında da genişletmek isteyince halk isyan etmiş ve 1656'da piskopos öldürülmüştür. Seyid-Burhan'ın ölümünden sonra Arslan Harfin zevcesi Fatıma Sultan-Bike tahta geçmiştir (1679-1681). Mühim bir maksatla kurulmuşken sonraları Türk ülkeleri aleyhine kullanılmış olan Kasım Hanlığı, 1681'de Fatıma Sul-tan-Bike'nin ölümü ile. sona ermiştir. Kasım Hanlığı'nın sınırları üzerine açık bilgi mevcut değildir, tik zamanlarda oldukça geniş sahayı kaplamakla beraber. Moskova'nın kontrolü altına girerek idarî

Gordlevskiy, VA, Elementi Kuttun u Kasimovskih Tatar (Kasım Tatarlarında kültür unsurtan), Ryazan 1927, Trudı Obşç. Issl. Ryazansk. Kraya 10. Hudyakov. M., Oçerki pa istorii Kazanskogo Hanstva (Kazan Hanlığı tarihi üzerine dersler), Kazan 1923; Türkçe tercümesi: A.Aziz, Tatar tarihi, Kazan 1924. Kurat, A.N.. T&kapı Sarayı Müzesi arşivindeki Attın Ordu% Kutra ve Türkistan hanlanna ait yariık ve bitikler, İstanbul 1940, DTÇJ= yayınlarından, tarih serisi 1. Kurat, A.*U /WfVW. yüzyıllarda Karadeniz'in kuzeyindeki Wrk kavimleri ve devletleri, Ankara 191»: (Kasım Hanlığı İçin Indeks'e bk.). Pallas, İÜ Puteşestvie po raznim provintsiyamıRossiyskago Gosudarstva (Rusya devletinin çeşitli bölgelerine seyahat), Petersburg 1773-1778. Pollvenov. E.D.. tonaUçeskie osobennosti kasimovsk. diatekta (Kasım şivesini» fonetik özellikleri). Moskova 1923. Şişkin NI İstadya goroda Kasimova s ttevneyşih vreman (En eski zamanlardan beri Kasım şehrinin tarihli, 1. basılış: Ryazan 1837,2. basılış; 1891. Taymas, AB., Kazın Türkleri, Ankara 1966. TKAE yayınlan ft Vatidi « O matektah Kazansko-tatarsM yazlkov (Kazan-Tatar dili arzlar, hakkmda). Kazan 1927. Vestnik Nauçn. OfcÇ- Tatarovedenıya 6. w , , 7^ uv- ı«,fldo^eotas/mo^ vaiyamln^r^

^^ j ^ wg ggg ^

VeselovsUy. H, Krtmovskoye tsarstvo (Kasım Han.ıflı). ESBE ^ S. Petersburg 1895. s. 661662

420

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

6. Kırım Hanlığı Halli İNALCIK Kırım, Altın*Qrdu İmparatorluğu içinde mümtaz bir bölge teşkil etmekte idi/ÎKB. asır sonlarına doğru Nogay, Altın-Ordu hanına karşı Karadeniz şimâlindeki stepler ile Kırım'ı müstakilen elinde tutuyor ve Balkanlar ile Bizans üzerinde siyasî üstünlüğünü ve himayesini kurmağa çalışıyordu. Nogay'ın bertaraf edilmesinden sonra da (1300), Kırım geniş salahiyetli valiler idaresinde mümtaz durumunu muhafaza etti. Kırım'da oturan beyler yarımada dışındaki steplerde dolaşan kalabalık muharip kabilelere dayanmakta idiler ve Cenevizliler ile ihtilâfları eksik olmuyordu. XIV. asrın ikinci yarısında, Altın-Ordu'da hüküm süren taht kavgaları sırasında, Kırım rakip beylerin ve hanların sığındıkları başlıca bir bölge halini âldı. 1380'de Mamay, Toktamış Han'a yenilince, Kırım'a kaçtı. Aynı suretle Idikü (Edike) Toktamış'a karşı mücadelesinde Kırım'ı üs olarak kullanıyordu. Bu suretle Kırım parçalanmakda olan Altın-Ordu hanlığı içinde müstakil bir siyasî varlığa namzet görünüyordu. Cengiz Han soyundan prensler, bu bölgeye dayanarak, hanlıklarını ilân etmekte ve sonra Volga üzerindeki merkezi ele geçirmeğe çalışmakta idiler. Toktamış Han bunlardan biridir. 1394-1395'e doğru, Toktamış gibi, Cuci (Coçi)'nin küçük oğlu Tokay Timur soyundan olan Baş-Timur Kırım'da sikkeye kendi adını da koyarak, hâkimiyet iddiasında bulundu, Kırım onun atalarının yurtluğu idi. Onun oğulları rakiplerine (Uluğ Muhammed ve Edike) karşı mücadelelerden sonra nihayet Kırım'da ayrı bir hanlık kurmağa muvaffak oldular. Kırım hanlığının hakiki kurucusu Hacı Giray sayılır ve adını taşıyan en eski para 845 (1441/1442) tarihini taşımaktadır. XV. asır başlarında Altın-ordu'da şiddetlenen iç rekabet ve savaşlar sebebi ile birçok kabileler Orta Asya'ya yahut garba Kırım'a ve Karadeniz şimâlindeki steplere kaçmakta idi. Belli başlı kabile beyleri, bu arada Şirin beyi gelip, Hacı Giray'a iltihak ettiler. O daima daha çok miktarda kabileyi Volga havzasından kendi tarafına çekmek için çalıştı. Yarım asır sonra dahi Şirin beyi Eminek Mirza bir mektubunda "hep beyliğimiz dahi bu il ile durur" diyordu. Haçı Giray Altın-Ordu hanına karşı Moskova ile dostluk ve ittifak münasebetleri kurarak, durumunu kuvvetlendirdi. İstanbul'un zaptından sonra boğazlara ve Karadeniz'e hakim olan Osmanlılar ile Cenevizlilere karşı ittifak etti ve 1454 yazında, müşterek Osmanlı-Kırım kuvvetleri, ilk defa olarak, Kefe'yi muhasara ettiler. Kefe Cenevizlileri Osmanlı sultanına ve Kırım hanına yıllık vergi vermeğe razı oldular. Hacı Giray, Altın-Ordu hanlarının meşru vârisi sıfatı ile, Kefe'yi yarlıklarında kendi ülkeleri arasında saymaktadır. Bundan başka Hacı Giray bir tarhanlık yarlığında, Kırım'dan maada, Taman, Kabartay (Kabada) ve Kıpçak bölgelerini de hakimiyet sahası içinde göstermektedir, fe Altın-Ordu gibi Kırım hanlığının da büyük zaafı frsî kabile beylerinin devletin hakiki hakim ve sahibi olmalarından doğmuştur. Kabile reisleri yahut han ailesi içinde rekabetler, bu kabilelerin birbirlerine karşı gruplanarak kolayca bir iç harbe sürüklenmesini intâc etmekte idi, Hacı Giray Han'ın ölümünde (1466) oğulları arasında taht kavgası uzun bir kargaşalık devresi açtı. Yenilen rakip yarım ada dışındaki

TÜRK TARİHİ

491

hut Kefe ye sı ,nar S S r-S !J ! ' 9 ak mücadeleye devam etmekte idi. Kefe UeneyEkler ı kendi durumlarını kuvvetlendirmek için, kâh bunun ve kâh ötekinin tarafının tutarak, bu mücadelelerde mühim rotejfnamakta idiler. Esas mücadele Nurdevtöt ite Mengli Giray arasında idi. Mengli Giray mağlûp olarak Kefe'ye sığındı, uraaa fcırın kabilesi beyinin ve CenevizlHer'in yardımı ile 1468'de Kırım tahtını tekrar ele geçirdi. Cenevizliler Mengli Giray'ın Osmanhlar'a karşı sağlam bir müttefik olduğuna inanıyorlardı. 25 Ekim 1489'da MengB Giray Fatih Sultan Mehmed'e 'karındaşım" hitabı ile yazdığrbir mektupta Yâkub Bey'in donanma ile gelip, Kınto sahillerinde İRİ şehri yakıp yağma etmesinden şikâyet etti. MKfc doğru Kefe tudfcmu ye Şirin beyi Eminek, Osmanlılar ile anlaştığı ithamı atanda CenevMeınn İsrarları ile, mevkiinden uzaklaştırıldığı zaman beyleri ve kaWlelerW etrafından toplayarak isyan efl.-Mengli Giray'ı kaçmağa mecbur etti. Menglr Giray CenevizBer'e sığındı ise de, onlar Nüfdevlet ile anlaşarak, kendisini mevkuf tuttular. Nurdevlet Han ile de bozuşan Ernînek, Cenevizliler'e karşı Osmanlı padişahına müracaat etlt'hfh Sultan Mehmet bunu fırsat bilerek, Gedik Ahmet Paşa'yı kuvvetli bir donanma fle acele Kırıma gönderdi (1475). Kefe ile Kırım sahillerinde Cenevizliler'e ait bütün limanları fcaptettirdr. Gedik Ahtnet Paşa tarafından hapisten çıkarılan Mengli Giray Ceneviz dostu olan Nurdevlet'in etinden hanlığı almağa muvaffak oldu ve Ahmet Paşa ile bir anlaşma yaptı ve Osmanlı sultanının tâbiliğini kabul etti. Bir buçuk ay sonra padişaha yazdığı bir mektupta tâbiiyetini te'yid etti. Umumiyette iddia edildiği şekilde bir tâbiiyet vesikası mevcut olmamakla beraber, Ahmed Paşa ile imzalanan anlaşmada han, padişahın dostuna dost, düşmanına düşman olmayı ve onun hâmiliğini kabul etmiştir. 1476'da Altın-Ordu hanı Seyyid Ahmed KırınYıistilâ etti. Mengli Giray Kırker (Çufut-Kale)'e sığındı. Altın-ordu hanı, Osmanlı padişahının tehdidi üzerine. Canibek adında bir valisini bırakarak, memleketine döndü ise de, bu sefer Nurdevlet Osmanlı himayesinde olarak Kırım Hanlığı'm ele geçirmeye muvaffak oldu. Mengli Giray İstanbul'a getirilerek, mevkuf tutuldu. Bir müddet sonra Kırım kabile aristokrasisinin başı Eminek, Nurdevlet Han'a karşı kargaşalıklar çıkarıp, padişahtan Mengli Giray'ın İstanbul'dan gönderilen ilk han sıfatı ile, Kırım tahtını tekrar işgal etmesini sağladı. Osmanlı vakayinamelerinde Mengli Giray'ın 1475'de tahta gelişine ait hadiseler jle 1478'deki hadiseler birbirine karıştırtnışUr. Mengli Giray'ın bu üçüncü saltanatı (1478-1514) esnasında Kırım Hanlığı sağlam bir şekilde tessüs etmiştir. Osmanlı himayesi hanlıkta otorite birliğini sağlamış, son Altın-Ordu hanlarının birleştirme teşebbüslerine, sonra Moskova'nın genişleme siyasetine karşı hanlığın varlığını garanti altına almış, hanlıkta ilk defa 1484'de Baye-zid ll.'in Akkerroan seferine iştirak ederek, Osmanlılar ile garpta işbirtği siyasetine başlanmışa. Nihayet Yavuz Selim'in kayınpederi olan Mengli Giray yaptığı askerî yardım ile onun Osmanlı tahtına geçmesine yardım etmiştir, 1502'de Mengli Girny, Saray şehrini tehrij» ederek. AftfoOrdu hanlığına son darbeyi vurduktan sonra Moskova ite ittifak siyâseti sona erdi. Aitın-Ordu'non su* kutu ile meydana çıkan bu W devlet Altın-ordu sahasına hâkim elmek için mücadeleye giriştiler. Kırım Henlıği Moskova'ya karşı Yagellonlar ile sıkı ittifak siyasetin» kabul etti (1511), Hanlık Cengiz Han oğullarının beyaz Rwsya ve Ukrayna de tarihî haklerindi Yagellonlar lehine vazgeçiyor, fakat merkezi ele geçirmek istiyordu. Mehmed Giray I (161*t«a) babasının sen yıllarınclefcjgay sıfat, ile, sonra han dar* MoS beyliği karşı şiddetli akınlara başladı. Yagellonlar ile ittifakı yem-

422

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI

ledi. Kardeşi, Sâhib Giray Kazan ffthtlna geçfi fi 521). Oka nehri üzerinde BeiskPnîn ordusunu bozguna uğratarak, Moskovar-önüne kadar geldi ve şehrin etrafını ateşe verdi. Ertesi sene Âstrrtian'ı zaptetti. Moskof beyi yHMc bir vergi (tıyış) vermeği kabul etti. Mehmed Giray, hanlığı en satvetli noktasına eriştirdiği bir anda A^ırhan seferinden dönerken, NogayJ^r tarafından bir baskında katledildi ve eseri de yıkıldı. Bundan sonra Kırım Hanlığı Moskof devleti ile Volga havzasında Altın-Orclu mirası üzerinde şiddetli bir mücadeleye girişti. Bu mücadeleyi iki devreye ayırmak lâzımdSTbirincisi 1534'te eski Kazan Hanı Sâhib Giray (1532-1551)'m padişahın yardımı ile Kırım tahtında yerleşmesine, ikinci Moskof çarı IV. Ivan'ın Volga havzasını hâkimiyeti altına almasına (1552-1556) kadar gelir. Birinci devrede Kırım'da kabileler rakip hanlar etrafında Osmanlı hâkimiyetine karşı bir takım iç harplere ve Kazan ile Astırhan'da Moskof nüfuzunun yerleşmesine sebep oldular. 1532'de Moskof beyi, Safa Giray'ı Kazan'dan attırarak, kendi adamı Can Ali'yi han yapmağa muvaffak oldu. Bu esnada, I. Mehmed Giray'ın oğlu Gazi Giray ve sonra kardeşi İslâm Giray, 'Cengiz Han yasasına' göre, kabilelerin seçtikleri hanlar sıfatı ile tahta çıktılar. İslâm Giray padişahın gönderdiği hanlara, Saadet Giray ve sonra Sâhib Giray'a karşı şiddetli mücadelelere girdi -islâm Giray rakibine karşı tutunamadığı zaman, kabileler ile Or-Kapı (Perekop) berzahı dışındaki steplere çekiliyor ve taarruzlarını devam ettiriyordu. O, nihayet, bağımsız han sıfatı ile, 1532'de hanlık tahtını ele geçirmeğe muvaffak oldu. Fakat sonunda İstanbul ile uzlaşmak zorunda kaldı. Sonra tekrar isyan edince, Sâhib Giray, Kıpçak bozkırında Nogay beyi Hâki Bey vasıtası ile, onu bertaraf etmeğe muvaffak oldu. iki yıl süren bu mücadeleden sonra Sâhib Giray Kırım tahtında mevkiini sağlamlaştırdı (1534). Onum ile beraber Kırım Hanlığı üzerinde Osmanlı metbuluğu ve nüfuzu hakiki bir şekilde yerleşti. İkinci devre Sâhib Giray Han'ın Moskova'ya karşı şiddetli taarruzları ile kendini gösterir. Onun sayesinde Osmanhiar da Moskof tehlikesini görmeğe ve hanı kuvvetle desteklemeğe başlamışlardır. Sâhib Giray Kazan'da tekrar Safa Giray'ı hanlığa getirdi ve 1549'da Osmanlı toplarının yardımı ile Astırhan'ı zapta muvaffak oldu. Onun bu kudret derecesine eriştikten sonra Osmanlılardan Közleve iskelesini istemesi ve sadrazam Rüstem Paşa ile üstünlük münakaşası endişeler uyandırdı. İstanbul'dan gönderilen Devlet Giray Han onu katlettirdi (1551). Ertesi $ene Ruslar Kazan'ı ve 4 yıl sonra da Astırhan'ı zapta muvaffak oldular ve şarkî Avrupa'da Üstünlüklerini kurdular. SâNb Giray devrinde hanlığın nüfuzu bir sıra seferler He Kafkasya'da Çerkealer üzerinde kuvvetlendirildi ve Kıpçak bozkırında Yusuf Mirza idaresindeki Kiçi Nogay kabileleri Kırım hanının ve padişahın tabiliğini kabul ettiler. Sâhib Giray atalarının siyasetine devam ile birçok kabileleri Kırım yarımadasına getirerek yerleştirdi. Orak, Kasay, Ur-Mehmed (Or-Membet)'**Tokta (?) kabilelerinin bir kısmı garba Karadeniz şimalindeki steplere, Besarabya (Bucak)'ya nakledilmiştir. Umumiyetle Nogay kabilelerinin zayıflaması stepleri Rus Kazaklarıma serbest bırakmış ve aynı devirde Kırımlılar tarafından sıkıştırılan mühim mit* tarda Çerkeş grupları bu Kazaklar'a iltihak etmiştir. Daha 1559'da Rus Kazakları ihT Çerkesler Azak kalesini muhasara etmişlerdi. Devlet Giray Han (IBBf1§57)'dan XVII. amr baştennda Karadeniz sahillerinde mütemadi Rus akıntan başlayıncaya kadar Kınmlıiar'ın Moskoflah Volga havzasından geri artmak tçhfi möca-

TÜRK TARİHİ

423

dete ettiklerini görüyoruz. Bu devirde Karadeniz ve Kafkaslar için Rus tehlikesine karşı Osmanlılar in İşbirliği dikkate değer. Devlet Giray Han 1565 kışında Osmanlı topçulan He takviye olunmuş ordusu He Rusya üzerine neticesizbfcefefer yaptı. Osmanlı divanı 1563'den beri ş&nalde Astorhan'a bir sefer yapmayı ciddî okrakmü-? zakereye başlamış m Yalnız Kırımlılar değil, Kıpçak bozkırındaki Nogaylar'ın t* kısmı (Kıçı-Nogaylar), Orta Asya Törfcleri Hvariantani şimdi "halife-i rûy^tfemfrT olan padişahı Rus-Kazak terleyişlerine karşı yardıma çağırmakta «te. Osmanlılar bir ordu göndererek; Don-Volga arasında bfrfcanal açmak ve Asttrharftiaptetrnek suretiyle M'taraftan kazanacaklannı düşündüler. Böylece evvelâ Ruslar'ı şimalî Kafkasya ve aşağı Volga havzasından geri Mmak ve Kıpçak bozkırında ve Kmm üzerinde Osmânfenöfuzunu takviye etmek imkânı hasıl olacak,diğer taraftan Mâverây-Htafkas ve İran'daki fütuhat için ordu sevkiyatına daha eilverişfc kar yeri açılmış buhjnacattL^Seg'da Kefe beylerbeyi Kasım Paşa'n«ı:kiaresirTCie;46X}(X> teklik bir Osmanlı ordusu Devlet Giray Han'ın ordusu ile birlikte Don nehri** ite Votga'mn en ziyade yaklaştığı bölgede Altın-Ordu hanlarının harabe halindeki eski payitahtı civarına geldi. Kanalın kazılması tamamlanamadı. Ordu cenuba Astırhan'a giderek, Moskof askerleri tarafından müdafaa edilen kaleyi muhasara etti. Kış yaklaşınca evvelâ hanın askeri, sonra Osmanlı ordusu çözülerek büyük bir zayiat İle Azak'a geldiler. Kırım hanı Astırhan ve Kıpçak bozkırında hanlık yerine Osmanlı hâkimiyetinin yerleşmesini istemiyordu ve Osmanlı plânını sonuna kadar desteklemedi. Divan'da Sokullu'ya muhalif olan yeni padişahın adamları da bunu neticesiz bir macera olarak tasvir ettiler. Ertesi sene Çar Ivan'ın elçisi Novosiltsev Osmanlılar ile sulhu sağladı. Padişah nâmesinde Kırım'da ve Çerkesler üzerinde hâkimiyetini te'yid ediyor, Kabartay'da inşâ edilmiş Rus kalelerinin yıkılmasını ve Astırhan'dan geçen ticaret yolunun serbestliğini istiyordu. 1571'de Devlet Giray Han'ın Rusya'ya seferinde Kırım kuvvetleri Moskova'ya kadar ilerleyerek, şehrin etrafını bir defa daha yaktılar. Devlet Giray bu büyük muvaffakiyet üzerine tahtalg&n" unvanını aldı. Padişah kendisini "Islâmın himayesinde büyük yararlıklar gösterdiği İçin" husuöî şeklide tebrik etti. Fakat Kırım hanı esas maksadına, Kazan ve Astırhan'm Ruslar tarafından boşaltılmasına muvaffak olamadı. 1592'de Osmanlı padişahı çardan resmen Kazan ve Astırhan'm iadesini istemekle beraber, artık bu mücadelede Kırım için kaybedilmiş sayılabilir. 1583'te Terek özerinde Moskova kuvvetleri Dağıstan'dan Kırım'a gitmekte olan Osmanlı ordusuna taciz hücumlahyaptılar.Şimdî gerek Kirim Hanlığı ve gerek Osmanlı DevtetHflfrYenlfcfe devre başlamıştır. Bu devirde esas mesele Moskova devletinin Kafkasya ve Karadenitfe doğru genişlemesi durdurmateftfi. &yıflamış öten hanlık Rusya'ya karşı ancak Osmanlı himayesi sayesinde varhğını taruyabitdi ve akınlarına devam etti. Diğer taraftan Kırımlılar yalnız şimalde değil, Iran ve Macaristan cephelerinde de Osmanlılar He gittikçe daha sıkı işbirliğinde bulundular. Macaristan'a İlk defa 1543'te Kalgay Emin Giray kumandasında. bteÜfcm ordusu gitmiştir. Oemanlılar'ın Iran ve Avusturya ile uzun savaşlara giriştiği 3S78-1606 yuları arasında Kırım kuvvetlerine İhtiyacı ziyâdesi ile arttı. KüUrtm «us Kazakların hücumlarına açık kalmasına tiWcHmaksızınrl»ntarırvfcwr yıl isı*r ve tehditler ile sefere çağrılması (Iran sefefin*«k defa,1678'de kaigay Adıl Giray, ertesi sene Mehmed Giray ü. iştirak etiler). Osmanlı serdardı hanlara kendi n^etlennde bir kumandan muamelesi yapmak istemeleri Kırım'da ciddî muhalefetlere e#p

424

TÜRK DÜNYASI EL KİTABI TÜRK TARİH! -_________________________________________________________________4J5

oluyordu. Bizzat Osmalı İmparatorluğu bu devirde zayıfladığı için, Kırımlılar bu muhalefeti açık bir isyana kadar götürdüler. Mehmed Giray II. sadece isyan yoluna sapmakla kalmadı, aynı zamanda Kefe üzerinde hak iddia etti ve şehri kuşattı. Fakat- İstanbul'dan gönderilenucyeni han İslâm Giray tarafından katlettirildi (1584), Maktul hanın oğlu Saadet Giray, Kıpçak bozkırından Nogaylar ile gelerek, İslim Giray't kaçırdı ve Kefe önünde Osmanlı kuvvetimi ite çarpıştı. Nogaylar ve Don Kazakları ile birlikte yaptığı ikinci teşebbüste muvaffak olamadı. Kardeşi Murad Giray Moskova'ya giderek, Kırım'ı istilâ tehdidinde bulundu. Bu Osmanlılar'ı çok endişelendirdi. İslâm Giray 11. nihayet, müessir Osmanlı yardım ile, tahtında yerleşebilmiştir. O, ilk defa olarak, hutbede padişahın adını da okutmağa başlamıştır, (fakat para daima Giraylar adına basılmıştır.), istanbul Bora Gazi Giray şahsında sadık bir müttefik buldu. O yalnız Macaristan'da Habsburglar'a karşı imparatorluğu müdafaa etmekle katmadı, İstanbul kendisinden Anadolu'da Celâlilere karşı dayardım istedi. Onun zamanında Kırım'da Osmanlı nüfuzu her sahada kuvvetlenmiştir. Osmanlı Imparotorluğu'nun iç kargaşalıklardan kurtulamadığı XVII. asrın ilk yarısında, her tarafta olduğu gibi, Kırım'da da İstanbul'un nüfuz ve otoritesi ciddî bir imtihan geçirmiştir. Canbek Giray padişaha muti bir han olarak 1610 ve 1635 ara- 1 sında üç defa hanlığa getirildi ve dâima Mehmed Giray ve Şahin Giray'ın taarruzlarına uğradı. Bu ikisi Kıpçak bozkırındaki Nogaylar'ın ve Rus Kazakları'nın işbirliği ile hanlığı zorla ete geçirdikten sonra, babaları rakip han Saadet Giray ve dedeleri âsî han Mehmed Giray II. gibi, bağımsız harekete kalkmışlar, imparatorluğun düşmanı. Şah Abbas ile dostça münâsebetlere girmişler, 1610'da Osmanlı kuvvetlerini ve İstanbul'un gönderdiği hanı mağlûp ederek, Kefe'yi zapta muvaffak olmuşlardır. Bu kargaşalık esnasında şimalde Rus Kazakları kuvvetlenerek Osmanlı ve Kırım topraklarına cüretli taarruzlara başladılar. 1654'te Sinop'u yaktılar, 1612'de Ahyoli'yi ve 1625'de İstanbul boğazında Yeniköy'ü yağmaladılar. Nihayet 1637'de Azak kalesini zapta, Osmanlı ve Kırım kuvvetlerinin taarruzlarına rağmen, 5 sene ellerinde tutmağa muvaffak oldular. XVII. asır boyunca Rus Kazakları meselesi yalnız Kırım için değil, Osmanlı Imparoturluğu için de belli başlı bir mesele halini almıştır. III. İslâm Giray devri (1644-1654). Kınm Hanlığı'nın Osmanlılar ile sıkı işbirliği halinde şimaldeki düşmanlarına karşı harekete geçtiği bir devirdir. O 1644-1647 yıllarında Rusya'ya ve Kazaklar'ına karşı dört büyük sefer yaptı. Zaporog Kazakla* n'nı Lehistan'dan ayırarak, kendi tarafına çekmesi en büyük muvaffakiyetini teşkil etmiştiri.Hmelntokiy onun ve daha sonra Osmanlı padişahının metbûluğunu ^anıdı. Bu sayede o 1648-1653 yılları arasında Lehistan'a çok muvaffakiyetli seferler yaptı. Bu memlekete karşı İsveç ile siyâsî münasebetler kurdu. Fakat o Lehistan İle sulh imzalayınca, Kazaklar Rusya'ya yanaştılar( 1654).. Köprülüler idaresinde kalkınan Osmanlı İmparatorluğu Lehistan'dan Podalya'yı aldıktan.sonra, Kazaklar izerinde hâkimiyetini kurarak, Ukrayna'ya yayılmak temayülünü gösterdi. Bu teşebbüs 1678'de Ruslar ile Osmanlılar arasında Hk büyük muharebeye sebep oldu.Aterzifonlu Kara Mustafa Paşa.kumandasında büyük bir ordusKmm Hanı MuracUsiray (1678-1683)'ın ordusu ile Ukrayna'da Çigrin kalesini, çetin bir savaştan sonra, zapt ve tahrip etti. Kazaklar da Osmanlı himayesi altma

alındı. Fakat bu çok sürmedi. Viyana bozgunu ile başlayan büyük ıjc'at esnasında şimaldeki bütün kazançlar kaybedildi; Ruslar Avrupa'da kurulan mukaddes ittifaka katılarak (1684), Kırım'a ve Azak kalesine taarruzlara başladılar. Moskof çarları bu ana kadar Osmanlı İmparatorluğuna taarruzdan çekinirlerdi. Fakat bu tarihten Bir baren çarların Kırım ve Karadeniz Kafkasya ve Balkanlar'a doğrudan doğruya taarruzları ye istilâlarıjaaşlamıştır. Kırım Hanlığı'nın Rusya İmparatorluğuma iltihâkı itefleficelenen bu devre girmeden önce 1683-1690 harp yıllarında hanlığm Hacı Selim Giray idaresinde (16711704 arasında dört defa han) Osmanlılar ile hayatî mahiyette .işbirliğine temas etmek gerektir. Bu harpte Ruslar'ın Kırım'ı istilâ teşebbüslerine karşı Kırımlılar'm muvaffakiyetli müdâfaası ve Besarabya'da Leh kuvvetlerinin taarruzlarını bertaraf etmeleri ilk felâketli harp yıllarında Osmanlılar'ı büyük bir endişeden kurtardı. Bundan başka Kırım kuvvetlerinin 1688'de Sırbistan'da Ka-çanik boğazında Habsburg ordusunu püskürtmesi harbin gidişinde bir dönüm noktası teşkil etti ve Osmanlılar, düşmanı Balkanlar'dan geri sürmek için fırsat buldular. Hacı Selim Giray harbin sonuna kadar sık sık değişen sadrazamlar ve padişahlar karşısında uzun zaman mevkiini muhafaza ederek, İstanbul'da devlet işlerinde üstün bir nüfuz kazandı, hattâ bir defa padişah sadrazamını seçerken, onun re'yıni aldı. Selim Giray bu sayede harbin sevk ve idaresinde birlik ve devamlılık sağladı ve şüphesiz imparatorluğun daha büyük felâketlerden korunmasında âmil oldu. Bununla beraber Rus çarı 1696'da Azak kalesini zapt ve İstanbul muahedesi ile (1700) burayı elinde muhafazaya muvaffak, olmuş idi. Yeni han Devlet Giray II., yeni kaleler ve Azak'ta bir donanma yaptıran Petro'nun hummalı hazırlıklarını bildirerek, İstanbul'u harekete geçirmeğe çalışıyor ve yeni bir harp ile Rus tehdidine son verebileceğini düşünüyordu. 1702'de azledildikten sonra,>1708'de tekrar hanlığa getirilince, bu maksadında muvaffak oldu. feveç kralı Kart XII. ile birleşerek, Babıâli'yi çara karşı harp açmağ*öcn4 etti, Fakat Pntf'ta (1711) çarın ezilmesi jfry satım kaçırdığı iddiası ile Baltacı Mehmed Paşa aleyhinde bulundu. Rus kuvvetleri Hk defa 1736'da Münnlch kumandasında Kırım yarımadaaanı istilâya muvaffak üldu.Bahçesaray zaptedilerek yakıldı; 2.000 «# .Bk*anlawtsörayr kül oldu Bu arada Selim Giray'ın kurduğu zengin kütüphane mahvoldu. Kal-gayların merkezî Akmescit aynı akıbete uğradı. Ruslar Taspy idaresinde 1737ve1738 yıllarında da gelerek,,tahribata devam ettiler. Belgrad muahedesi ile (1739) Ruslar Prut'ta geri verdikleri Azak kalesini tekrar ele geçirdiler. Şimdi Kırım yeni istilalara açık bulunuyordu. Arslan Giray Han (17481756) yarımadayı müdâr faa eden istihkâmları takviyeye itinâ etti 17601a Rus Kazakları-taarruz ettiler Ka-bartav'da yeni Rus kalelerinin inşâsı, hanlığı bu taraftan da tehdit etmekte .d.. Rusların Lehistan'ca yerleşmesi ve Kırım hanına ait Balta şehrine sığınmış olan Leh Konfederelerini takip He bu şehri zapt ve tahrip etmeleri nihayet Osmanlı padişahı tarafından harp ilânına sebep oldu. 176S.1774 harbi Kırım için felâket ile neticelenmiştir. 1769 yık başımte Kırım Girev Han'ın Besarabya'dan Rus topraklarına muvaffakiyet^ bir akınından son^Rusor^an1770'deBuc^ «^o k,r mi iar ile Osmanlılar arasında anlaşmazlıklar ve idaresizlikler hakKa ^meZlu ümitsiz durumda hanlığı Osmanlımdan tamamıyla bağımsız ^«M. Kırım Han, Giray II». V^^^

fi

426

TÜRK DÜNYASI EL KİTABİ

bîr hale getirmek isteyen mirzalar kuvvetli bir durum kazandılar. HJ^dfHUs işgali altında toplanan kurultayda, Oamanhlariff tayin ettiği Maksud SHnay'ı tanımadılar veSâhib Gîray'ı Kınfti^ıflöötatkîrhanı seçtiler. Moskova'ya mirzalardan mürekkep bîr heyet tıareket etti. Küçük oynarca muahedesinin (21 Terrtmuz 1W4) & mad* desi ile *Ktöm( Bucak, Kuban, Yadtean, Camboyluk ve Yedlçkul (Yedioek) Tatar ulusları... serbest ve tam manası ile müstakil tanınacaklar, kendi rıza ve muvafakatleri ile Cengiz soyundan seçilecek hanların tıükmü altında olacaklar ve han herhangi bir yabancı devletf nazar-r İtibara almadan, orrfafi kendi kadîm kanun ve adetlerine göre idare edecek, bu sebep ile ne Rusya ve ne de Babıâli hiçbir suretle mezkûr hanın intihafeıria ve tahta çıkışına karışmayacakta1... Kendi kendHerinî idare eden ve Allah'tan başka kimseye tabî olmayan bütün diğer devletlere yapılan aynı muameleyi yapacaklar; fakat Tatarlar müslüman olduklarından ve sultan da İslâm'ın halifesi sayıldığından, bu uluslar kendisine şeriatın emrettiği şekilde muamele edecekler, bununla beraber bu, onların yukarıda teyit olunmuş siyasî ve mülkî hürriyetlerini tehlikeye düşürmeyecek mâhiyette olacaktır. Padişah), müslüman Kırımlıla'rın halifesi olarak tanıyan bu madde tenakuz ihtiva ediyordu, bu suretle ileri* deki güçlüklerin menbaı oldu. Kırım yarımadası ile Bug ırmağından Kuban ırmağına kadar Türkler'in oturdukları bölgeler müstakil Kırım hanının idaresinde bağımsız itan edilmekle beraber, muahedenin diğer maddeleri ile Rusya mühim sevkülceyş noktalarını, Azak denizi ağzının iki tarafında Yeni-Kale ve Kerç, Dnepr ağzında Kılburun kalesi ve etrafındaki hâlî araziyi, büyük ve küçük Kabartayları İmparatorluğuna ilhak ediyordu! Bu şartlar altında hanlığın bağımsız bir varlığa sahip olması imkânı yok idi ve bu ileride yapılacak ilhakı kolaylaştırmak için, bir siyaset hilesinden başka birşey değil idi. Moskova'ya giden bağımsızlık taraftarı mirzalar ve Şahin Giray Osmanlılar'a karşı bir alet olarak kullanıldı. Diğer taraftan Osmanlılar da özü (Oçakof) kalesini ellerinde muhafaza ediyorlar ve hilâfet maddesi sayesinde hanlığın bağlılığını devam ettirebileceklerini umuyorlardı. İki taraf da, istiklâlini te'y'ıd ettikleri devleti himaye altına almak için, kapıyı açık bırakmışlardı. Bu durum Kırım'da korkunç bir iç harp doğurmuş ve memleketin felâketi ile neticelenmiştir. Kurultay tarafından seçilen II. Sahib Giray Han, Rusya tarafından gelen tehlikeyi görerek, çok geçmeden Osmanlı taraftarı guruba tabî oldu. Müslüman halkın ekseriyeti ve ulema, Osmanlılar'a karşı daima bağımsızlık davası güdert mirzalardan ayrılıyordu. Beyler ayaklanacak, hanı İstanbul'a kaçmaya mecbur ettiler. Fakat tahta çıkarmak istedikleri Devlet Giray, Ruslar tarafından desteklenen Şahin Gfray'ttt taarruzlarına dayanamadı. Şahin Giray, Taman'da yerleşerek, bir kısım mirzalart karıdı tarafına çekmeye muvaffak olmuş idi. 1776 Kâönm ayında Rus ktı\^Hwfoîri yardımı ite Devlet Giray'ı mağlûp ve firara mecbur etti. Ruslar Or-Kapfda yerleştiler. Şahin Giray Ruslar'ın bağımsız Krım Hanlığı için vaad ve taahhütlerine inanmış görünmektedir. Rus ordusunda bulunarak garp medeniyetini oldukça tanımış olan Şahin Giray Osmanlı halifesinden tamamiyle ayntmayı ve Rusya örneğine göre bir garp devletî yaratmayı düşünüyordu. Avrupa âdetlerflr* almak, ordusunu garp usullerine göre tensik etmek, mirzaların teodal durumuna nihayet vermekletemesi ve vergileri artırması umûmi hoşnutsuzluk yarattı. Müslüman ahali ona Ruslar'ın ortağı bir kâfir gö2üile bakmaya başladı; Kınm'davil^antta olunan Ruslar'dan birçoğu halk tarafından katliam edildi. Hücuma uğrayan Şahin Giray yaralı halde Bahçesaray'dan kaçıp hamilerinin yanına sığıneh. istanbul'dan tayîn olunan Baht

TÜRK TARİHİ —

427

2SL2T^J^dTO.'w^W *■ gelip, tahta çıktı. Çok geçmeden. Şahin Giray Rus kuvvetten sayesmde tekrar duruma hakim oldu. Ruslar Kefe'yi ve diğer KK noHmnlvn işgal ettiği 777 kışı). Şahin ökay'a karşı padişahın gönderdi Se-SL2 "**¥*** iki teşebbüs de muvaffakiyetsizIHç ile neticelendi (1778). Muamman torım halkı şimdi kütle halinde Türkiye'ye kaçmakta idi. Ruslar onların yerme bu tarihte 75.000 kişilik bir muhacir kütlesi getirip yerleştirdik Memleket boşalmaya ve harabîye yüz tuttu (Bu sıralarda yarım adanın nüfusu yarırrumüvon tahmin edilmekte idi). Kırım'da durum Rusya ilfcOsmanh İmparatorluğu arasında savaşı kaçınılmaz blf hale getirmiş idi. İki taraf arasında başlayan müzakereler nihayet Aynah-Kavak tenkihnâmesi ile (10 Marf 1779) neticelenerek, Nftrp ihtimalini W müddet içift bertaraf etmiş oldu. Bu anlaşmada Kmm harormvfem istiklâline m Küçük Kaynarca muahedesinin 3. maddesi açıklandıktan sonrar, 3 ve 4 maddelerde Ruslar 3 ay 20 gün içinde Kırım Ve Taman'ı boşaltmağı ve ^Jtiçbir bahane He yeniden teu îtlere asker sokmamağı taahhüt ettiler. BabıâR de aynı 'hususa ve tayın edilen usul dairesinde Şahin Gîray'ı han tanımağı kabul ettl.fluslar bu şartlar» kabule mecburiyet duydular; TEira padişahın tastiki olmadıkça, RHTtolflartn ^seriyeti ŞahiffcG^ ray'ı han tanımak istemiyordu, öbür taraftan Osmanlı Devleti de Rus işgalinde bir Kırım görmektense müstakil bir Kırım görmeyi tercih ve hanlık üzerinde hâkimiyetin tamamiyle lafzı bir hale gelmesini kabul ediyordu. Fakat aynı anlaşmanın 5. maddesinde Rusya Oçakof şimalindeki bölge üzerinde padişahın hâkimiyet iddialarını kabul etmesi için, han nezdinde tavassut etmeği vaad ediyordu. Bu kurnazca hazırlanmış bir madde idi. Ruslar, fi'len sahip oldukları bu arazi için, han ile padişahı ihtilal haline sokmak ve kendileri hanın hamileri görünmek maksadını beslemekte idiler. Anlaşmayı müteakip Osmanlı Devleti Kuban ve Karadeniz kıyılarındaki Nogaylar ile Çerkesler'i, kendi teb'ası olduğu iddiası ile, Kırım Hanlığından ayırmaya çalıştı. Bu suretle Osmanlılar, Kırım kendi kontrollerinden çıktığı için hiç olmazsa, onun Karadeniz şimalindeki tabî bölgelerini muhafazaya çalışıyordu. Rusya ise. ileride kendisinin ilhak etmesi için, bu toprakların hanlığa bağlı kalmasında ısrar ediyordu. Kuban Türkleri Şahin Giray'a karşı ayaklandılar ve gönderdiği kuvvetleri yendiler.Karım halkı da ayaklandığından*, fian tekrar Yerûkale'ye Ruş* lar'a sığındı. Toplanan Kurultay padişaha mahzarlar, gönderdi, (eylül 1782}. 5 yıl önce padişahın han .olarak gönderdiği Baht Giray tekrar ortaya çıfck Fakat çok geçmeden, Şahin Giray Rus kuvvetleri ile geri geldi, Rus generali f ctemkto» çolukçocuk ayırt etmeden, 30.000 KırvnhV1 katliâm ettirdi» ve Kırım, çarlığın bjf^ilâyeti haline getirildi (8 Nisan 1783). O zaman yeni Ijk harp açacak durumda olmayan Osmanlı Devleti, 8 ikinci kânun 1784'te Istanbutda imzaladığı bir anlaşma H^Kir nm Taman ye Kuban'tn Rusya'ya ilhakını tanıdı. Kuban nehri iki taraf arasmda hudut'sayıldı İTO7'y« doğru Osmanlı Devleti için Rusya'ya karşı harp kafcmılmaz bir hâle geldi Kırım gibi müslüman bir memleketin çarların idaresine terkhti kimse hazmedemiyor bütün Karadeniz şimal kıyılarında yerleşen bu amansız dûşmanm bizzat İstanbul'iön açık tehditleri (Katerina \l 1787'de Kmnrt ziyaret etti) tahammül edilmez bir hal alıyordu. Osmanlılar için yeni savaşın gayesi
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF